Z. HİCRAN YILDIRIM
Rehberlik Köşesi
‘Leyle-i Mi’râc, ikinci bir Leyle-i Kadir hükmündedir. Bu gece mümkün oldukça çalışmakla kazanç birden bine çıkar. Şirket-i mâneviye sırrıyla, inşaallah her biriniz kırk bin dille tesbih eden bazı melekler gibi, kırk bin lisanla bu kıymettar gecede ve sevabı çok bu çilehanede ibadet ve duâlar edeceksiniz.’ diyerek Mirac Gecesi’nin ehemmiyetini vurguluyor Çağımızın Büyük Çilekeş’i.
İnsanlığın iftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) çok ağır imtihanlardan sonra şereflendirildiği Miraç.
Şi’b-i Ebî Tâlip’te boykot yaşamış üç uzun sene Efendimiz (sav), amcası Ebu Tâlib, mübarek anamız Hazreti Hatîce ve bütün ashab. Güneşin altında kavurucu çölde yaşamaya mahkûm edilmişler.
İnsanlığın İftihar Tablosu, Allah’a iman eden bir avuç masum müminle beraber çileli bir hayat yaşıyor… Sadece kendisinin hüznünü değil, bütün müminlerin derdini de sırtlanmış.
Ebu Talib, haber veriyor müşriklere güvelerin boykot maddelerini kemirip bu insafsızca zulmü geçersiz hale getirdiğini.
Zulüm sona eriyor bir an için ama o üç yıl boyunca çok ağır kayıplar olmuş. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) fazla zaman geçmeden iki büyük ağır imtihan daha geçiriyor. Önce ona kol kanat geren Ebu Talib vefat ediyor. Ve hemen arkasından da her şeyi ile kendisini tasdik etmiş mübarek anamız, Hatîce validemiz de vefat edip gidiyor bu dünyadan.
O Şefkat ve Merhamet Peygamberi (sallallâhu aleyhi ve sellem), boykot, ağır kayıplar ve Mekkeli müşriklerin gittikçe daha da sertleşen zulümleri karışışında yıkılıp kalmıyor, insanları ebedî saadete yönlendirmek için çırpınıp duruyor.
Bütün kapılar kapanınca Taif’e gidiyor. Fakat orada da çok şiddetli zulümlere maruz kalıyor. Taşlanıyor o Rahmet Peygamberi (sallallâhu aleyhi ve sellem), mübarek eli-ayağı yarılıyor. Duyduğunu insanlara mutlaka duyurma derdiyle adeta kıvranıyor.
Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) çok incindiği, musibetlerle karşı karşıya kaldığı bu anda Mevlâ-yı Müteâl’e halini arz ederek O’nun rahmetine sığınıyor. Vücudundan akan kana, yarılan başına ve ayaklarına aldırmadan Cenâb-ı Hakk’a el açarak hazin bir sesle dua ediyor:
“Allahım, güçsüzlüğümü, zaafımı ve insanlar nazarında hakir görülmemi Sana şikâyet ediyorum.
Ya Erhamerrahimîn! Sen hor ve hakir görülen biçarelerin Rabbisin, benim de Rabbimsin; beni kime bırakıyorsun?!. Kötü sözlü, kötü yüzlü, uzak kimselere mi; yoksa işime müdahil düşmana mı? Eğer bana karşı gazabın yoksa, Sen benden razıysan, çektiğim belâ ve mihnetlere hiç aldırmam. Üzerime çöken bu musibet ve eziyet, şayet Senin gazabından ileri gelmiyorsa, buna gönülden tahammül ederim. Ancak afiyetin arzu edilecek şekilde daha ferah-feza ve daha geniştir.
İlâhî, gazabına giriftâr yahut hoşnutsuzluğuna düçâr olmaktan, Senin o zulmetleri parıl parıl parlatan dünya ve ahiret işlerinin medâr-ı salâhı Nûr-u Veçhine sığınırım; Sen razı olasıya kadar affını muntazırım! İlâhî, bütün havl ve kuvvet sadece Sen’dedir.”
Geri dönüyor olmuyor. Mekke’ye sokulmuyor. Bir müşriğin himayesinde dönüyor ancak evine. Fakat çok hüzünlü. Çektiği sıkıntılardan dolayı kederli değil. Kimseye bir şey anlatamama, insanları sonsuza davet edememe çok incitiyor O’nu (sallallâhu aleyhi ve sellem). Çünkü O insanlığa karşı çok şefkatli ve merhametli.
