Altın ve döviz rezervleri neden azalıyor?
SON dönemde çok sevdiğim bir söz var: “Sorumluluklarımızdan kaçınabiliriz, ama kaçınmanın sonuçlarından kaçamayız.”
Bu sözü ilk defa Merkez Bankası’nın eski başkanlarından Durmuş Yılmaz’ın bir konuşmasındaki atıftan duymuştum. Sözün sahibi de, 1930’lu yıllardan eski bir merkez bankacı: Josiah Stamp idi.
Dün Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek şirketlerin önemli bir döviz açığının olduğunu söyleyerek, buna dair sınırlamalar üzerinde çalıştıklarını, mevcut sorunun döviz açık pozisyonun yönetilmesi olduğunu ve özel sektöre nasıl yardımcı olunacağı konusunu çalıştıklarını anlatmış.
2013 ortasından beri göstere göstere gelen ‘kolay para’ döneminin biteceği ‘anonsu’ yapılırken, bunun ilk etkisi olan kur artışını “Geziciler yaptı” diyerek hedef şaşırtılmaya çalışılmıştı. Şimdi, Şimşek gibi çoktan farkında olup da, sonuçlarından kaçınmaya çalışan siyasetçilerin işi zor. Çok uzak değil, 23 Eylül günü Moody’s notumuzu yatırım sınıfından spekülatif sınıfa indirdiğinde; bu daha sıcak bir ‘alarm ziliydi’ ama buna siyasi düzeyde tepki “vız gelir, tırıs gider” biçiminde idi. Ne yazık ki şimdi sonuçlarından kaçınamıyoruz.
O da, döviz kuru artışı oldu; ki bunun da ardında, ülkeye gelen sermaye ile ülkenin ihtiyacı olan döviz miktarı arasındaki farkın açılması var. Nitekim en basit hali ile döviz arz-talep dengesizliği döviz rezervi erimesine yol açtı. OHAL uygulamaları ve mülkiyet haklarına dair kaygılar bunu alttan alta körükledi.
Ankara siyaseti hala bunu ‘ülkeye komplo’, ‘ekonomiye darbe girişimi’ diye anlatarak yönetim hatasını perdelemeye çalışsa da; gerçek bu. 23 Eylül gününden beri Merkez Bankası’nın altın rezervleri 4.2 milyar dolar, döviz rezervleri de 7.6 milyar dolar olmak üzere toplamda 11.9 milyar dolar azaldı. Şimdilik yüzde 10’luk bir azalışa karşılık gelen bu düşüş 11 Kasım’dan bu yana 6 haftadır düzenli biçimde sürüyor.
Ekonomik gerçeklik ve ihtiyaçları önce hafife alıp, sonra da komplo kuramları yazarak ‘dışsallaştırmak’ durumu iyileştirmiyor; daha da kötüleştiriyor.
REZERVLER ERİYOR
2014, 2015 ve 2016’ya 500 tonun üzerinde altın rezervi ile giren Merkez Bankası, yılbaşına göre 16 Aralık itibariyle 137 ton altın rezervi kaybetti.
Altın rezervleri döviz gibi çok hareketli yön değiştiren bir kategori değildir. Bu yüzden OHAL sonrası dönemde hızlanan bir azalış dikkat çekiyor. Altın rezervleri yılbaşındaki 515 tondan, 16 Aralık haftasında 378 tona geriledi. Bu, yılbaşına göre yüzde 27’lik bir azalış demek. Aynı zamanda son 3 buçuk yılın en düşük altın rezervi seviyesi.
Yılbaşına göre 137 tonluk kaybın 83 tonu 15 Temmuz sonrasına denk düşüyor. Yani OHAL dönemine. Daha da fazlası; 63 tonluk kısım 23 Eylül tarihindeki not indirimini izleyen dönemde azalmış. Bu miktar altın rezerv azalışının neredeyse yarısı demek.
Merkez Bankası’nın elindeki 378 ton altının sadece 116 tonu kendi malı olan altınlar; gerisi yani büyük kısmı, zorunlu karşılık olarak bankalarca getirilen altınlardan oluşuyor. İstendiği anda çekilebiliyor.
Altın rezervleri, 2011’de zorunlu karşılık yatıracak bankalara bir seçenek olarak altın karşılık yatırma olanağı sağlanması sonrasında hızla yükseldi. Geçmişte kendi malı 116 ton altını olan Merkez Bankası, zorunlu karşılık olarak yatırma seçeneği sunulmasıyla 519 ton seviyesine kadar çıkmıştı.
Döviz rezervindeki azalış, bankaların likidite ihtiyacının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Ancak altın rezervindeki azalışın bundan daha ötede; kredi kaygısı içerdiği söylenebilir.
Malum Türkiye’deki bankalar zorunlu karşılık için sağlanan bu pencereyi ellerinden gelen tüm borçlanma olanaklarını seferber ederek kullandılar. Zira maliyeti yarım puanı geçmeyen altını borçlanarak Merkez Bankası’na yatırmak diğer araçlardan daha ucuz yoldu. Altın da bu yoldan gelerek Merkez Bankası’nda birikti. Şimdi hem kredi notunun düşmesi, hem de piyasa dışı önlemlere (sermaye kontrolü) dair dedikoduların yayılması nedeniyle yabancı kreditörlerin de rahatsız olduğu dikkat çekiyor. Altın rezervlerindeki azalış, bunun bir sonucu olarak bankanın bilançosuna yansımış görünüyor.