NUMAN YILMAZ YİĞİT
Gün geçmiyor
ki güzel ülkemizin güzel insanlarını üzen, hiç de ülkemize yakışmayan bir kısım insan hakları ihlalleri yaşanmasın.
Hele çocuk, kadın ve yaşlılara yönelik ihlaller
yok mu, gerçekten hepimizin içini yakıyor.
Hangi
birini sayabilirsiniz ki? İhlaller o
kadar büyük bir yekûn teşkil ediyor ki insanlar kendi devletlerine karşı dernek
ve sivil toplum kuruluşları kurmak ,örgütlenmek, organize olup mücadele vermek zorunda kalıyorlar .Kendi ülkesinin hukuk
sistemine güveni kalmayan vatandaşlar ,ülke dışında uluslararası mahkemelerde
hak hukuk aramak durumuna düşüyorlar.
Aslında bu ,bir devlet ve yöneticileri
için utanç verici bir durumdur. Türkiye
Cumhuriyeti kurulalıdan beri AHİM gibi uluslararası kuruluşlara,
bu denli bir müracaat patlaması yaşanmadı. Bu durum adı ‘Adalet ‘olan
bir parti için yüz kızartıcı bir sebep olmalıydı, ama ne gezer!
Hala ders
alınmamış olacak ki, bir şekilde ,bu üzücü olaylar devam etmektedir. En son
yaşanan hadise ile ilgili kısa bilgi notunu paylaşmak isterim.
‘’ 7 Mayıs 2024 günü sabahleyin İstanbul’un Beylikdüzü ilçesinde,
polis KOM VE TEM birimleri
tarafından yapılan operasyonda Gülen hareketi ile ilişkilendirilen
özellikle genç kız öğrenciler ve onlarla birlikte 49 kişi
gozaltina alındı.Gözaltına alınan alinanlarin 13-25 yas arasi ortaokul,
lise ve
üniversite öğrencileri ile bu ogrencilerin anne babaları olduğu ortaya
çıktı. Operasyon esnasında evler zorla aranıyor, kız çocukları
güç kullanılarak aile ve avukatlarının itiraz ve ikazlarına rağmen itile
kakıla
,güç kuvvet kullanılarak polis arabalarına bindirilerek karakola
götürülüyorlar.
Peki
bu kadar telaşın sebebi ne?
Bütün bu
gürültünün sebebi‘Yaslari 6-12 arasinda degisen çocuklara ingilizce ogretmek, birbirlerinin
çocuklarına ders takviyesi yaparak yardımcı olmak, eğitim
danışmanlığı vermek ,üniversite öğrencileri olarak
birlikte ev kiralayıp birlikte yaşamak ’tan ibaret. Bu , ‘’Suç ‘addedilen
hususların hepsi de ‘İlim, öğretmek, okumak ‘la ilgili. Yani hem dinin hem de
medeniyetin temeli olan değerler, yani‘ Okumak ve Öğrenmek’. Yasal olarak
bunlar suç mu? Değil. Peki ,bu yaştaki masum çocukların, meşru bu tür
sebeplerle ‘terör ‘eylemi ile irtibatlandırılıp
tutuklanmaları, karakola götürülmeleri
hangi akla vicdana sığar? Bir devlet veya herhangi bir kurumu nasıl olur da bir
çocuğa ‘terörist’ suçlaması yönelterek ona ağır bir travma yaşatabilir? Bu işleri
yapanlar kimdir, bu hakkı onlara kim ve nasıl
vermektedir? Bir devletin şefkati -eğer varsa-nasıl oluyor da evlatlarına bu
kötü muameleyi reva görebiliyor?