İnsanlık için çektiği o sıkıntılar, dertler, tasalar ve sebeplerin tamamen suküt etmesi O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mirac’a davet edilmesine vesile oluyor.
İşte her şeyin bitti dendiği anda Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine`ye hicretten yaklaşık bir yıl önce Recep ayının 27'inci gecesi gökler ötesi aleme davet ediliyordu. "İsrâ ve Mîrâc" denilen mucizeler gerçekleşiyordu.
Kur'ân-ı Kerîm'de İsrâ Sûresi'nin 1'inci âyetinde:
"Kulu Muhammed'i, bir gece Mescid-i Harâm'dan, kendisine bir kısım âyetlerimizi göstermek için, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah'ın şânı ne yücedir. Doğrusu O işitir ve görür." buyrularak bu hadise açıkça ifade ediliyor.
Efendiler Efendisi, amcası Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hâni’nin evinde bulunduğu o akşam ibadet maksadıyla Kâbe’ye gelmişti. Ebû Tâlib ve Hz. Hatice’nin vefatından sonra Mekkelilerin takındığı tavır, Tâif’te yaşadığı sıkıntılar ve dönüşte insanların kapılarını kapatması O`nun ruhunu sıktıkça sıkmıştı. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Kâbe`nin Hatîm kısmında hüzünle gözyaşı döküyordu.
Bu sırada Cibril-i Emîn nüzûl etti. Yanında, daha önceki peygamberlerin de üzerine bindikleri ‘Burak’ adında bir binek getirmişti. Sebeplerin tamamen sükut ettiği bir anda İlahî bir davet vardı ve Cibril (as) da bu davete muhatap olan en kutlu misafiri almak için gelmişti. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), Hakk’ın özel davetlisi olarak semaya çağrılıyordu.
Cibril-i Emîn, Efendimiz’in göğsünü yardı ve içini Zemzem suyu ile yıkadı; ardından da altın bir kâse içinde, elinde tuttuğu iman ve hikmetle göğsünü doldurarak kapattı. Sonra da mukaddes yolculuk başladı.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) gecenin bir anında Burak’la Mekke’den Kudüs’e, Mescid-i Aksâ'ya seyahat etti. Orada önceki peygamberlerin kendisini beklediğini gördü. Efendimiz onlara iki rekat namaz kıldırdı ve semalara doğru seyahatine devam etti. Bu yolculuk sırasında;
Birinci kat semada Hz. Adem,
İkinci kat semada Hz. Yahya ve Hz. İsa,
Üçüncü kat semada Hz. Yusuf,
Dördüncü kat semada Hz. İdris,
Beşinci kat semada Hz. Harun,
Altıncı kat semada Hz. Musa
Yedinci kat semada Hz. İbrahim (as) ile görüştü.
Cebrail (as) ardından Peygamber Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) daha da yükseklere çıkardı, öyle bir fezaya vardılar ki kaderleri yazan kalemlerin cızırtıları duyuluyordu. Nihayet varlıklar âleminin son sınırı olan Sidretü’l–müntehâya ulaştılar.
Cebrail:
“İşte burası Sidretü’l Müntehâdır. Ben buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam, yanarım.” dedi.
Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) bundan sonra dört kutsal nehir ve her gün yetmiş bin meleğin ziyaret ettiği Beyt–i Ma’mûr gösterildi.
Bütün bunlardan sonra kendisine şarap, süt ve bal dolu üç bardak sunuldu. O, sütü tercih etti. İçtiği süt, onun ve ümmetinin fıtratı, yani İslâm üzere olan ve Yüce Allah’ın insanların fıtratına uygun yarattığı yoldu. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ayrıca şehitlerin ve muttakilerin cenneti olan Cennetü’l–Me’vâ’yı da temaşa etti.
Cebrail’i (as) geride bırakan Zât–ı Ahmediye Aleyhisselam, burada Refref’e binerek Arş–ı A’lâ’ya urûç etti. “Kâb-ı Kavseyni ev Ednâ” diye ifade edilen “imkân dairesinin bitiş, vücûb dairesinin başlama sınırına” ulaştı:
“Sonra yaklaştı ve iyice sarktı. Öyle ki araları yayın iki ucu arası kadar veya daha az kaldı. O da kuluna vahyetmek istediği her şeyi vahyetti. Gözlerinin gördüğünü kalbi yalan saymadı. Şimdi siz kalkmış da onun gördükleri hakkında şüphe edip kendisiyle münakaşa mı ediyorsunuz?
