ABDULLAH AYMAZ
Bir önceki yazımızda Mehmet Ali Şengül Ağabeyimizle ilgili bazı hatıralar nakletmiştim. Bugün de devam edeceğiz: İzmir Islahevi Savcısı, Mehmet Ali Hocamızı gençlere hapishanede bir şeyler anlatması için davet eder. İçlerinde aşırı solcular da olduğu için din anlatacak nasihat edecek kimse istemiyorlardır. Onun için diğerlerini de organize ederek konuşmalarını hep tepki ve protesto ile karşılık verirler. Ama Mehmet Ali Hocamız yumuşak tavır ve samimi haliyle ve tavrıyla onların kalblerine girip vicdanlarına dokunur. Daha ilk Ramazan’da bu gençlerin yüzde 95 oruçlarını tutar ve yüzde 75’i de vakit namazına başlarlar. Bir kısmı tahsilini tamamlarken bir kısmı da meslek sahibi olarak yepyeni bir hayata başlar.
1990’dan sonra M. Ali Hocam Avrupa’ya gitti. Gurbetteki insanlarımıza büyük bir gayretle çok güzel hizmetleri oldu. Sonra Asya’da da güzel faaliyetlerde bulundu. Ziyaret için gittiği Avustralya’da bir rüya görmüştü. Rüyasında merhum Mehmet Özyurt Hocamız ona, “Seni almaya geldim” dedi. O da “Hocam, izinsiz, istişaresiz Cennetin kapısı bile açılsa girmeyeceğimize dair söz vermedik mi? Ben şimdi Avsutralya’dayım. Hocaefendi Türkiye’de izin almadan seninle şu an gelmem mümkün değil!” deyince, o da boynunu büktü. “Doğru söylüyorsun, ben gideyim” dedi. Oldukça temiz giyimliymiş, gözünden kayboluncaya kadar onu takip etmiş. Bu rüyadan iki gün sonra bir tünelden arabayla geçiyorlardı. Tünelin tam ortasına geldiklerinde şoför birden geri dönmeye kalktı ve dönemedi arkadan gelen tır öyle bir fren yaptı ki, muvakkaten şuurları kayboldu; tünel yıkıldı zannettiler. Gözlerini açtıklarında arabaları adeta tünelin duvarına yapışmış gibiydi, gözleri tavana bakıyordu. Arkaya devrilseydi tırın altında kalıp Mehmet Özyurt’un davetine icabet edecekti…
Hindistan Müslümanlarından Yakup Dede, Burma’ya seneler önce yerleşmişti. İlk giden arkadaşlar kendisiyle tanışmışlar. Mehmet Ali Hocam ziyaretine gidiyor. Yakup Dede hasta ve yatağında yatıyor. Yatağından kaldırıp oturtuyorlar. Hocamız kendisine Hizmetimizi kısaca özetleyerek anlatıyor. Yakup Dede: “Sen ne diyorsun evladım! Dünyanın her tarafına hoparlörler kuralım bütün insanlığa bu gerçekleri duyuralım. Ben dünyaya huzur ve güven getiren Devlet-i Aliyye öldü, bir daha dirilmemek üzere, üzerine ölü toprağı atıldı zannediyordum. Arkadaşınızı tanıyınca, meğer ölmemiş… Toprağın altına atılan tohumun filiz vermesi gibi filiz vermiş… Tâ benim ülkeme kadar meyveleriyle beraber dalları uzanmış olduğunu gördüm… Allah’ım bana bu günleri gösterdin ya, artık ölsem de gam yemem.” diyor.
