İşte Eyüp Ensar Uğur'un o yazısı:
Yazık ki muhafazakar kesim, meselenin Ergenekon ve JİTEM'in intikamına evrildiğini halen göremiyor. Zira gözlerini geçmişten tevarüs kimi kızgınlıklar ve vitrindeki bazılarının dindar kimliği perdeliyor. Derin üzüntüm ise onca insanımızın ve çevremizin de bu intikama alet edilmesi.
İslamcılık iddiasındaki yönetici oligarkları, bir Müslüman Kardeşler gibi siyasal İslamcı görmek ise hataların başında geliyor. Müslüman kardeşler devletten tek kuruş yardım almadan onca yıl eğitim ve sosyal yardım kuruluşları tesis eden gerçek bir siyasal İslamcı cemaattir.
Siyasal İslamcılarla başta ümmetin ve milletin sosyal problemlerinin sebepleri ve çözüm yolları konusunda farklı görüşlerimiz bulunsa da bugün Türkiye’yi yöneten bir avuç zümrenin Siyasal İslam’la alakası olmadığını bilelim. Gerçek siyasal İslamcıların öyle kolayca sarsılan, gelişigüzel, koşulların en ufak değişmesiyle bir önce iddia ettiğinin aksi yönünde fikirler serdedecek bir savrulması söz konusu olamaz. Zira onların sağlam inançları, yaşam biçimlerini belirleyen prensipleri, ilkeleri ve öngördükleri bir yol haritaları vardır. Herkesi siyasal İslamcı zannetmenin, bir zamanlar laik kesimin her dindarı, her türbanlıyı İrancı zannetmesinden bir farkı yok.
Bugün Siyasal İslamcı addedilen İktidar çevresinin içi boş kuru sloganlardan öte gerçekleriyle bir alakası yok. Bunları bir zamanlar içlerinde yer aldığım ve bugün de çeşitli mahfillerde tanıdığım birçok farklı gruba ait samimi İslamcılara binaen söylüyorum. Onlar gösterişten uzak ibadetlerine düşkünlükleri ve dini hassasiyetleriyle iktidar partisinin ortalamasına karşılık gelen savruk hakim kişiliklerden çok farklılar.
Peki gerçek siyasal İslamcılar, neden onca yanlışlarına rağmen iktidarın yaptıklarına sessiz kalıyorlar mevzu ayrı irdelenmeli. Bu yazımızın konusu, iktidarı bugün sürükleyenlerin gerçek bir siyasal İslamcı hareket olmadığıdır. Bu tefrikin yapılmadığı toptancı bakış, kuru sloganlarla gemisini yürüten muktedirlerin çarkına hizmet etmektedir. Gerçekle sahtesini ayırt etmeyen değerlendirmeler ve hükümetin hataları üzerinden tüm siyasal İslamcıları hedefe koymalar zoraki bir bloğu sağlamlaştırmadan öte fayda sağlamaktadır.
Hiçbir gerçek İslamcı Ergenekonvarî oluşumların ve darbecilerin varlığını “kumpas yapıldı” iddialarıyla reddetmez. Zaten siyasal hareketlerinin varlık sebebi laik vesayet rejiminin uygulamalarıdır. Onların varlığını reddetmek kendi var olma sebeplerini ortadan kaldırır.
Hele ki Ümmetin tefrikasının ve zilletinin ana sebeplerinden gördükleri “Siyonist İsrail’in” dostluğuna mecbur olacaklarına yok olmayı tercih ederler.
Ve ne suç işlemiş olurlarsa olsunlar, Akademisyen yazar Sedat Laçiner’in gözaltında şahit olduğu; nezarethaneye alınan bir annenin süt yavrusunu dahi emzirmesine müsade etmeme, yaşlı amcaların dahi buz gibi spor salonunda kafesler içinde tutma, vücudunun yüzde 68’i engelli ve protez bacaklı olan yaşlı bir insana insanlık dışı bir muamalede bulunmak gerçek bir siyasal İslamcının razı olacağı uygulamalar olamaz. Kalbinde en ufak İslama saygısı olan yıllarca Müslümanlara kan kusturan bütün zulümlerin arka planında yer almış birini kanallarını açmazlar, onların kanallarında yer almazlar velhasıl birlikte hareket edemezler. Hele eski devrin zengin Ağa oğulları ve babalarının çarklarının devam ettiği, değişenin sadece komisyon verdikleri muktedirlerin değiştiği bir hale bırakın izin vermeyi hayaline bile izin vermezler.