Bunula da
kalmıyor maalesef kötü muameleler.’Gözaltı esnasında 18 YAS ALTI 16 ÇOCUĞ’un , 15
SAAT , yanlarında avukatları olmadan tehdit, psikolojik baskı ve işkence altında ifadeleri
alınıyor. Hatta çocuklardan anne babaları aleyhine itirafçı olmaları için baskı
yapılıyor. Avukatlarına, anne babalarına ulaşmaları engelleniyor. İçlerinde ağır hastalığı olan kadınlarında
bulunduğu yetişkinler ‘Etkin pişman’
lığa zorlanıyor, kabul etmediklerinde de
tutuklanıyorlar. Küçük yaştaki çocuklar bir cani gibi takip ediliyor, video ve
fotoğrafları kaydediliyor, telefonları dinleniyor.’ Bu maddi manevi büyük bir
cinayet değilmidir? Yetkililer bu durumun’
özel hayatın gizliliğinin ihlali ve çocukların suçsuzluk karinesinin
ağır bir şekilde zedelenmesi anlamına gelmekte’ olduğunu ifade etmektedirler.
Bu bir devlete yakışır mı? Hayır. Eğer ortada
bir suç örgütü var , içlerinde ,çocuklarında olduğu bir gruba bir operasyon
yapılacak ise bunun yapılış prosedürü bu
mudur? Çocuk koruma
mevzuatı 5395 no’lu kanunun ‘Temel İlkeler’ ine bakıldığında bu
kanun maddelerinin tek amacının çocuğun iyiliği, hayrı, ıslahı ,korunması iken ,bu
operasyon da ne hukukun ne de kanunun ne de çocukların iyilik ve yararının gözetilmediği
,açık bir şekilde ihlal edildiği görülmektedir. Tutuklanan kişiler suçlu bile olsa ,onlar mahkemeye çıkıp ta hüküm verilene
kadar masum değiller mi? Onlara kanun ve mevzuat çerçevesinde insana layık
muamele yapmak ,yasal haklarını korumak ,görevli memurların vazifesi değil mi? Amir veya memurlar keyfi
muamele yapabilirler mi? Tabi ki yapamazlar, yapmamalılar. Fakat maalesef
yapıldığı görülmektedir. Onların bu yaptığı, görev adı altında devlete ve
millete düşmanlıktır. Zira keyfi olarak yaptıkları bu kötü muamele ile bu
çocukların bilinçaltında devlete, polise,
vatana ve milletine karşı nefret duyguları uyandırmaktadırlar ki, bunu
yapmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Acaba böyle bir konu bu olaylara neden
olanların umurunda mı?
Bu
yapılanlar insanlıkmı dır? Küçücük çocuklara sabahın köründe bu travmayı
yaşatmak hangi vicdana sığar? İnsan gerçekten merak ediyor ;bu operasyonu
planlayan, yapan amir ve memurlar nasıl insanlar? Hangi motivasyonla bu kadar
kötü olabiliyorlar? Bunların eşleri ,çocukları yok mu? Hiç mi empati duyguları
kalmadı? Bu kadar nefret neden? Kaldı ki bunlar çocuk. Eskiden karakollar
sempatik güler yüzlü amir ve memurlarla dolu idi. İnsanlar o karakollara uğradıkları
zaman insan olduklarını hatırlarlardı. Acaba bu insanlar hırsıza ursuza, mafya’
ya ,uyuşturucu ticareti yapan, vergi kaçıran vs. karşı da bu kadar nefret, hınç duyuyorlar mı?
Bir devlet güçlü, eli silahlı, akçeli ,arkası
sağlam ,mevki makam sahibi asıl suçlu kişilere diş geçiremiyor da ,nerede aciz,
savunmasız, masum, arkası olmayan insanlar
var, ,sadece onlara diş geçirmeyi marifet sayıyorsa ,bu , o
devletin, o devleti yönetenlerin de acziyeti demektir. Gücü ancak zayıflara
yeten bir iktidara , iktidar denilebilir
mi? Bu türden uygulamalar aslında bir millet için maddi manevi yıkılmışlık
göstergesidir. Ya bir de bu olumsuzlukların
Müslüman olduklarını iddia eden bir iktidarın kontrolü altında cereyan etmesine ne
demelidir? Bu insanlar kime ve neye tabidirler acaba? Hangi kaynaklardan fikir
almaktadırlar? Halbuki Efendimiz (as)ın uygulamalarına bakıldığı zaman her bir
icraatında adalet, denge, şefkat, merhamet ve centilmenlik müşahede
edilmektedir.
