Her gün tonla yalan, iftira, karalama haberi manşetten yayarken, aldıkları maaşlar, işgal ettikleri koltuklar sanal itibar kazandırırken iyi gazeteci, patron kovunca da cefakar dava adamı oluverenlere Ali Ünal akıbetlerini hatırlatan bir yazı yazdı. Ünal, ''Kur’ân masumlara iftira atanların dünyada ve Âhiret’te lânetlenmiş olduklarını beyan buyururken 'bu yüz kızarmazlık nedir'' diye sordu.
İşte Ünal'ın o yazısı
***
Bir de din, dava, iftira demiyorlar mı?
Zalimi, haksızı, yolsuzu savunabilmek ve hukuk ve adalet adına sadece vazifesini yapanları ve Âhir Zaman’da İslâm’ın ve Müslümanların yüz akı bir Cemaat’i her türlü töhmet altında bırakmak için tonlarca yalan söylediler ve iftiralar attılar.
Fakat Kur’ân’ın “Zulm işleyenlere meyletmeyin, yoksa size Ateş dokunur.” ikazının daha ilk ve küçük bir tecellisi olarak, destek verdikleri zalimlerin bir çıngısına maruz kalınca Din’den, davadan, iftiradan, yalandan söz etmeye başladılar. Ama manşetlerden söyledikleri yalanları ortada iken, “Okuyucuyu aldatmadık, yalan söylemedik.” diye yine yalana başvuruyorlar. Ekrem Dumanlı Bey’in “Ey Akşam Gazetesi! Bu kadar yalan ve iftirayı uydurduğuna göre sende ne şeref kalmış, ne ahlâk. “Zerre kadar onurun varsa Zaman’a yaptığın iftirayı kabûl et!” meydan okuması halâ cevap bekliyor. Hakkını yemeyelim, zamanında Ekrem Bey’e hakikaten “esaslı!” bir cevap vermiş. Ekrem Bey’in tam 2 yıl önce “Polis’e ve Yargı’ya yönelik eleştiriler Ergenekon’un işine yarayacaktır.” ikazına, “Herkes bilmelidir ki, terör örgütüyle, çetelerle ve Ergenekon’la mücadele kararlı bir şekilde sürdürülecektir. Ve Ergenekon davalarının akamete uğraması asla söz konusu değildir. Daha da önemlisi, darbecilerle, vesayetçi anlayışla ve terörle mücadele milletin ortak iradesinin bir sonucudur.” diye yazarak, müthiş öngörüsünü ve firasetini ortaya koyuvermiş! Ama terör örgütü önünde diz çökülmesi, Ergenekon davalarının akamete uğratılması, “milletin ortak iradesi”ne ihanet edilmesi karşısında Ocaktan, diz çökenleri, boşa çıkartanları, ihanet edenleri alkışlamaya devam etmiş.
Hz. Bediüzzaman (r.a.), Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) peygamberliğini ve mutlak sıdkını ispat için muazzam bir ölçü verir: “Âdi bir meselede, küçük bir topluluk içinde, küçük bir vazifede bulunan küçük bir şahıs da olsa, aklı başında bir adam, münazaralı davalarda, yalanı açığa çıkıp da mahcup olmaktan korkar ve yalan söyleyemez.”
Sıradan bir insan, münazaralı küçük bir meselede küçük bir topluluk karşısında yüzü kızarmadan yalan söyleyemezken, 11,5 aydır pek büyük meselelerde, tarih ve milyonlar önünde, yüzleri kızarmadan büyük büyük tonlarca yalanları söyleyenlerin insanlıktan nasibi nedir? Fahr-i Razî İblis’in dahi Allah karşısında yalan söylemekten utandığını beyan ederken, bunlar hangi varlık türüne girmektedir? Şeriat mahkemesi Müslüman da olsa yalancı ve müfterînin şahitliğini kabûl etmez ve Kur’ân masumlara iftira atanların dünyada ve Âhiret’te lânetlenmiş olduklarını beyan buyururken (24:23) tonlarca yalan ve iftirayı hem de medya diliyle yayanların Din’den nasibi var mıdır?
Bir de Din adına, Risale-i Nur adına bunların arkasında sıralananlar, ma’rufu emr, münkerden nehiy vazifesini yapmamanın da ötesinde, münkere destekle “aşağılık maymunlar olma” (7:163); nifak, gerçekleri gizleme, günahta ve haram yemede yarışma ve bu yarışanları ikaz ve men etmeme sebebiyle “lânetlenip hınzırlar, maymunlar ve tağutun kulları kılınma” (5:60–64) tehditlerinden korkmazlar mı?
Daha neler yaşayacağız neler? Belki Cemaat, Hz. Fâtıma (r.ah.) gibi “Maruz kaldığımız musibetler gündüzlerin üzerine gelseydi, o gündüzler gece olurdu!” diyecek seviyede sınanacak. Ama sonunda Türkiye onlarla birlikte muhteşem bir baharın sabahına uyanırken, yalancılar, iftiracılar ve destek oldukları zalimler, onların da destek olduğu başka zalimler eliyle ateş üzerine ateşe maruz kalırken bugün savunduklarının ve birbirlerinin işlediklerini manşetlerden ve ekranlardan ifşa ve Cemaat’ten, milletten özür dileme yarışına girecekler. Tabiî, bir de Âhiret var.