Türkiye’de başta medya olmak üzere birçok kesime yapılan baskılardan bahseden Dumanlı, “Korkum şu; böyle giderse, baskı sistemi böyle devam ederse medya susturulur, hatta belki siyaset sahası için iddialı bir şey söyleyeceğim ama endişemi söylüyorum. Elimde somut bir şey yok, belki de bu son seçim olur." dedi.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Medialog Platformu’nun düzenlediği, 'Muhalif Medyaya Cadı Avı' konulu toplantının konuğu Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı oldu. Taksim Elite World Hotel'deki toplantıya yerli ve yabancı medya mensupları ile vakıf temsilcileri katıldı.
Gözaltına alınma süreci ve yaşadıklarını anlatan Ekrem Dumanlı, Türkiye'de medya üzerinde ağır baskılar olduğunu ve muhalif gazeteci ve medya gruplarının bu baskından etkilendiğini söyledi. Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca'nın tutuklanması, gazeteci Sedef Kabaş’ın tweet attığı için gözaltına alınması ve ‘Alo Fatih’ olayını medyaya baskı örnekleri olarak veren Dumanlı, "Türkiye’de muhalefet eden siyasi partiler üzerine de korkunç baskı olduğunu görüyorum. Bir siyasi parti (İdris Naim Şahin), partiyi kurduğunu açıklamak için otel bulamadı, oteller açılış programını iptal etti. Bir başka eski AK Partili parti kurdu (İdris Bal), toplantı yapacak salon bulamadı. Sayın Kılıçdaroğlu, bir kere yumruklandı, geçen gün de ayakkabı fırlatıldı. Ben hem medyanın, hem muhalefetin çok ağır baskı altında olduğunu görüyorum. En çarpıcı örneği BBP Başkanı’nın açıklaması oldu. Sayın Destici basın toplantısı yaptı ve partisini bölmek için Türkiye'deki istihbarat biriminin yoğun gayret gösterdiğini söyledi. Ona hala ‘böyle bir şey yok’ diye bir cevap gelmedi." şeklinde konuştu.
‘BÖYLE GİDERSE MEDYA SUSTURULUR’
Türkiye'de kuvvetler ayrılığı konusunun önemli olduğunu ve bu gidişle medyanın susturulacağını belirten Dumanlı, yaklaşan genel seçimlere ilişkin dikkat çeken bir düşüncesini paylaştı. Dumanlı, “Korkum şu; böyle giderse, baskı sistemi böyle devam ederse medya susturulur, hatta belki siyaset sahası için iddialı bir şey söyleyeceğim ama endişemi söylüyorum. Elimde somut bir şey yok, belki de bu son seçim olur." ifadesini kullandı.
Bu arada, toplantıya katılan yabancı basın mensubunun, 'Son seçim olabilir.' sözünü açmasını istemesi üzerine Dumanlı, şöyle konuştu: "Ben korkumu endişemi söylüyorum. Bu sadece benim endişem değil. Aşağı yukarı 8-10 ay önce Sayın Erdoğan'ın 30 yıllık arkadaşına rastladım. Halen çok yakın arkadaşı. Bana gazetenin yaptığı yayınların çok sert olduğunu ve Hizmet Hareketi’nin de yanlış tutum içinde olduğunu söyledi ve bazı eleştirilerde bulundu. Ben ona şöyle bir cevap verdim; Mesele AK Parti-Hizmet Hareketi meselesi değil, daha köklü. Mesele öyle olsaydı ne Hasan Cemal'in sıkıntı çekmesine, ne Derya