En yakınları tarafından öldürülen ve bir derede kör bir çukura gömülen 8 yaşındaki bir kız çocuğu ve ona timsah gözyaşları döken anne, yenge, kardeş ve amca.
İşte 15 Temmuz’da boğaz köprüsünde masum askeri öğrencileri bıçakla boğazlayan zihniyetle Narin’i katleden zihniyet aynı zihniyet. Günahlarını/yolsuzluklarını örtmek için masumlara kıymayı mübah gören zihniyet. Ne acıdır ki bu zihniyet bugün bir köye değil koca bir ülkeye hâkim.
Yine 15 Temmuz’da boğaz köprüsünde ve farklı yerlerde keskin nişancılar tarafından vurulan 250 masumun katillerini örten zihniyetle, Narin’i yok etmek için dereye gömen zihniyet aynı. Ne yazık ki faili meçhuller ülkesi Türkiye’ye aynı ilkel/vahşi zihniyet hâkim.
Finlandiya Göçmenlik Ofisinin hazırladığı raporda tespit ettiği gibi, devletin karakol ve hapishanelerinde yapılan çeşit çeşit işkence ve tecavüzleri ortaya çıkarmayan zihniyetle, Narin cinayetini örtmeye çalışan vahşi zihniyet aynı lanetli düzen. Üzücü olan o ki çoğunluk düzenden ve gidişattan memnun!
Hatırlayacaksınız. Geçen yıl Aralık ayında 2023/276683 sayılı soruşturma kapsamında, 7 Mayıs 2024 günü İstanbul Emniyeti, Çocuk Şube Müdürlüğü tarafından bir operasyon gerçekleştirilmişti. Operasyonda, yaşları 12 ile 17 arasında değişen 15 kız çocuğu göz altına alınmıştı.
İnsanların haklarını korumakla yükümlü yargı organları meşum ellerini kız çocuklarına uzatmış, masum yavrulara belki de hayatlarının en büyük travmasını yaşatmıştı. Yaşı küçük kız çocuklarından biri şüpheli (SSÇ-Suça Sürüklenen Çocuk) sıfatıyla gözaltına alınmış, diğer 14’ünün ise ‘tanık’ olarak ‘temin edildikleri’ iddia edilmişti. Halbuki uygulamada çocukların tamamına şüpheli hatta suçlu/terörist gibi muamele yapılmıştı. Narin’e kıyan ‘saraya bağlı muhtar rejimiyle’, masum yavrulara bu acıları yaşatan sözde yargı güçleri aynı haydut zihniyet.
Şafak baskınıyla, saat 05.00 sıralarında terörist gibi evlerinden zorla alınan çocuklar hakkında adli muayene raporları aldırılmış, yakınlarına haber verme tutanakları düzenlenmiş, avukatları ve aileleri ile görüşmeleri kısıtlanmış ve iddia edildiği gibi ‘tanık’ değil ‘bir suçlu’ gibi sorgulanmışlardı. Kötü muameleye maruz kalmış, psikolojik şiddete uğramışlardı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 10 Haziran 2024’te hazırlanan 529 sayfalık 2024/6636 sayılı iddianame İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilerek dava süreci başladı. 21’i tutuklu toplam 41 sanığın yer aldığı iddianamede, sanıklara, 12 üniversite öğrencisi genç kızın ortaokul ve lise çağındaki çocuklara İngilizce ve dini dersler vermesi çerçevesinde tamamı yasal faaliyetler ile ilgili olarak, 117 farklı terör eylemi atfedildi.
Davanın görülmesi bugün başladı. Umarım mahkeme beni yanıltır. Mahkemelerin tiyatro salonuna ya da Narinlerin köyüne dönmediğini ispat eder ve beni de tekzip eder.
Kusursuz, Suç ve Ceza Olmaz
Bugün mahkemesi görülecek bu kızlarımız ne yapmış? Buluşup ders çalışmış, İngilizce öğrenmiş, birlikte alış-veriş merkezine gitmiş, sohbet/muhabbet etmiş ve oyun oynamış, kahve içmiş vs. Bunlar mı suç? Yuuh olsun sizin hukuk ve insanlık anlayışınıza! Bu anlayışa sahip olanlar devlet ve hukuk adamı olamaz ancak olsa olsa mafya olur.
Suçsuz Cezalandırılamaz!
Suçsuzu Cezalandıran Şerefini Kaybeder
Suçsuza Ceza Veren, Dünya ve Ahiretini Karartır
Bu alemde kendi iradesiyle adaleti gerçekleştirme yerine zulmetmeyi tercih edenler; hiçbir suçu olmayan masumların hayatlarını karartan zalim savcı, hâkim ve idareciler hem vicdanlarını hem dünyalarını hem de ebedi hayatlarını karartırlar. Ötelerde aydınlıktan, her türlü nimet ve huzur ve sevinçten de mahrum kalırlar. Kur’ân’ın beyanıyla bazı yüzlerin ağaracağı bazı yüzlerin ise kararacağı kıyamet gününde, (Bkz. Âl-i İmrân, 3/106) “Ceza amelin cinsindendir.” fehvasınca başkalarının dünyalarını kararttıkları için kapkara kesilirler. Karanlık rejimin, karanlık savcı ve karanlık emniyet güçleri ve kapkaranlık hâkimler kendi hayatlarını karartmakla kalmaz bir milletin de dünya ve ahiretini karartırlar. Zira masumların cezalandırılışını seyreden millet de helaki hak eder.
Suçsuza Ceza Veren Bedelini Öder
Dünyada zalimler/diktatörler tarafından engellenen adalet, ahirette kurulacak olan mahkeme-i kübrâda gerçekleşir; hak, batıldan, haklı haksız birbirinden ayrılır. Masumlarını cezalandıran zalim, yapıp-ettiklerinin ve ettirdiklerinin karşılığını bulur; hiç kimse Allah’tan ve ilahî adaletten kaçamaz.
Dolayısıyla dünyada hakkı yenilenler ötelerde bütün haklarını eksiksiz alır ve zalimlerin dünyada muvakkat sevinmelerine karşılık ebedi sevinirler. Zalim de ebedi kaybedişi karşısında hasret içinde hasret, hüsran içinde hüsran yaşar. Hukukun temel ilkelerini ve adaleti rafa kaldırarak baskı, zulüm ve işkenceyle temel hak ve hürriyetleri yok sayanlar bu acı hasretin vereceği kahırla ellerini/parmaklarını ısırır, ah u vah ederler: “O gün zalim, parmaklarını ısırır ve ‘Eyvah! der, keşke o Peygamberle birlikte yol tutsaydım. -İlahi hukuk ve adaletten ayrılmasaydım. Zalimle aynı safta yer alıp ona destek olmasaydım- Eyvah! Keşke falanı/zalimi dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten/adaletten beni o uzaklaştırdı.’ İşte (insî ya da cinnî) şeytan/zalim, insanı -böyle uçuruma sürükleyip sonra da- yüzüstü, yapayalnız bırakır.” (Furkân, 25/27-28)