ABDULLAH AYMAZ
1903’te Kafkaslardaki Müslümanlar “Artık gelen mahşer, gün günden beter” sloganı ile “Şam’a gidelim, Şam’a” diyerek mallarını mülklerini yok pahasına Ruslara satarak, kiraladıkları üç büyük Rus gemisiyle yola çıkarlar. Hatta bu gemiler İstanbul Boğazı’ndan geçerken Sultan Abdülhamid’in dikkatini çeker. Meseleyi öğrenince, onlara haber gönderir: “Siz serin ve soğuk yerlerden geliyorsunuz. Şam sıcaktır. Belki dayanamazsınız. Size Yalova’dan, Konya’nın Ankara’nın Eskişehir’in yaylalarından yerler vereyim; oralarda kalın. Ama isteyen yine de Şam’a gidebilir.’ der. Bazıları bu teklifi kabul ederek Anadolu’da kalırlar. Bu hadiseyi bana da o dönemde Eskişehir civarında kalanların torunlarından biri olan Abdülvahid Tabakçı Ağabeyimiz anlatmıştı.
Aslında aradan 120 sene geçti. Dünya şimdilik yerinde duruyor. Ayrıca Peygamber Efendimiz (S.A.S.) “Kıyamet kopuyor olsa bile elinizde bir fidan varsa onu hemen dikiniz” buyuruyor. Batılı sömürgecilerin ve Doğu’nun münafıklarının oryantalistleri Müslümanları iş yapamaz hale getirmek için “Yevmü’l-Beter” ve “Gelen mahşer, gün günden beter. Yapacak bir şey yok” gibi sloganları üretip Müslüman halkın kulağından üflemiş ve iş yapma ümitlerini yok etmeye çalışmışlardı.
Fakat Bediüzzaman Hazretleri bütün konuşmalarında ve yazdığı eserlerinde hep ümit veriyor, ümitsizliğin kanser gibi bir hastalık olduğunu söylüyordu. M. Fethullah Gülen Hocaefendi de hep ümit solukladı durdu. Bu meselenin aslı nedir yani niçin Müslümanları Şam’a sevketmek istiyorlar? Bunun için neye dayanıyorlar? diyebilirsiniz. Bu hususta oryantalistlerin dayandıkları elbette bir şeyler vardır. Üstad Hazretleri Onuncu Mektup’ta bir soru üzerine diyor ki: “Meydan-ı haşir nerededir?”
-Elcevap: ‘Gerçek ilim Allah katındadır.’ (Mülk Suresi, 67/26) Hikmet Sahibi Cenab-ı Hakk’ın her şeyde gösterdiği yüce hikmet, hatta tek küçük bir şeye, çok büyük hikmetleri takmasıyla açık şekilde işaret ediyor ki:
“Küre-i arz; serseriyâne, boşu boşuna, büyük bir daireyi çizmiyor. Belki mühim bir şey etrafında dönüyor ve herkesin hesap vereceği mahşerde Arasat’ın büyük meydanın kuşatıcı dairesini çiziyor, gösteriyor ve büyük bir meşherin etrafında gezip, mânevî mahsûlâtını ona devrediyor ki; ileride o meşherde, insanları gözleri önünde gösterilecektir. Demek yirmi beş bin seneye yakın çok geniş bir dairenin (Arasat Meydanı’nın) içinde, rivâyete binâen Şam-ı Şerif kıtası bir çekirdek hükmünde olarak o daireyi dolduracak, bir haşir meydanı genişletilip hazırlanacaktır. Küre-i arzın bütün mânevî mahsûlâtı, şimdilik gayb perdesi altında olan o meydanın defterlerine ve levhalarına (tablolarına) gönderiliyor ve ileride medyan açıldığı vakit, sâkinlerini (dünyada yaşamış olanları) de yine o meydana dökecek. O mânevî mahsûlâtları da gâibten şehâdete geçecektir.