Sazak'ın işsiz kalmasına, ne diğer medyadaki insanların baskı altına alınmasına gerek olurdu. Sen 30 yıldır aile dostusun, sana basit bir soru sormak istiyorum dedim. Türkiye nereye gidiyor? dedim. Bu gidişle Türkiye ne olur? Bir İsviçre mi, bir Fransa, Almanya Amerika mı olur? Bana gülerek ‘Nereye gideceğini ben görüyorum’ dedi. ‘Böyle devam ederse bir Özbekistan olur’ dedi. Neden Özbekistan? diye sordum. ‘Orada da bir lider var, onun kızı, oğlu, damadı, damadının arkadaşı, kızın arkadaşları bir aile memleketi yönetiyor’ dedi. Bunu söylerken dikkat ettim hala Erdoğan'ı çok seviyor ve söylerken de acı çekiyordu. Neden böyle söylüyorsun dediğimde şöyle izah etti; '2002'de iktidara geldiğimizde büyük toplumsal uzlaşma elde ettik. İçinde liberaller, sağcılar, solcular vardı. Türkiye'nin bütün renklerini kucaklayan bir partiydik. Sonra en uzaktaki insanlardan başlayarak herkesi kaybettik. Şimdi ne danışmanların, ne bakanların, ne milletvekillerinin Sayın Erdoğan üzerinde istişare edebilecek, konuşabilecek etkisi kalmadı’ dedi. Hatta bu iş sadece bu Cemaatle mücadele ile kalmaz, başka İslami cemaatler, AK Parti'nin içindeki bir kısım unsurlar Erdoğan gibi düşünmeyen önemli kişiler ve onların etrafındaki insanlarla devam eder. Gelir gelir bu iş akrabalık bağları üzerinden bir sisteme döner’ dedi."
Her aykırı sese baskı yapılmasının Türkiye’yi Parlamento’nun tamamen susturulması gibi bir yere savurduğunu belirten Dumanlı, “Zaten bu endişem yeni değil. Sayın Erdoğan'a canlı yayında soru sorduğumuzda 'nasıl bir Cumhurbaşkanı?' sorumuza şöyle cevap vermişti: 'Partili Cumhurbaşkanı' Bunun manası şudur; bir insan hem Cumhurbaşkanı olacak, hem Başbakan olacak, hem de parti başkanı olacak. Türkiye'deki sistem kuvvetler ayrılığına dayanan bir sistemdir. Anayasamız da öyle istiyor. Şu anki gidişat kuvvetler birliğine doğru, bunu güçlendirecek sistem devletin istihbarat birimine bağlı, her vatandaşı fişleyen, tasnif eden, suçlayan bir sisteme doğru gidiyor. Bu, Türkiye için çok tehlikeli bir durum. Bu pencereden bakınca Türkiye ile ilgili biraz karamsarım." değerlendirmesinde bulundu.
‘BU SAATTEN SONRA HALKIN DİKTATÖRLÜĞE RAZI OLACAĞINA İMKAN VERMİYORUM’
Bir yandan endişe duyduğu gelişmeler olduğunu ancak bir yandan da umutlu olduğu konular bulunduğuna işaret eden Dumanlı, “Türkiye'de demokrasi tecrübesi uzun yıllara dayanıyor. Tanzimat Fermanı, Kanuni Esasi gibi yerlerden başlarsak 1830'lardan başlayan, her vatandaşı eşit gören devlet arayışı öteden beri var. Padişah Abdülhamit döneminde bile iki kere parlamenter sistem sahibi olmuşuz. 1950'de çok partili hayata geçmişiz. Defalarca askeri darbe olmasına rağmen demokrasiden geri dönüş olmamış. Bu saatten sonra halkın ve vatandaşın üçüncü sınıf bir diktatörlüğe razı olacağına imkan vermiyorum." dedi.
