30 Mart 2014 yerel seçimlerine beş gün kala internete bir tape düşmüştü. Devletin kritik yerlerinde görev yapan dört kişi, Dışişleri Bakanlığı'nın dinlemelere karşı tedbir alınan ‘sağır oda'sında muhtemel bir Suriye harekâtını konuşuyordu. Bu isimler dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu'ydu. Ancak tapenin içeriği ve ne olduğu bile gündeme gelmeden hükümetin bütün yetkilileri her gördüğü mikrofona bunları Cemaat'in dinleyip sızdırdığını, bu olayın bile Cemaat'in nasıl devlet aleyhine çalıştığının ispatı olduğunu söylüyordu. Ellerinde, konuşmaları Cemaat'in sızdırdığına dair belgelerin olduğunu, çok yakında bunları açıklayacaklarını da üstüne basa basa vurguluyorlardı. Tam seçime giderken hükümet yetkililerine, meydanlarda sündüre sündüre kullanacakları bir malzeme çıkmıştı. Yüksek sesli mikrofonlardan sabah akşam Cemaat sızdırdı, Cemaat yaptı sözleri duyulmasına rağmen, tapelerin muhtevası konuşulmadı. Devletin en kritik yerinde görev yapan dört kişinin ‘sağır oda'da kendilerini dinletme beceriksizliğini nasıl yaptıkları sorusunu kimse dillendirmiyordu.
Aradan 15 aydan fazla bir zaman geçmesine rağmen hükümet yetkilileri iddia ettikleri hiçbir sözün delilini ortaya koyamadı. Bu beceriksizliklerini de mağduriyet olarak pazarladılar. Fakat 15 ayın sonunda Alman Focus Dergisi bu konuşmanın ABD Ulusal Güvenlik Ajansı NSA tarafından dinlenip kaydedildiğini yazdı.
Böylece iki seneye yakın bir zamandır her mahfilde, her ortamda ‘bizi dinlediler, kaydettiler' cümleleri üzerinden, delilsiz-mesnetsiz bir şekilde ‘Hizmet'e yapılan ithamlar, suçlamalar, iftiralar bir kere daha yerle bir oldu.
(...)