Ömer Faruk Gergerlioğlu - Artıgerçek.com
"Çocuğumu kurtarın" diye feryat eden bir kadın sesi duyuldu ve sonrası sessizlik...
Meriç Nehri kıyısındaki sahil güvenlik harekete geçtiğinde su yüzünde biri kadın ikisi çocuk 3 ceset gördü. Yargılanan iki aile Meriç'ten Yunanistan'a geçmek istemiş ve devrilen botları nedeniyle sulara gömülmüşlerdi. Şu ana kadar 3 kişinin cenazesine ulaşıldı, diğer 7 kişinin akıbeti meçhul...
Sıcak evinde oyun oynaması gereken çocuklar sabaha karşı 05.00 sularında Meriç'in soğuk sularında can vermişti. Öğrencilerinin başında olması gereken bir öğretmen, çocuklarıyla birlikte can vermişti. Bu olay, vicdan sahibi her insana büyük bir şok yaşattı. Ancak bu olay rastlantı sonucu olmuş bir olay değildir, olacağı belli bir olaydır. Zira Türkiye'de OHAL devam ediyor ve her geçen gün artan boğucu bir hava hissediliyor. Yargı bağımsızlığının kalmadığı, insanların 18 ay iddianamesiz tutuklu beklediği, hak ihlallerinin arttığı, akıl almaz ağır cezaların sıradan suçlamalar için verildigi bir ülkeden bahsediyoruz.
Bu ülkede yüzbinlerce insan nedeni açıklanmadan KHK'larla işinden atıldı ve on binlerce insan da açığa alınmış, bekliyor. Sosyal dışlamanın tarihin en ağır örnekleriyle yaşatıldığı bir ülkede yasal kurumlara üyelik vb. nedenlerle insanlara terörist etiketi vurularak çok ağır cezalar veriliyor. Keyfilik bir grupla kalmıyor, muhalif her ses anında ağır bir şekilde cezalandırılıyor. Yani hukukun üstünlüğü endeksinde 113 ülke arasında sondan 12. ülke olmuş bir yerden bahsediyoruz. Yazıya sığmayacak uzun ihlalleri saymaya gerek yok, hal ortada. Tüm delillerine rağmen bu ihlalleri görmeyen için Kasım ayında Ege denizinde boğulan Maden ailesinden sonra bu sefer de Meriç nehrinde ikinci facia yaşandı.
Maden ailesi hakkında yazdığım yazıda içerideki mağdurları, yurt dışına gitmiş 10.000 KHK mağdurunu ve pasaportları iptal edilmiş mutsuz, umutsuz, bitmiş insanları gördükçe ve dinledikçe bu faciaların devam edebileceğini yazmıştım ve maalasef yine yaşadık. Kasım ayındaki makalemde "Dinlediklerim hüzün vericiydi ve fakat kaçak geçişlerin devam ettiği kış aylarında buna benzer vakaların daha da artabileceğinin sinyallerini veriyordu." demistim. İşin acı yanı hal böyle devam ederse faciaların bunlarla kalmayacağı bellidir.
Bu aralar OHAL mağdurlarıyla konuştuğumda hallerini soykırım kelimesiyle açıklıyorlar. Büyük bir insan topluluğunun kendi hali için böyle bir tanımlamada bulunması çok vahim bir durumu gösteriyor. İnsanlar öylesine köşeye sıkışmış ki yurt içinde kendilerine adalet, yaşam şansı kalmadığını görünce yurt dışına gitmek istiyor. Ancak KHK'lı oldukları için yurt dışına da çıkamıyorlar. Bu sefer kaçak yollarla yurt dışına gitmek istiyorlar ve çok önemli riskler alıyorlar. Meriç nehrinin yağan yağmurla debisi yükselen tehlikeli sularından yanlarındaki küçük çocuklarıyla geçmeye çalışıyorlar ve başlarına büyük felaketler geliyor. Çok açık ve tekrar söylüyorum. Eğer KHK'lılara pasaport yasağı kalkmazsa benzeri facialar tekrar yaşanabilir. Artık ülkemiz vatandaşlarının Ege denizinde, Meriç'te sulara kapılmaması için yapılması gereken çok açıktır. KHK'lılara getirilen pasaport yasağının kalkmasıdır. "Bu vebali kaldırırım" diyen bu hukuksuzluğu devam ettirsin, kaldırmayan Allah'tan korksun, kuldan utansın..!