‘BASKI DÖNEMİNDE GAZETEMİZ TİRAJINI 100 BİN ARTIRDI’
Gözaltına alındıktan sonra yaşanan olayları değerlendiren Dumanlı, böyle durumlarda gazetenin tiraj kaybı beklentisinin doğal olacağını söyledi. Dumanlı, ancak Zaman gazetesinin bu dönemde tirajının yaklaşık 100 bin arttığına işaret etti. Gözaltına alındığında da demokrasiden geri dönüş olmayacağı yönünde söylemleri dile getirdiğini belirten Dumanlı, "Demek ki insanlar baskıya, korkutmaya, sindirmeye rağmen gazetesini, partisini, demokrasisini destekleyebiliyor. Bu pencereden baktığımda demokrasiye alışmış, çok sesliliğine alışmış, dünyaya açık bir Türkiye'nin üçüncü sınıf bir demokrasiye razı olacağını düşünmüyorum. Türkiye mutlaka Avrupa Birliği yolunda dünyaya açık ve demokratik bir ülke olmak zorunda. Gözaltına alındığımda da söyledim; demokrasiden geri dönüş olamaz. Maalesef üzülerek gördüğüm müsamahasızlık, kutuplaşma konjonktüreldir diye düşünüyorum. Bunu daha önce atlattığımız gibi 70-80'li yıllarda, 90'lı yıllarda atlattığımız gibi bununla da baş edebileceğimizi düşünüyorum. Umudum bu, bunun yeşermesi, yayılması, dünyaya gitmesi, Türkiye'de özellikle AK Parti içindeki demokrat insanların bu yanlış gidişten dönülmesi için demokratik haklarını kullanmalarını umut ediyorum." ifadelerini kullandı.
Toplantıda yabancı basın mensuplarının sorulanı da cevaplayan Ekrem Dumanlı, gözaltına alınması ve sonraki süreci anlattı. Dumanlı, dört gün boyunca kendisine hiçbir soru sorulmadığını ve emniyette silahların gölgesinde değil adliyede ifade vermesi gerektiğini ifade etti. Kendisiyle ilgili dosyada iki makale ile bir haber bulunduğunu belirten Dumanlı, alıntı yapılan herkul.org isimli siteden başka gazete ve yazarların da alıntı yaptığını belgeleriyle birlikte savcıya sunduğunu anlattı.
‘ŞİKAYET DİLEKÇESİNDEN ÖRGÜT ÇIKARMAYA ÇALIŞIYORLAR’
Dumanlı şöyle devam etti: "Halen ‘terör örgütü üyesi olmak’ ve ‘örgüt kurmak’ gibi ağır bir suçlama ile yargılanacağız. İddianame yazılacak, mahkemeye gideceğiz. Yurt dışına çıkış yasağı var. İddianamenin yazılmasının ne kadar süreceği meçhul. İddianame yazılana kadar belki de Hidayet Karaca'yı orada tutacaklar. Benim şahsi olarak gördüğüm yeni davalar açma girişimleri olacaktır. Dün başka bir dosya için karakolda ifade verdim. Çok komik iddialarla hakkımızda dava açılacağına dair hükümete yakın medyada haber yapılıyor. Mesela onlardan biri Sayın Erdoğan'ın yakın akrabalarından birine ait olduğu iddia edilen internet sitesinde bana, gazeteme, Bülent Bey'e (Keneş), Cengiz Çandar'a, Taha Akyol'a Türk basınındaki neredeyse herkese hakaretler yağdırılıyor. Biz bunları şikayet ettik. Erdoğan'a da söyledik ve şikayet ettik. ‘Hayır benim akrabam değil’ demişti. Biz şikayet dilekçemizi savcıya verdik. Herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığını bilmiyorduk. Sonra hükümete yakın bir medyanın internet sitesinden öğrendik ki biz dilekçemizi verdikten sonra savcı bu dilekçeyi işleme koymuş. Savcı bizim şikayetlerimizin araştırılması için emniyette bilişim suçları birimine talimat vermiş. Bizim bundan haberimiz yok. Sadece dilekçemizi savcıya teslim ettik. Şimdi Akşam ve Sabah'ın haberinden anlıyoruz ki o sitenin yetkilileri beni, meslektaşlarımı, o dilekçeyi alan savcıyı, savcının talimat verdiği polisleri bir örgüt olarak suçluyorlarmış. Bizim verdiğimiz dilekçeyi de bir talimat gibi lanse ediyorlarmış. Ben de şöyle itiraz ettim; ‘Eğer size iftira eden bir kişiyi şikayet etmek, savcılığa dilekçe vermek bir örgüt suçu ise bu internet sitesinin editörünün verdiği dilekçe, bu dilekçeyi kabul eden savcı da bir örgüt suçu işlemiyor mu? Üzülerek söylemek zorundayım ki böyle komik davalar açacak bir yolda olduklarını görüyorum." ifadelerini kullandı.
