Mehmet Ali Şengül / samanyoluhaber.com
Mi’rac, Yaratanla yaratılanın en yüce makam ve mevkîde buluşmasıdır. Her şeye her şeyden daha yakın Allah (cc) ile, kâinat yüzü suyu hürmetine yaratılan Nebîler Sultânı’nın (sav) buluştuğu noktadır Mi’rac.
Cisimden, mekandan münezzeh bulunan Rabb’ül-Âlemin’le, kulluğuyla velâyete ulaşan insanlığın iftihar Tablosu’nun (sav) madde ötesi âlemde buluştuğu mânevî bir makamdır Mi’rac.
Saâdet-i Ebedîye'yi yaratan Allah (cc) ile, o âlemin kapılarını açacak anahtarlar eline verilen, Mescid-i Haram’dan Mecmâ-ı Enbiyâ olan Mescid-i Aksâ’ya, sonra da Sidret-ül Müntehâ’ya ve netîce itibâriyle Kâb-ı Kavseyn’de buluşan Nebîler Sultânı Hz. Muhammed’in (SAV) buluştuğu noktadır Mi’rac.
O Hz. Muhammed (SAV) ki; bütün kemâlât-ı insâniyeyi câmi, hem bütün tecelliyât-ı İlahiye’ye mazhar, hem bütün tabakât-ı kâinâta nâzır, saltanât-ı Rubûbiyetin dellâlı, bütün Esmâya, husûsiyle İsm-i Â’zam’a mazhar, Nübüvvet-i umûmi hakîkatinin temsilcisi olan, Mi’rac ile şereflenmiş bir Nebîler Sultânı’dır (sav).
Şu mevcûdâtın Â’dan Z’ye, zerreden küreye, semekten sistemlere kadar her şeyin, bir ordudan bin defâ daha muntazam, daha sistemli bir emir ile hareket ettiği açıkça görülmektedir.
Güneş, ay ve yıldızların muntazam hareketlerinden, nebâtat ve hayvânât tâifelerinin rengarenk giydiği elbise ve takındıkları zînetleri, aynı zamanda harekât ve emre itaatleri gösteriyor ki, bir Sâni-i muhteşem, bir Kumandan-ı Â’zam ve perde-i gayb arkasında bir Hakîm-i Mutlak ve Sultân-ı Zülcelâl’in var olduğunu anlıyoruz.
Öyleyse O Hâkim (cc), Bir’dir. Bir olmazsa mevcudât adedince ilahların bulunması lâzım gelir. Enbiyâ sûresi 22.âyette; “Halbuki gökte ve yerde, Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı oraların nizamı bozulurdu. Demek ki, o yüce arş ve hükümranlığın sâhibi Allah, onların zanlarından, onların Allah’a revâ gördükleri vasıflardan münezzehtir, yücedir!” buyrulmaktadır.
Binâenaleyh O, Hâlık-ı Hakîm’dir. Her icrâtında hikmet sâhibidir. Abes ve luzumsuz bir iş yapmaz. Görülüyor ki, kâinatta bir devr-i dâim var. Gece gündüz , yaz kış , hayat ve ölüm.. Husûsiyle insanoğlu, ‘nereden gelip nereye gidiyor ‘ farkında olması iktiza etmektedir.
Bir spermden yaratılan insan, meleklerden de ulvî bir makam sâhibi olarak yaratılıp donatılmıştır. İnsanoğlu, hayâtı sû-i istimal neticesinde, şeytana karşı sefil ve rezil duruma düşerken; Allah’a ve Rasûlü’ne îman ve itaat ile şeref kazanmaktadır.
Allah (celle celalühu) kâinât’ın Sultânı, eşref-i mahlûkat olarak yarattığı insanlar içinden, elbette birini intihap edecek, maksad-ı ilâhîyi, kâinatın sırlarını, yaratılışdaki hikmet ve gâyeleri şerh eden bir kulunu, çok büyük maksat ve gâyeler için huzûruna alacak , onunla konuşacak emir ve yasaklarını onun aracılığı ile kullarına bildirecektir.