Me’va cenneti de onun yanındadır. O dem ki Sidre’yi bir feyiz sarıyor, sardıkça sarıyordu. Peygamberin gözü kaymadı, şaşmadı, aşmadı da. Vallahi gördü, hem de Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü! (Necm S. 7-18.)
Efendimiz, Cenâb-ı Hakk’ın cemâl-i bâ-kemâlini müşahede ile şerefyâb olurken Cennet’ler de O’nunla (sallallâhu aleyhi ve sellem) şerefyâb oluyordu.
İnsanlığın İftihar Tablosu bütün bunları ihraz ediyor, O’na burda kal, gitme deniliyor. Ama, Şefkat Peygamberi, kendine has o derin merhamet hissi ve Cehennem’e sürüklenenlere karşı acıma duygusuyla, insanları ebedî saadete yönlendirmek için Mirac’tan şu zulmet yurduna geri dönüyordu.
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Mirac’dan geri dönerken yanında ümmetine çok büyük hediyeler getirmiştir.
Birincisi: Beş vakit farz namaz
İkincisi: “Âmenerrasûlü” diye bilinen Bakara Suresi’nin son iki ayeti (Bakara, 2/285–286).
Üçüncüsü: İsra Suresi’nin 22–39 âyetlerindeki İslâmi prensipler:
‘Sakın Allah ile beraber başka tanrı edinme! Yoksa yerilmiş, bir kenara itilmiş vaziyette kalırsın.
Rabbin şöyle buyurdu:
Allah'tan başkasına ibadet etmeyin.
Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten yüksünme, "öff!" bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle.
Şefkatle, tevazu ile onlara kol kanat ger ve şöyle dua et: "Ya Rabbî, onlar küçüklüğümde nasıl beni ihtimamla yetiştirdilerse, ona mükâfat olarak Sen de onlara merhamet buyur!"
Rabbiniz ruhlarınızdaki duyguları pek iyi bilir. Eğer siz iyi kimseler iseniz şunu bilin ki Allah kötülüklerden, özellikle anne ve babasına yaptığı kötü muamelelerden, tövbe edenlere karşı, günahları çok affedicidir.’ (İsra Suresi, 22–39)
Dördüncüsü: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen kimselerin günahlarının affedileceği ve Cennet’e girecekleri müjdesini…
Beşincisi: İyi amele niyetlenen kişiye –onu yapamasa bile– bir sevap; eğer yaparsa on sevap yazılacağı; fakat kötü amele niyetlenen kişiye –onu yapmadığı müddetçe– hiçbir günahın yazılmayacağı; ancak işlediği zaman da sadece bir günah yazılacağı müjdesini getirdi.
Bir diğer hediye de Mi’rac gecesi Allah ile karşılıklı selâmlaşma ve sohbetlerinden bazı sözleri getirmiştir ki et–Tahiyyâtü diye meşhur olan bu sözler, bütün namazlarda teşehhütte otururken okunmakla Mi’rac’da Allah ile Habibi (sallallahü aleyhi ve sellem) arasındaki o kutsî sohbeti hatırlatmakta ve benzerî bir mükâlemeye namaz kılanı mazhar etmektedir. (Şualar, Bediüzzaman)
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah’u Teala’nın huzuruna varınca Cenab-ı Hakk’a hürmetlerini ve O’nun (cc) yarattığı kullarının tahiyyatlarını arz etmek niyetiyle:
“Ettehıyyatü lillahi vessalavatü vettayyibatü”
“Dil ile, beden ve mal ile yapılan bütün ibadetler Allah’adır.” demiş,
Allah’u Teala da Efendimiz’i (sallallahü aleyhi ve sellem) karşılayıp selamlayarak:
“Esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekatüh”
“Ey Peygamber! Allah’ın selamı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun.” demişti.
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sefer:
“Esselamü aleyna ve ala ibadillahissalihin”
“Selam bizim üzerimize ve Allah’ın bütün iyi kulları üzerine olsun.”
cümlesiyle Allah’ın selamına mukabelede bulunmuş ve Allah’u Teala ile Peygamber Efendimiz’in bu güzel konuşmalarına şahit olan Cebrail (as) de sevinç içinde bu selamlaşma ve duaya:
“Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülüh”
“Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Yine şahitlik ederim ki, Muhammed, O’nun kulu ve elçisidir.” diyerek eşlik etmiştir.
Böylece namazlarda Ettehiyyatü duası Miraç’ta Allah ile Habibi (sallallahü aleyhi ve sellem) arasındaki o kutsî sohbetin hediyesi olarak yer almıştır.
Mirac Kandiliniz Mübarek Olsun!