Tahşiye davası ile ilgili devam eden süreci ve sistemin işleyişini anlatan Dumanlı, "Şu an yargılandığımız davanın nasıl başladığını Bülent Arınç televizyonda şöyle izah etti; ‘Arkadaşlar! Tahşiye örgütü davasından suçlanan sanıkları aramışlar, şikayetçi misiniz? diye sormuşlar' diyor. Tahşiye davası halen devam ediyor, ceza almışlar, sonra üst mahkemeye gitmiş. Üst mahkeme usulen bozmuş, Bakırköy'deki adliyeye göndermiş. Beş sene önceki mahkemeden gidip sanıkların El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide ile irtibatlı olduğunu, o günkü İçişleri Bakanı ve İstanbul Valisi beyan etmiş. El Kaide ile irtibatlı olmaktan devletin gözaltına aldığı, mahkemeye verdiği ve mahkemeden ceza alan insanlara 'Sen bir dilekçe ver de bu insanlara dava başlatalım' deniyor. Bunda adalet olabilir mi?" şeklinde konuştu.
Mahkemeden serbest kaldıktan sonra bilinmeyen bir numaradan arandığını ve tehdit edildiğini belirten Dumanlı, "Dolayısıyla ben yeni davalar açılabileceğini görüyorum. Her hangi bir ihbarcı, gizli tanık adıyla korumaya alınan insan ifade veriyor ve hakkımızda dava açılıyor bu kadar basit. Adalet o şikayetçi olan adamdan ‘bunu ispat et’ diyeceğine size ‘sizin hakkınızda böyle bir ihbar mektubu var, böyle olmadığını ispat edin’ diyor. Maalesef tehdit altındayız. Ben Çağlayan Adliyesi'nden çıktım, on dakika sonra telefonum çaldı. Bilinmeyen bir numara, beni çok ağır şekilde tehdit etti. Ben de şaka yaptım 'çok korktum' dedim. Bir de gazeteye el koyma kayyum atama gibi dedikodular dolaşıyor. Bunlar devam edecek diye düşünüyorum. Burada en önemli şey; halkın, okuyucunun, insanların, özgür medyanın bunların karşısında dimdik durabilmesi. Bu vesileyle yabancı basına da teşekkür etme ihtiyacı hissediyorum. Dünyadaki medya grupları bu meseleye sahip çıkmasaydı Türkiye'de bunların küçük bir haber olabileceğine dahi ihtimal vermiyorum. Türkiye'deki medyayı da kınayamıyorum çünkü çok ağır bir baskı altındalar. Washington Post'a yazı yazdım diye 'Türkiye'yi dünyaya şikayet ediyorsun' diye ağır tehdit ediyorlar. Ben de iki şey söylüyorum; Ben Türkiye'de ne diyorsam Türkiye dışında da aynı şeyleri söylüyorum. İki, benim söylediklerimi, Washington Post'ta çıkan yazıyı Türkiye'de yayınlayabilecek bir gazete göremiyorum.”
Yargılandığı davaya ilişkin değerlendirmesinde artık bir an önce iddianamenin yazılmasını beklediğini vurgulayan Dumanlı, "Ben davamızın artık bir an önce iddianamesinin yazılması çabuk olursa bir an önce dosyanın ne olduğunu bütün kamuoyu görür, dosya üzerinde kısıtlama kararı var. Herkes her yeri okuyamıyor. Ben iddianame yazılır yazılmaz, kamuoyu bunu görür görmez şu anki yargılandığımız davada bir tek zanlının bile hapiste kalmayacağını düşünüyorum." diye konuştu.