Cenâb-ı Hak, her şeye her şeyden daha yakındır. Kâf sûresi 16.âyette; “İnsanı Biz yarattık. Onun için, nefsinin kendisine neler fısıldadığını, neler telkin ettiğini de Biz pek iyi biliriz. Çünkü Biz ona şah damarından daha yakınız.”
Vâkıa sûresi 85.âyette de, “Biz ise, ona sizden daha yakınız, ama siz göremezsiniz” buyruluyor.
Fakat her şey ondan nihâyetsiz uzaktır. En‘am sûresi 103.âyette, “Gözler O'na erişemez. O'nun ilmi ise bütün gözleri ihâta eder.(Gözlerin görmediği her şeye nüfuz eden, her şeyden haberdar olan) latîf ve habîr O'dur” buyrulmaktadır.
İnsanın yaratılış gâyesi, Rabbu’l âlemin olan Allah’a îman ve itaatdır. O Allah ki; ehl-i îmanın gaybî olarak inandığı bu hakîkatleri, Mi’rac’ta dünya gözüyle görüp bize anlatan bir Rehberi, model yapmıştır.
Aynı zamanda Sultân-ı ezel ve ebedin bir Muhâtabı, Halîli , Habîbi ve cennet-i bâkiyesinin misâfir-i Aziz’i oldugunu; “İşte bunun içindir ki ey Resulüm! Biz seni bütün insanlar (âlemler) için sırf bir rahmet vesîlesi olman için gönderdik.” İlâhi beyânıyla ifâde buyrulmuştur.
O Efendiler Efendisi ki (sav), Sâni-i mevcûdat sâhibi kâinat ve Rabbu’l âlemin olan Hâkim-i ezel ve ebed’in marziyyâtını muhtevî İslâmiyetin esâsâtını, başta namaz olarak saâdet-i ebediye’nin hazînelerinin anahtarlarını, cin ve inse Mi’rac hediyesi olarak getirmiştir.
Bir insan düşünün ki; îdam kararı almış. Darağacına çıkarken af haberi ile beraber, bir saray müjdesi verilse; ne kadar mesrûr ve memnun olur, târifi mümkün değildir.
İşte Allah’ın son Nebîsi, Efendiler Efendisi Hz. Muhammed (Sallallahü aleyhi vesellem) Mi’rac gerçeğiyle; darağacı mahiyetindeki kâbrini bekleyen beşere, ‘Ölüm îdam değil, ebedî âleme açılan ve dostlarıyla buluşturan bir kapı’ olduğu müjdesini ve cennet saraylarıyla mükâfatlandırılacağı haberini getirmiştir. İnsanın böyle bir müjdeden memnun ve mesrur olmaması düşünülebilir mi?
Misafir olarak bulunduğu bu dünyada insan, yaratılan varlıkların en şereflileri ve en mükemmel donanımda olmaları itibariyle; kendisine verilen sermayeler ile bu misafirhanede, Allah’ın rızâsını kazanma imkanına sâhiptir.
Saâdet-i dâreyn’i kazanma ve kaybetme insan akıl ve irâdesine bırakılmıştır. Akıl ve iz’an sâhibi insanlar, Mi’rac gecesi vesîlesiyle, ihtivâ ettiği muhtevâ derinliği içinde ele alarak, bu fırsatı iyi değerlendirmelidirler.
“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona îman etti, müminler de. Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve Resullerine îman etti. ‘O’nun Resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz” dediler ve eklediler: ‘ İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır”. (Bakara sûresi, 285)
“Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenâlık da kendi aleyhinedir.
Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma. Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma.”
Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize! Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize! (Bakara sûresi, 286)
"Ey bizim kerîm Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz bağışı bol olan vehhâb Sensin Sen!” (Âl-i imran sûresi, 8)