Beni Mahzûm kabilesinden Fatıma adında
bir kadın hırsızlık yaptı. Bu olay sebebiyle Kureyşliler çok üzüldü.
Kabileden bazıları bu hadiseyi bir onur meselesi haline getirdiler.
Onun içinde cezasının
affedilmesi için Hz. Peygamber’in çok sevdiği
Üsâme b. Zeyd’i aracı olarak gönderdiler. Üsâme meseleyi Efendimiz (as)a
açtığı zaman Resûl-i Ekrem (as)yüzünün rengi
değişti ve bundan çok rahatsız oldu. “Allah’ın verdiği bir cezanın affı
için mi şefaatçi oluyorsun?” diyerek öfkelendi .Bunun üzerine hemen
ashabına hitaben bir konuşma yaptı ve onlara şöyle dedi; “Sizden
önceki milletlerin
yok oluş sebeplilerinden biri , aralarından soylu, mevki ve makam
sahibi güçlü
biri hırsızlık yapınca onu bırakır, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık
yapınca da
onu hemen cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in
kızı Fâtıma hırsızlık etseydi onun da elini keserdim” dedi (Buhârî,
“?udûd”,
13)Bir ülkede ‘Adalet’ hakim
değil, hakim ve davalar çeşitli borsalarda satılır hale geldiyse bir
Müslüman için ülkede yaşanan bunca
yıkılmışlıklara bir sebep aramaya gerek yoktur.
Her yönetimde,
her hukukta, her dinde her kültürde her ülkede her şartta çocuk ,yaşlı ve kadınlar ,onlara ait hukuk , ayrı bir
ihtimamla ele alınır. Onlar taraflar arası yaşanan olumsuzluklarda ,şiddet
yönünde aktif olmadıkları sürece ,ayrıcalıklı olarak muamele görürler. Savaş
hukukunda da bu böyledir. İslam hukukunda da ,gerek savaşta gerekse de savaştan
sonra çocuk ,kadın ve yaşlılara iyilik, hayır ve merhametle muamelede
bulunulması emredilmiştir.
‘Kadınlarla çocukların da cepheye
sürüldüğü Huneyn günü Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve
sellem) gözüne, kendilerine saldıran Hevâzinli kadın ve çocuklar
karşısında kılıcını çeken ashâbı takıldı ve onları göstererek yanındakilere,
“Şu insanlara ne oluyor ki; çoluk çocuklarına varıncaya kadar onları öldürmeye
kalkışıyorlar!” diye seslendi ve ilave etti:“Dikkat edin ve sakın ola ki
onların çoluk çocuklarını hedef alıp da kimse onlara ilişmesin!”
Dikkat buyurun! Bu kadın ve
çocuklar, içinde yaşayıp durduğu masum evinde oturanlar değil, o günün
şartlarında yaklaşık yetmiş kilometrelik mesafeyi kat edip askerlerle Huneyn’e
kadar gelmiş ve ellerinde ok, mızrak ve kılıçlarla cephede erkekler gibi aktif
savaşmaktadır!Muhtemelen bu mesajdaki derinliği o ân için anlayamayan ve o
dakikada yanında bulunan muhataplarından Üseyd İbn-i Hudayr, “Yâ Resûlallah!”
dedi. “Onlar müşriklerin çocukları değil mi?”
Allah Resûlü ona döndü ve “Sizin en hayırlılarınız da müşriklerin çocukları
değil mi?” dedi.( Vâkıdî, Megazî 603,604; Buhârî, Cenâiz 92 ,Peygamber Yolu’ndan
naklen)Bu kötü muameleye tabi tutulan, travma yaşatılan masum çocuklar savaşta
mı esir alındı? Bunlar düşman ülkenin mi askerleri, çocukları? Bunlar-bağışlayın-
gavur mu? Yok, hayır. Bunlar, Türkiye
Cumhuriyeti’nin dinine bağlı ,ahlaklı, eli kalem tutan okumaya
,öğrenmeye ,ilme, bilime meraklı , henüz reşit olmamış ,ceza-i ehliyetleri
olmayan tertemiz ,masum evlatları değil mi? Bu kin nefret nedir ,kimedir? Neye
göredir?