‘AVRUPA’DAN GELEN DEMOKRATİK VE HAKLI TALEPLERİ YERİNDE GÖRÜYORUM’
Ekrem Dumanlı, Avrupa Parlamentosu'nun yapacağı toplantı ve beklentilerinin ne olduğu yönündeki soruyu da cevapladı. Dumanlı, Avrupa'nın bu gibi durumlarda takındığı demokratik bir tutumu olduğunu ve bunu farklı zamanlarda ortaya koyduğunu belirten Dumanlı, "Hangi görüşten olursa olsun, gazetecilere, yazarlara, entellektüellere karşı yapılan baskılara karşı Avrupa'nın bir duruşu var. Bize bakışı bir ilkeli tavrın devamı olarak görüyorum. Benim için çok sürpriz değil. Avrupa'dan gelen demokratik tepkileri haklı ve yerinde görüyorum. Benim üzüldüğüm nokta Türkiye kendi iç dinamikleri ile daha demokratik daha katılımcı bir ülke olamıyor. Kopenhag kriterleri olmazsa Ankara kriterleri olur denilerek bir sürü nutuk çekildi bu ülkede. Ankara kriterlerinin ne olduğunu da görüyoruz. Her aykırı konuşanın kapısına polis koymak, yıldırmak, sindirmek. Keşke Türkiye en azından 1950 den beri gelen çok partili hayatın getirdiği bir kültür ile yaşayan bütün insanların hak ve özgürlüklerini garanti altına alan bir anayasa yapabilseydi ve insan hakları ihlalleri artık bu ülkenin kendi iç dinamikleri ile bitirilebilseydi." şeklinde konuştu.
Bu süreç yaşanmadan Zaman gazetesinin basın özgürlüğü konusunda yeteri kadar çaba sarf etmediği yönündeki eleştirileri hatırlatan bir gazetecinin sorusu üzerine Dumanlı, "Ben bu konuda pozisyonumuzun tam bilinmediğini düşünüyorum. Mesela televizyonlarda o kadar çok şey söyleniyor ve ezbere söyleniyor ki... Deniyor ki ‘Uludere'de katliam oldu, gazete hiç eleştirmedi’ deniliyor. Şok geçiriyorum. Arşivlerde vardır, Erdoğan'a 3-4 kere ‘orada insanlarımız, bizim insanlarımız bizim uçaklarımızla öldü’ dedim. ‘Özür dileyecek misiniz? diye sordum. ‘Üzgün olduğumuz söyledik’ dedi. Ben de ‘yetmez’ dedim. Tekrar tekrar sordum. Fanatikler bana kızgın hale geldi.” ifadelerini kullandı.
‘AB BELGELERİNDE, ERGENEKON DAVASI İÇİN ‘BU TÜRK DEMOKRASİSİ İÇİN FIRSATTIR’ DİYOR’
Ergenekon ile ilgili düşünceleri sorulan Dumanlı, şöyle konuştu: “Üzülerek söylemek gerekir ki; TSK içinde hemen hemen her dönem darbe içinde bulunan cuntalar hep oldu. Asker hiç bir zaman darbeyi tek başına yapmadı. Daima basından ve iş dünyasından destek aldı. Ben 1980 darbesinde lise 2 öğrencisiydim. İşkence gördüm, gören insanlara bizzat şahit oldum. Bir sene cezaevinde kaldım. Darbenin ne demek olduğunu, nasıl yapıldığını, bu işin bir ayağının da medya olduğunu gayet iyi biliyorum. Bugün beni Ergenekon davasını destekliyor diye eleştirilen gazetecileri 28 Şubat’ta nasıl askerleri destekleyen haberler yaptıklarını hatırlatmak isterim. Bizim bu zihni arka planımızla düşünürseniz biz Türkiye'de ordunun bir kısmında bu cuntacılık bir gelenek. Biz Ergenekon ve Balyoz davasında askeri vesayetin bitebileceğini umduk, düşündük ve buna samimi bir şekilde inandık. Sadece ben değil, AB'nin bütün belgelerine bakın ‘bu Türk demokrasisi için fırsattır’ diyor. Bugün yazılanlara bakınca sanki Türk ordusu darbe yapmadı? Aklından bile geçirmez, sanki İsviçre ordusundan bahsediliyormuş gibi bahsediliyor. Biz samimi olarak Türkiye'nin demokratikleşmesi, vesayetten kurtulması için bu hukuki davaların doğru olduğunu düşündük ve düşünüyoruz. Biz buna konsantre olduk. Ama bu arada bazı hak ihlalleri olduysa -ki olmuş olabilir, bunu fark etmeliydik- olabilir. Ama bizim genel manada olaya bakışımız bu. Türkiye askeri vesayetten kurtulacak ve Türkiye bir daha darbe görmeyecek bütün çıkış noktamız bu."
