Gazeteci Yazar Veysel Ayhan 'Mukaddes Göç'ü yazdı İşte TR24.com'da yer alan o yazı
Yaş ve kuru her şey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, her şey içinde bulunur. Fakat herkes her şeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri, ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhâmen, ya ihtar tarzında bulunurlar.”
Kur’an-ı Kerim tüm zamanlara hitap eder ve tüm zamanların insanlarını örnekler. Müjdeleri ve korkutmaları her zamanın insanınadır. Bu nedenle sadece prensip ve kaidelerden mürekkep bir ahkam kitabı değil. Bize hayatımızın her diliminde karşılaşacağımız imtihanların numunelerini ve mesellerini gösteriyor. “Bakın şunu yapanların başına bunlar gelir. Bu tür vakalar yaşayabilirsiniz.” diyor. Ve “Şu tip insanlar önünüzü kesebilir.” diyerek kafir, münafık ve müşriklerin tüm prototiplerini bize örnekliyor. Her insan; makamına göre, Kur’an insanı olması ve Kur’an’dan istifadesi nispetinde daha çok imtihanla karşılaşır.
KUR’AN’DA TAKDİR EDİLENLER
Belki başta “Kur’an cemaati” olma duasına “evet” derken Kur’anî tüm imtihanlara “evet” dediğimiz fark etmemiştik. Tabiri uygunsa “papuçun pahalı olduğunu” geç anladık. Sahabiyi örnek alırken anlatmak yetmiyormuş demek ki. Sahabi gibi olmak için benzer şeyleri yaşamak zorunda olduğumuzu nihayet anladık.
Bir dönemin Medine’de ev sahibi Ensar’dı. Yanlarına hicret eden muhacirlerle imtihan oldular. Onlara sahip çıkmak, evinin yarısı vermek, işini ve yemeğini bölüşmek… Ve o imtihanı kazandılar. Üstlerine düşeni fazlasıyla yapıp Kur’an’da takdir edildiler.
En önemli vasıfları kardeşlerini nefislerine tercih etmekti. O kadar çok örnek var ki! Ensar’dan Ebu Talha, evine misafir ettiği muhacir kardeşini, kendi çocuklarına tercih ediyor. Çocuklarını erkenden uyutup onların yemeğini muhacir kardeşine ikram ediyor.
Efendimiz (sav) sabah onları görünce “Yaptığınız işten dolayı sema ehli bile hayrete du¨ştu¨.” buyuruyor. Sonrasında şu ayet nazil oluyor: “… Onlar Allah yolunda muhacir olarak kendilerine gelenlere sevgi besler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir kıskançlık, bir ihtiyaç hissetmezler; bunun da ötesinde, kendi paylarına düşen yoksulluk da olsa onları kendilerine tercih ederler….” (59/9)
“Onları kendilerine tercih ederler.” ayeti “yaşatmak için yaşamak” “Hayatı yaşatmaya bağışlamak” ve “Kendi kurtuluşunu başkalarını kurtarmada görmek” olarak bugüne taşındı, hayata mâl oldu.
SEVDİĞİNDEN İNFAK ETMEK
Gök ehlini bile hayrete düşürecek hadiseler bugün de var. Anne-baba, öz kızını çocuğuyla beraber sokağa atıyor. Abileri götürüp bir başka kapıya koyuyor. Orada günlerce itilip kakılıyorlar. Sonra Allah bazı arkadaşları “Hızır” gibi gönderiyor, onlara sahip çıkıyor.
Tarlada işçi olarak çalışan mühendisler, kuryelik yapan, pizza dağıtan bürokratlar ve kazandıklarıyla her türlü mihneti göze alıp arkadaşlarına yardım edenler… “Kehf ashabı” için elindeki ikinci el arabasını satıp ihtiyaçlarını görenler…
“Sevdiğiniz şeylerden (mal, bilgi, eşya…) infak etmedikçe gerçek fazilete ve kâmil manâda iyiliğe ulaşamazsınız.” (3/92) ayetini duyunca en sevdiği bahçesini satan sahabiye bedel, işini büyütmek için bir kenara biriktirdiği servetini vererek mağdurların, mehcurların, mescûnların yardımına koşanlar var.
Kendi çocuklarını boş verip hapse düşen anne-babanın otistik çocuğuyla gece gündüz ilgilenenler… Pazarcılık yaparak tutuklu arkadaşının ailesinin giderlerini karşılayanlar… Allah’ın ne çok kahraman lütfettiğini anlamamız için bugünlere ihtiyaç varmış.
MALLARIMI ALIN AMA BENİ BIRAKIN!
