Cumhuriyet muhabiri Kemal Göktaş, Büyükada davasının tek tutuklu sanığı Taner Kılıç'ın tahliye kararı ilişkin olarak bir analiz kaleme aldı. Göktaş, "Hukuk bir kere işin ABC’sini unutup siyasi bir enstürman olunca tutuklama kararları kadar tahliye kararları da inandırıcılığını yitiriyor" yorumunda bulundu. Göktaş, "ABD Başkanı Trump ile büyük sorunlar yaşayan AB’nin, son krizde Türkiye’ye destek açıklamaları yapmasının hemen ardından ise Kılıç tahliye edildi" dedi.
Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı olan avukat Taner Kılıç'ın uzun süre tahliye edilmediğini belirten Göktaş, "Hatta 31 Ocak 2018’de serbest bırakılmış, savcının itirazı sonucu yeniden tutuklanmış, AB yetkilileri bu karara sert tepki göstermişti" diye kaydetti.
Göktaş'ın analizi şöyle:
Konu hukuk olunca yorumlar farklılaşabilir: Kanunun metni, uygulanma, içtihatlar ve doktrinin farklı görüşler ileri sürmesi işin doğasında var. Ama hukuki güvenliğin sağlanması, vatandaşların, hukukçuların hangi fiillere hangi yaptırımların uygulanacağı konusunda asgari bir kabullerinin olması, hukukun işlemesinin temelidir. Bu yüzden de hukukun uygulanmasındaki güven ve istikrar, başka birçok etmenin yanı sıra o ülkedeki “ adalet” duygusunun da düzeyini belirler.
Bu yüzden ülkeyi ekonomik darboğaza sürükleyen krizi de ABC’si unutulan ve inandırıcılığı kalmayan yargı sisteminin tetiklemesi hiç de sürpriz olmadı.
Oysa işin ABC’sine baktığımızd>a kurallar açıktır. Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre bir şüpheli hakkında tutuklama kararı verilebilmesi için iki şartın bir arada gerçekleşmesi gerekir: Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması. “Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların varlığı; delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişimi konularında kuvvetli şüphe oluşturması” kanunda yazılı tutuklama nedenleridir. Yine kanuna göre bazı suçlarla ilgili davalarda (öldürme, terör, işkence, cinsel saldırı gibi) bir tutuklama nedeni olduğu ‘varsayılabilir’ ama bu tek başına tutuklamaya yetmez, “kuvvetli suç şüphesini gösteren somut deliller” yoksa bu suçlarda da tutuklama kararı verilemez.
Özcesi kanuna göre tutuksuz yargılama esastır, ancak sayılan bu istisnai durumlarda tutuklama kararı verilebilir. İşin ABC’si bu iken tutuklama konusunda yargının önceki uygulamalara, doktrine, anayasaya göre iç hukuk kaynağı niteliğindeki AİHM kararlarına aykırı olarak verdiği keyfi tutuklama kararları, yargının iktidarın hegemonyası altında işlediğine ilişkin kanıyı kalıcı hale getiriyor.
Hukuk bir kere işin ABC’sini unutup siyasi bir enstürman olunca tutuklama kararları kadar tahliye kararları da inandırıcılığını yitiriyor. Hukuka aykırı tutuklama kararlarıyla özgürlüklerinden olanlar, konjonktüre ve ülkenin taktiksel ittifak politikalarına göre emsallerinden daha uzun süreler tutuklu kalabiliyor ya da bir anda özgürlüklerine kavuşabiliyor. Tutuklandığı tarihte Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı olan avukat Taner Kılıç da Bylock iddiası başta olmak üzere aleyhindeki deliller duruşmalarda çürütülmesine rağmen uzun süre tahliye edilmedi. Hatta 31 Ocak 2018’de serbest bırakılmış, savcının itirazı sonucu yeniden tutuklanmış, AB yetkilileri bu karara sert tepki göstermişti. ABD Başkanı Trump ile büyük sorunlar yaşayan AB’nin, son krizde Türkiye’ye destek açıklamaları yapmasının hemen ardından ise Kılıç tahliye edildi.
Deniz Yücel, Yunan askerler, Fransız gazeteci Loup Bureau gibi birçok siyasi davada verilen kararlar aslında hukukun ABC’sinin uygulanmasından ibaret. Ama hukukun siyasetin güdümünde ve “konjonktürel” uygulanması paradoksal biçimde hukuka ve adalete olan inancı güçlendirmek yerine zayıflatıyor.