‘ERDOĞAN GİBİ ‘BAZI KİTAPLAR BOMBADAN FARKSIZDIR’ DEMEDİK’
Ekrem Dumanlı, Ahmet Şık ile ilgili de bir değerlendirme yaptı. Dumanlı, "Ahmet Şık bir tweet atmış gözaltına alındığım gün. Polisler koluma girerken sordular, ‘teşekkür ederim, umarım çıkarım, bir araya gelir konuşuruz' dedim. Bunun manası bir araya geliriz, konuşuruz. O da bize yanlış yaptı, gözaltına alındığı gün söylediği söz bizi biraz yanlış yere sevk etti. ‘Dokunan yanıyor’ diyerek hedef gösterdi. ‘Dokunan yanıyor’ olsaydı Sayın Gülen ile ilgili onlarca kitap yazıldı, onlara bir şey olmadı. Bizim bütün söylediğimiz de bu. Mesela Sayın Erdoğan gibi demedim, 'kitap vardır bomba gibidir, bombadan farkı yoktur' gibi bir şey demedik. ‘Ben Hizmet ile ilgili kitap yazdım, o yüzden bunlar başıma geldi’ deyince ‘bir dakika onlarca kitap yazıldı’ dedik. Bunun da artık bir önemi kalmadı. Ben gözaltına alınırken sen bir tweet atmışsın, bir araya gelebiliriz konuşabiliriz, birbirimizi anlayabiliriz. Ben neden öyle, sen neden öyle dedin? Birkaç defa açıklama yaptı ‘görüşmek istemiyorum, hatta hayatımdan çıkın’ dedi. Senin hayatında olan kimse yok. Sadece daha iyi bir Türkiye için oturabiliriz, konuşabiliriz. Empati yapmaya çalışırız. Bunu dedik diye 'özür mözür istemiyorum' demek, özür dilemek için kimse kuyruğa girmiş de değil. Bugün yeni bir Türkiye var, birbirimizi daha iyi anlamak ve empati yapmak gerekiyor. Şu an insanları yıldırma, susturma, bıktırma meselesi bir gruba has değil. Bunun duracağı yer Türkiye'nin bittiği yerdir." ifadelerini kullandı.
‘EN POZİTİF MESAJLARI AK PARTİ TABANINDAN ALDIM’
Türkiye’de çok değerli gazeteciler bulunduğunu ve zor sürecin bir gün geride kalacağını kaydeden Dumanlı, "Hala çok sayıda değerli gazeteci var. Ürkütülmelerine, korkutulmalarına rağmen gazetecilik yapmaya gayret ediyorlar. Dün 93 gazetecinin sürekli basın kartının onaylanmadığı ortaya çıktı. İçlerinde hemen her grup ve görüşten önemli, değerli gazeteci var. Ayrıca işsiz kalan çok sayıda gazeteci ve televizyoncu var. Öyle inanıyorum bu bugünler mutlaka geçecek ve Türkiye normalize olacak. Bugün yaşanan sıkıntılar daha demokratik Türkiye için örnek olacak. Tabi bir de hala ben kamuoyunun halkın demokrasi bilinci ve özdeşleşmesinin Türkiye için bir umut olduğunu ve medyayı da onun ayakta tutacağını düşünüyorum. Mesela Hidayet Karaca'nın ve benim gözaltına alınmamdan sonra en pozitif mesajları ben AK Parti tabanından aldım. ‘Bu kadarı çok fazla, bu kadarı zulüm’ diyen AK Parti tabanından insana rastladım. Bunun önemli bir sermaye olduğunu ve bunun üzerine medyanın daha özgür bir platforma dönüşeceğine kalben inanıyorum.” şeklinde konuştu.