Suheyb b. Sinan Mekke’nin önemli zenginlerindendi. Hicret için yola çıktı. Kureyşliler, yolunu kesti. Onlara “Benim çok isabetli ok attığımı hepiniz bilirsiniz. Oklarım biterse kılıcımla müdafaada bulunurum. Kılıcım elimde, oklarım çantamda bulundukça hiçbirinizi yanıma yaklaştırmam!” diye meydan okudu. Sonra onların asıl derdinin mal ve para olduğunu fark etti. Ve onlara ‘tüm mallarımı ve alacaklarımı size bıraksam, bana yol verir misiniz?’ diye sordu. ‘Evet’ cevabını alınca sevinç içinde her şeyini onlara bırakıp yola düştü. Hadiseyi Efendimiz (sav) duyunca “Suheyb kârlı çıktı! Suheyb kârlı çıktı!” buyurmuştu. Ve sonra sahabinin fedakarlığını takdir ve tebcil eden şu ayet nazil oldu:
“İnsanlar arasında öyleleri vardır ki, Allah’ın rızasını kazanma ve rızasının nerede yattığını bulma uğrunda hayatını ve varlığını ortaya koyar…” (2/207)
Başka pek çok ayet bu müjdeleri içeriyordu:
“…Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin, Benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların, Benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin, Elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğim. En güzel ödüller Allah’ın yanındadır.” (3/195)
YETER Kİ CEMAATTEN AYRILIN!
Vaktiyle ülkelerinde kendilerine ‘Şu Hizmet’i bırakın, bizim cenaha geçin. Artık devlet hazinelerinin anahtarları bizim elimizde. Vergi bile ödemeyin zenginliğinize zenginlik katın’ denenler oldu. Bunu umursamayıp hizmetlerine devam edenleri ve bunun üzerine mallarına ve fabrikalarına ‘çökülenler”i, iş yerleri talan edilenleri ve sonunda Suheyb B. Sinan gibi ülkelerini terk edenleri nasıl farklı değerlendirebiliriz ki? Serveti, son model arabaları hatta uçağı, el emeği göz nuru inşa ettiği bir sanat eseri haline getirip hizmete sunduğu üniversitesi, eşkıyaya rükû etmediği için elinden alınan, talan edilen insanları başka nasıl değerlendirebiliriz ki?
Her şeyleri ellerinden alınan, çok ağır işkencelere maruz kalanlar, yurdundan kaçanlar ve yolda yakalananlar hakkında nazil olan bir ayet de şuydu:
“Şüphesiz ki senin Rabbin, mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya uğradıktan sonra mücahede edip sabreden, ardından da hicret edenlerle beraberdir. Evet Rabbin, onların bütün bu güzel hareketlerine karşılık elbette onları bağışlayıp ihsanda bulunacaktır. Çünkü O gafurdur, rahîmdir.” (16/110)
“NE ZAMAN GERİ DÖNERİZ?”
Muhacirin değeri Fasıldan Fasıla’da şöyle yerini bulur:
“Muhacirin mezar taşları, hicret ettiği yeni dünyaların bir nevi tapu kayıtları gibidir. Hattâ muhacir, kendi ülkesinin yemyeşil yamaçlarını, bağlarını ve diğer bütün güzelliklerini düşündüğünde ‘Aman Allah göstermesin orada ölmek mi!’ duygusuyla sahabe gibi tir tir titremelidir.”
“Sahabe Efendilerimiz (r.anhüm) Mekke’den Medine’ye hicret ederken, yurdu-yuvayı bütünüyle terk etmişler ve daha sonra arkada bıraktıkları şeyleri hayallerinden bile geçirmemişlerdir. Oysaki Mekke, öyle kolay kolay terk edilecek bir şehir değildi. Bir kere o zamanlar, Medine halkının yarısı çoban, yarısı çiftçi ve sınıf itibarıyla da ikinci-üçüncü sınıf insanların yaşadığı bir yerdi. Hâlbuki Mekke, hem ilim hem de ekonomik seviye olarak o zamanki Arap yarımadasının en medenî şehirlerinden biriydi. Buna rağmen Sahabe-i Kiram, Mekke’yi kafalarından öylesine söküp atmışlardı ki, daha sonraki dönemlerde değişik vesilelerle Mekke’de kalan muhacirler hastalandıkları zaman, ‘Burada ölüp kalacağız ve hicretimiz bâtıl olacak’ endişesiyle tir tir titrerlerdi. Bu sebeple, yüce bir mefkûre uğruna göç eden insanlar, hep ihlâs ve samimiyetle hareket etmelidirler… Hattâ o ilk garipler gibi, yerlerini terketmeyi savaşta cepheyi terketmekle eş tutmalı ve bir adım bile yerlerinden ayrılmamalıdırlar.”