Burma’da eğitim gönüllerimizle ilgili bir hatırasını Mehmet Ali Hocamız anlatırken diyor ki: “Sözleri kanun hükmünde bir general, kontrol altına alamadığı lisede okuyan çocuğunu Türk kolejine veriyor. Belli bir zaman sonra çocuk sakinleşiyor, ailesine karşı daha saygılı davranmaya başlıyor. Bir gün general gelip ‘Benim çocuğuma ne yaptınız?’ diyor. İdareci arkadaşlar ‘Hassasiyetle eğitim üzerinde durduk. Başka bir şey yapmadık’ deseler de general ‘Hayır! Yaptınız… Yaptınız…’ diye ısrar edince, ‘Çocuğunuza farkına varmadan hoşlanmadığı bir şey mi yapmışız!’ diyerek sebep soruyorlar. General diyor ki: ‘Bu çocuk daha evvel, âsî, söz dinlemez birisi olmasına rağmen, şimdi bize karşı fevkalâde saygılı davranıyor!..’ Bunun üzerine bizimkiler: ‘Bizim içkimiz, yalanımız, ahlaksızlığımız yok. Büyüklere saygı, küçüklere şefkatle muâmelemiz var. Bizim bu kültür ve davranışlarımızdan etkilenmiş olabilir.’ diyorlar.
1999 Marmara Zelzelesi münasebetiyle, Samanyolu TV adına oluşturulan kriz masası vesilesiyle Adapazarı, İzmit, Gölcük tarafına giden Mehmet Ali Hocamız üzerine düşenleri yaparken, bazı arkadaşların havaalanında karşılaştıkları Tayvan’dan yardım getiren SUCİ Vakfı mensuplarıyla tanışıyorlar. Onlar getirdikleri para ve yardımları bizzat ihtiyaç sahiplerine vermeyi arzu ettiklerinden onlara yardımcı olmak için veriyorlar. Onlar bütün faaliyetleri fotoğraflarla tespit etmişler. Hocamız Hindistan, Tayvan, Malezya, Burma, Singapur, Tayland, Avustralya, Filipinler ve Endonezya gibi ülkeler, ziyaret edip durduğu için yine bir seferinde Tayvan’a uğruyor, 1999 zelzelesindeki yardımlarına teşekkür etmek için SUCİ Vakfına gidiyor. Vakfın kurucusuna Cenab-ı Hakk’ın güzel isimlerini ihtiva eden bir levha hediye ediyor. Tayvanlı olup Medine’de tahsil görmüş bir Müslüman olan Faysal Bey de tercüman olarak bulunuyor. Vakıf Başkanı, bu isimlerin mânâsını soruyor. Faysal Bey teker teker manalarını izah edince bu levhayı her zaman görebileceği bir yere itina ile astırıyor.
2000’li yıllarda Avustralya’da, muhtelif şehirlerinde düzenlenen konferans ve Panel programlarına katılmak için Türkiye’den ve dünyanın değişik yerlerinden bazı akademisyen ve yazarlar ile Mehmet Ali Hocamız buluşmuşlardı. Bu programlarda Melbourne Katolik Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Prof. Dr. Thomas Michel, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Doğu Ergil, Prof. Dr. Ümit Meriç, Ahmet Taşgetiren, Yavuz Bülent Bakiler, Cemal Uşşak gibi şahsiyetler var. Mehmet Ali Hocam bu zatların bazılarının hayranlık ifade eden sözlerini nakletmişti: Melbourne Emniyet Genel Müdürlüğünü ziyaretten sonra, Doğu Ergil, “Kıymetli dostlar ben Ankara Üniversitesinde çalışıyorum, beni tanımayan azdır. Buna rağmen Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğüne girmek istesem çantamı ve üstümü aramadan içeriye almazlar. Burada bu kadar insan olarak bizi X-Ray cihazına bile sokmadan içeri aldılar!..” diyor. Hayrettin Karaman, “Bir şiir okuyacağım” diyerek gece yazdığı yedi mısralık ‘İlim Dervişleri’ başlıklı şiirini okuyor ve eğitim gönüllülerini ve öğretmenlerini anlatıyor. Thomas Michel adanmış ruhlara hayranlığını dile getiriyor. Ümit Meriç hanımefendi, kızlarımızın evlerinde kalıyor ve orada gördüğü rüyayı anlatıyor: “Taşların altından çıkan küçük filizler dünyanın her tarafına yayılıyor.” Bu rüyasını da her tarafa yayılan genç öğretmenlerimizin hizmetlerine yorumluyor…