T24 Yazarı Hakan Aksay, bugünkü köşe yazısında Erdoğan'a ait olduğu iddia edilen söylemleri 'Şaşırtıcı... Ürkütücü... Korkunç...Bir başbakan böyle sözler söyleyebilir mi?' diyerek eleştirdi.
"Adi, kepaze, namussuz herif!"
Hiçbir yazımda bu kelimeleri kullanmamıştım.
Bugün kullanıyorum.
Ama sahiplenerek değil.
Kınayarak.
Kendi ağzımdan değil.
Alıntı yaparak.
Kim mi bu sözleri söyleyen?
Dün yayımlanan skandal ses kayıtları doğruysa eğer...
Ne denebilir?
Şaşırtıcı... Ürkütücü... Korkunç...
Bir başbakan böyle sözler söyleyebilir mi?
* * *
Evet, bence söyleyebilir.
Yani bizim Başbakanımız pekâlâ söyleyebilir.
Dün akşam sakin sakin oturup (böyle günlerde sakin oturulur mu hiç!) ikinci Ukrayna yazımı bitirmeye çalışıyordum.
Televizyon açıktı.
Her zamanki rezalet haberleri birbirini izliyordu. (Dün Aydın Abi [Engin], tüm iyimserliğiyle "ses kaydı tsunamisi... korkarım bir gün yalama olacak" diyerek rezilliklerin kanıksaması tehlikesine dikkat çekiyordu. Bence milyonlarca insan açısından daha şimdiden "yalama oldu", kanıksandı bile.)
Birdenbire "malum bağıran ses" odamda patladı:
- Adi, terbiyesiz herif!..
Kafamı ve kaşlarımı kaldırıp baktım.
Erdoğan, Malatya'daki konuşmasında, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na hitap ediyordu:
- Bu kadar adilik, alçaklık olamaz! Sen aynaya bak! Benim rahmetli anneme hakaret edecek kadar adisin! Terbiyesiz herif!..
Galiba bir parti liderine yönelik olarak ilk kez alenen böyle kelimeler kullanılıyordu.
Önceki gün o konuşmayı izlediğim için söz konusu sahneyi çok iyi hatırlıyorum: Kılıçdaroğlu Başbakan'a yönelik "aile boyu yolsuzluk" tezini dile getirirken, yalnışlıkla annesinden de bahsetmiş, ama devirdiği çamı hemen anlayıp mahcup bir yüz ifadesi ve el hareketiyle alelacele özür dilemişti.
* * *
Özür...
Bu kelime Erdoğan'ın lügatinde yok.
O alışık olduğu iki pozisyonu - "mağdur olma" ve "delikanlılık-kavgacılık" - aynı anda yakaladığını düşünerek coştu ve bu durumu oya çevirme gayretine girdi.
Kendisini daha önce "Türk ve Müslüman toplumunun geleneksel kutsal değerlerinin savunulması" kapsamında, "annelerin ayağı öpülür" türü bir konuşma yaparken dinlediğimi hatırlıyorum. ("Ananı al da git" sözü de hafızamda; o da ayrı konu.)
Şimdi ölmüş annesine yanlışlıkla da olsa dil uzatmış olan muhalefet liderine "adi, terbiyesiz herif" derken, kutsal değerleri ve toplumu (seçmeni) arkasına alarak, Kılıçdaroğlu'na - eline geçirse hemen oracıkta - bir temiz dayak atmakta kararlı olduğu izlenimini veriyordu.
Bir ara Başbakan'ın bazı bakanlara fiziksel şiddet uyguladığı (örneğin, eski Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç'ı tokatladığı) yolunda haberler çıktığı aklıma geldi.
Başbakan'ın gözü dönmüş yüz ifadesine ve bu gerginliğin yükünü kaldırmakta iyice zorlanarak boynundan taşmaya çalışan damarlarına bakmak için televizyona yaklaştım...