Bizim dinimizde ve Milli
geleneğimizde esir her zaman aziz tutulmuştur. Alpaslan’ın Romen Diyojen’ e
yaptığı muameleyi anlata anlata bitiremeyiz. Bulgarlar bile Edirne Müdafi Şükrü
Paşa’ya onurlu mücadelesinden dolayı centilmence davranmış ve kılıcını iade
etmişlerdir. Bu kişilere yetişkin oldukları halde böyle muamele yapılıyorsa , kadın ve çocuklar haydi
haydi bu tür muamelelere tabi değil
midirler?
Nezarete alınan, saatlerce ,psikolojik
baskı altında anne babalarından ayrı , ebeveynlerine iftira atmaları için zorlanan
çocuklara yapılan muamele de nedir, ne ile izah edilebilir? Onlar bir bakıma
hürriyetleri ellerinden alınmış esir hükmündedirler. Bir de üstüne üstlük çocuk ve kadındırlar.
Dinimizce, savaş sonrası esirlere bilhassa kadın ve
çocuklara yapılan muamele şekli ibretamizdir. Efendimiz (as)Bedir
savaşı sonrası esirlere güzel muamelede bulunulmasını emretmişti. Olayı bizzat
yaşayan ve henüz çocuk yaşta olan ,Mus’ab b Umeyr’ in kardeşi
Aziz ibn Umeyr anlatıyor. Aziz ,Bedir esirleri arasında
idi Efendimiz (as) ‘Esirlere iyi muamelede bulunun ‘buyurdular. Ben
Ensar’dan bir grubun yanında idim. Öğle ve akşam yemekleri geldiği zaman Ensar Rasulullah’ın
tavsiyesi üzerine kendileri hurma yer ,ekmeği de bana verirlerdi. Sahabe-i
kiram (ra)Peygamber(as)ın emrini yerine getirme hususunda o kadar hassas
davranıyorlardı ki kendileri yemez ,esirlere ve muhtaçlara yedirirlerdi. Kuran
onların bu güzel hasletlerinden bahsederken’
Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire
yedirirler.’( İnsan, 76/8)buyurarak onları takdir etmektedir.
Nerede Kurani nebevi ahlak, nerede ‘Ağaç kökü yesinler!’ diyen ahlak-ı
rezile...
Buradaki , düşman konumunda olan yetişkin esir askerlere
bile iyi muamelede bulunma emri ,onların
insanlık onurlarının korunması ile ilgili bir hassasiyet gözetilmesi, evleviyetle
çocukları da içine alan bir emirdir.
İşte ,milli ve
dini değerler ortadadır. Masum çocuklara hukuk dışı bu muameleyi yapan kişiler
ister amir ister memur olsun ,acaba hangi dinden, hangi milliyettendir ki bu
derece sorumsuz ve kuralsızca hareket edebilmektedirler? Bir kısım işgüzar
memurların ,üstlerine yaranmak, terfi almak ,menfaat devşirmek için din ve
vatan düşmanlığına varan icraatlara imza atmaları ,halkın bütün bütün
iktidardan ümidini kesmelerine artık
dert, ıstırap ve şikayetlerini, bu
olaylara sebebiyet veren ,göz yuman, aldırış etmeyen, yetkisi olduğu halde mani
olmayanları ,Allah’a havale etmeye çoktan başlamışlardır. Mazlumiyet ve
mağduriyet içinde olan kişilerin sığınağı Allah’tır. Allah mazlumun duasını
reddetmez. ’Mazlumun bedduasını almaktan sakın ve bundan kork. Zira mazlumun
duası ile Allah arasında bir perde yoktur.(
Buharî, Mezâlim 9)
Dileriz Allah mazlumun ahını sadece zalimden
alır da insanımızı bundan muhafaza buyurur. Her ne kadar sünnetullah böyle
cereyan etmese de duamız budur.