"Niye bu insanlar Meric'ten kaçmaya calışmış, suçu olmasa kaçar mı" diyene ise cevabım şudur. OHAL'de binlerce insanın inanılmaz sıkıntılarına şahit oldum,onları intiharın eşiğine getiren, depresyon ilaçlarindan kurtulamadıkları, yüzlerce başvuruda iş bulamadıklarını biliyorum. Bu insanlar için başka seçenek mi vardı?
Aslında bu soruyu sorana sorulacak esas soru şudur. "Bu insanlar ülkede adalet olsa kaçar mı!?' Her şey ters yüz olmuş durumda, bu yüzden adaletten kaçanların sorusu "Suçu olmasa kaçar mı!?"dır
3. dünya ülkesi gibi olduk artık. Ülkesinden kaçanlar artık Suriyeli, Bengladeşli değil bizim insanlarımız. Meriç'te ölen sadece kadınlar, çocuklar değil, sessiz kalan, umursamayan, insanlığın dışına çıkarak çocukların ölümünden bile siyasi intikam hislerini dile getirenlerdir
O denli nefret var ki bu kadın, çocukların cenazesi karşısında nefret söyleminde bulunan twitter profilinde Ak parti Gençlik kolları ve 'merhametsize merhamet, merhamete hakarettir' yazan Zeynep Coşkun isimli biri "bunlar da büyüse terörist olacaklardı, zaten öldükleri iyi olmuş, 2 kişi 2 kişidir. Acımam bana silah çekene ne kendisine ne evladına" diye yazmış. Suda boğulmuş bebeklerin karşısında bile böylesine nefret, intikam, zalimlik dolu bir tavır göstermek aslında niye ülkeden kaçmaya çalışanların arttığının bir başka açıklamasıdır. Bu söz, maalesef bilinç altında böyle düşünebilen bir topluluğun dışa yansımasıdır. Gerek bireysel olarak gerekse de Hak ve Adalet platformu'nun yapmış olduğu raporlardaki mağduriyetlere sessiz kalan, duymazdan gelen veya "az bile yapmışlar" diyen bir toplumda bu zalimliklerin, bu faciaların yaşanması garip değildir. Bu toplum artık öteki görülene ne yaptığına dair tarihi örneklerle yüzlesmelidir.
Deniz Yücel'in iddianamesiz 1 yıldır tutukluluğunun nedenini soran Alman gazeteci karşısında aciz duruma düşen Ak Parti insan haklarından sorumlu vekil Ravza Kavakçı, iktidarın gerçek halini resmediyordu aslında. Dindarlar, muhafazakarlar, İslamcılar içinde bulundukları toplumun vicdan sızlatan hadiselerine duyarsız kalıyor, bu devam ettikçe bu dünyaya ne yeni bir teklifleri ne de şikayet edecek bir sözleri kalacak. Ama tüm dindarlar bu tiyatroya göz yumamıyor. 28 Şubat'ta başörtüsü için nasıl mücadele ettiysem bugün başörtülü muktedirlere karşı mücadele ediyorum, bende değişen şey yok, kim olursa olsun zalime karşı ve kim olursa olsun mazlumdan yanayım.
Maden ailesi faciasını görmeyen ana akım medya Meriç faciasını da görmüyor. Korkuları, çıkarları yani dünyaları ağır basıyor. Tüm dünyanın anında gördüğü bu faciayı mağdurların vatandaşı olduğu bu ülkenin medyası görmüyor.
Karşılıklı nefret yükseliyor, bu hayra hizmet değil. Dine, mezhebe, ırka, partiye göre ayrıştırma tuzağına
kimse düşmemelidir. Tekrar hatırlatıyorum, bu vicdansız, ahlaksız, hukuksuz ortamın üstünü en iyi örtecek şala izin verme gibi bir kutuplaşmaya düşmemeliyiz. Yoksa ne hak yerini bulur ne de hak talep edebiliriz.