Peki ülkeyi yöneten asıl kadronun ideolojisi siyasal İslam değil sadece müsveddesi ise, asıl davaları nedir diye sorulursa, cevabının Ali Rıza Demircan hocanın daha önce Habertürk’e verdiği mülakatta ipuçlarını bulabilirsiniz.
Hani Kasımpaşa'nın hukuk tanımaz kabadayısı olan ve sonunda o yolda öldürülen Sultan Demircan isimli kişinin çok yakınında bulunmuş olan ve günümüz Türkiye'sini yöneten zatın rol modeli olduğunu anlattığı hatıralarda. Bu mülakatı kaçırmış olanlar internette ayrıntılarını bulabilirler.
Bu ülke insanlarının hali mahalle kabadayısından medet uman gençlerin ruh hali gibi..
Ailesinin tüm uyarılarına rağmen mahallenin kabadayısının sıcacık baba yaklaşımına vurulan gencin, O'nun " Ne zaman yardıma ihtiyacın olsa haberdar et bizi kardeşim" vaatlerine kanması gibi geliyor tüm ortadaki durum. Sonrasında da mangalda kül bırakmayan o külhan beyinin başı sıkıştığında veya o genci iyice kullandıktan sonra onu bin bir belayla başbaşa bırakması misali bir hikaye yaşanmakta.
İnanın bugün yaşanan zulümlere üzüntü duymanın yanında çeşitli İslami grupların geleceği adına da endişeliyim. Bugün artık mevzu AKP’yi aşmış bir durumda. Bugün sahada aktif olanlar eski devrin insafsızları. Bugün zulümlerin Hizmet Hareketiyle sınırlı kalmayacağı, insafsız, kanun dışı ve keyfi uygulamaların sonrası için birer işaret taşları olduğunun göstergesi.
Yakın bir gelecekte içlerinde onca samimi insanın bulunduğu ve büyük sosyal faydaları olan diğer İslami oluşum ve kuruluşların tarumar edileceğini ve masum insanlara çileler çekeceklerini ürpertiyle bekliyorum. Kendileri de beklesinler. Hem dün kendisine her türlü desteği verenleri ölçüsüz, kadın, bebek, yaşlı ayırt emeksizin bir kıyıma sevk etmesi karşısında bugün kendisine destek verenler yarınlarından nasıl emin olabilirler.
Son sözlerimi Çanakkale’de dört gün boyunca gözaltına alınan yazar Sedat Laçiner’in sözleriyle bitireyim:
"BALYOZ’U GÖRDÜM"
"Manzara toplama kamplarını andırıyordu. Bir an için aklıma Balyoz ve kafes darbe planları geldi. Sanki Balyoz planı aynen bu spor salonunda uygulanıyordu. O zaman jeton da düştü. Bu operasyonların sadece Saray kaynaklı olmadığını daha iyi kavradım. İşin içinde Perinçek fikriyatı ve o akımın devlete sızmış uzantılarının etkisi olduğu çok açıktı..
Kocaman bir spor salonu, yerlerde yatan bir çok insan ve kemikleri donduran bir soğuk. Beni tribünlere aldılar. Oradan tüm manzarayı izledim. 2,5 saat o tribünlerde oturdum. Donmamak için sıraların arasında yürüdüm, kendimi ısıtmaya çalıştım. Yerlerde yatanlar ise hafif hafif uyanıyorlardı. O zaman halime şükrettim. “İyi ki hücreye koymuşlar” dedim. Çünkü bu spor salonunda iki gece geçirseydim, şu anda şehir mezarlığında olabilirdim. Bronşit ve zatürre geçmişim göz önünde tutulduğunda o salondan sağlam çıkmam zordu.
Yerde yatanlara dikkatlice bakınca onların da sağlık durumlarının hiç de iyi olmadıklarını anladım. Kimi 70 yaşındaydı, kimi 80. İçlerinde kalp hastası da vardı, kanser hastası da… Birer birer kalktılar ve berbat diyebileceğim tuvaletlerde abdestlerini alıp, buz gibi zeminde sabah namazına durdular..”