"Ne günlere kaldık" gibi anlamsız bir cümle telaffuz ederek sakinleşmeye çalıştım.
* * *
Ardından son ayların tartışılmaz temel haber kaynaklarından biri olan Artı Bir TV'nin ana haber bülteni "Canlı Gaste"de yeni ses kayıtları "müjdelendi":
Pardon. Konuşmuyordu.
Azarlıyordu. Aşağılıyordu. Korkutuyordu.
Telefonun öbür ucundaki muhatabının üzerinden tank gibi geçiyordu.
Demirören, önce - herhalde eski ilişkilerine dayanarak eleştiriyi geçiştirebileceği tahminiyle - "sen" ve "patron" diye hitap ettiği Erdoğan'ı yatıştırmaya çalıştı:
- Üzdüm mü seni patron?
Ama karşısındaki adam geri adım atmak şöyle dursun, yüklendikçe yükleniyor, sağlı sollu sözel yumruklarla onu köşeye sıkıştırıyordu.
Daha sonra Demirören'in sesi kısıldı. Üslubu değişti. "Sayın Başbakanım" demeye başladı.
Bir yerde iyice tıkandı...
Ve ağladı...
Doğrusu tüylerim diken diken oldu.
Biliyorum, Demirören de dahil bu medya düzeninin patronlarına da söylenecek çok söz var.
Ama o an...
Sadece içim acıdı...
1954 doğumlu bir adam, 1938 doğumlu, yani babası yaşında bir ihtiyarı sözleriyle acımasızca dövüyordu.
İçimde bir isyan dalgası kıpırdadı.
Hani "Türk ve Müslüman toplumunun geleneksel kutsal değerlerinin savunulması"?
İnsan babası yaşında birini ağlatacak kadar hırpalar mı!
Ayıp değil mi!
* * *
Ayıp mı?..
Neler söylüyorum ben!
Ne kadar da safım!
"Türkiye bu kavramları çoktan geçti", değil mi?
Sadece kavga var ortada. Ölümüne mücadele. Hatta savaş!..
Elinde koskoca bir pala varmış gibi sağa sola saldıran, hoşuna gitmeyen herkesi - ama istisnasız herkesi - hedef alan bir "terminatör" var sanki.
Bir kâbus filmi misali...
Ve dizinin dünkü serisinde, Milliyet'te Namık Durukan tarafından yapılan "İmralı zabıtları" haberi sonrasında başlayan fırtınanın önemli bir aşaması seslendiriliyordu.
Erdoğan kükrüyordu:
"Adi, ahlaksız, kepaze, namussuz herifler!.."
Milliyet'ten Hasan Cemal'in, Can Dündar'ın, Derya Sazak'ın, Tahir Özyurtseven'in atılmasıyla sonuçlanan kirli oyunun kilit sahnesiydi bu.
Ve Başbakan, "adi, ahlaksız, kepaze, namussuz herifler!" diyerek sadece ve sadece gazetecilik yapan meslektaşlarımıza hiç utanıp sıkılmadan hakaret ve küfürler yağdırıyordu.
* * *
"İmralı zabıtları" ve sonrasında yaşananlar üzerine ben de dahil çok kişi, çok şey yazdı. Daha da yazılacak.
Kirli bir piyes bu.
Ama perde kapanmadı henüz.
Binlerce, yüz binlerce, milyonlarca "adi, ahlaksız, kepaze ve namussuz herif" son sözünü daha söylemedi.
Bu arada söz konusu telefon konuşmasından sonra "Kimse bugüne kadar benimle bu kadar ağır konuşmadı" diye kederlendiğini öğrendiğimiz Demirören'e bir sorum var.
Hani, dün akşam dinlediğimiz ses kayıtlarında, gözyaşları boğazına düğümlenerek Erdoğan'a, daha doğrusu kendine isyan ederken şöyle diyordu:
- Nasıl girdim ben bu işe?..
Sahi, nasıl girdiniz bu işe, Sayın Demirören?