“Evet küre-i arz; bir tarla, bir çeşme, bir ölçek hükmünde olarak o büyük meydanı dolduracak kadar mahsûlât vermiş ve onu istiab edecek (kapsamına alacak) mahlûkât ondan akmış ve onu dolduracak sanat güzellikleri ondan çıkmış. Demek ki, küre-i arz, bir çekirdek ve meydan-ı haşir, içindekilerle beraber bir ağaçtır, bir sümbüldür ve bir mahzendir. Evet nasıl ki, nûrânî bir nokta, sür’at-i hareketiyle nûrânî bir hat olur veya bir daire olur. Öyle de, küre-i arz, süratli, hikmetli hareketiyle bir varlık dairesinin temessül etmesine ve o varlık dairesine mahsûlatiyle beraber, en büyük bir haşir meydanın teşekkülüne vesiledir. ‘De ki, gerçek bilgi Allah katındadır.’ (Mülk Suresi, 67/26)” (Onuncu Mektup, İkinci Sual)
Şam ve civarı ile ilgili olarak Kur’an’da âyetler mevcuttur: “Süleyman’a da şiddetli rüzgarı âmâde kıldık. Rüzgar onun emriyle mübarek beldeye doğru eserdi. Her şeyin gerçek mâhiyetini Biz biliriz.” (Enbiya Suresi, 21/81) “Bir rüzgarı onun (Süleyman’ın) emrine verdik. Rüzgar onun emriyle tatlı tatlı eserdi.” (Sâd Suresi, 38/ 36)
Ayrıca Yirminci Söz’ün İkinci Makamı’nda, Üstad’ın verdiği şu misal var: “Hem mesela; Hz. Süleyman Aleyhisselamın veziri (Ashaf bin Berhiya) Yemen Kraliçesi Belkıs’ın tahtını celbetmek için dedi ki: ‘Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanına o tahtı hazır ederim.” (Neml Suresi, 27/40) Gerçekten de tahtı hazır etti. İşte bu harika hadise işaret ediyor ki; uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sureten hazır etmek mümkündür. Hem vâkidir ki: Peygamberliğiyle beraber saltanatla da şereflenen Hz. Süleyman Aleyhisselam, hem masumiyetine, hem de adâletine vesile olmak için pek geniş olan memleketinin her tarafından bizzat zahmetsiz haberdar olmak ve kendisine tâbi halkın ahvalini görmek ve dertlerini işitmek, bir mucize suretinde Cenab-ı Hak ihsan etmiştir. Demek Cenab-ı Hakk’a itimad edip Süleyman Aleyhisselamın masum diliyle istediği gibi, o da kabiliyet diliyle istese Cenab-ı Hak’tan istese ve (Koyduğu fıtrî ve tekvini) kanunlarına ve inayetine uygun hareket etse; ona dünya, bir şehir hükmüne geçebilir.
“(Üstad Hazretleri bu risaleyi yazdığı 1929 senelerinde MOBESA kayıtlarına işaret etmiş, teknolojinin gelişmesiyle insanlık bunu gerçekleştirmiştir. A.A.) Demek; Belkıs Yemen’de iken, Şam’da ayniyle veyahut suretiyle hazır olmuştur, görülmüştür. Elbette taht etrafındaki adamların suretleriyle beraber sesleri de işitilmiştir. İşte uzak mesafelerden suretlerin ve seslerin celbine haşmetli bir surette işaret ediyor ve mânen diyor: ‘Ey ehl-i saltanat! Tam adâlet yapmak isterseniz, Süleyman Peygamber gibi, yeryüzünü etrafıyla görmeye ve anlamaya çalışınız. Çünkü adâleti kendisine tabiat haline getirmiş bir hükümdar, halkını daima görüp gözeten bir padişah memleketinin her tarafından her istediği vakit haberdar olmak derecesine çıkmakla manevi mesuliyetten kurtulur veya tam adâlet yapabilir.”
Şam nasıl Hz. Süleyman Aleyhisselam bir peygamberin saltanat merkeziydi, daha sonra Şam Müslümanların da bir idare merkezi oldu. Pek çok sahabe efendilerimizin kabirleri de orada bulunmaktadır. Daha sonraları da Osmanlının önemli ve mübarek yerlerinden biri olmuştur. Bir benzetme yapacak Şam, olursa Süleyman Aleyhisselamın babası Hz. Davut Aleyhisselama benzeyen Yavuz Selim ve oğlu Kanunî Sultan Süleyman’ın da önemli ve mübarek vilayet ve bölgelerinden olmuştur.