Padişahların özel bütçesi olan “ceb-i hümayûn” bile bu kadar keyfî bir harcama kalemi değildi; üstelik “yetkisiz ve sorumsuz” bir cumhurbaşkanına bu yetkiyi vermenin hukuk ve akıl içinde hiçbir açıklaması yok. En zoru da “devlet bu şekilde nasıl yönetilir?” sorusuna bir cevap bulabilmek. Açıklamayı galiba başka yerlerde, özel siyasî jargonda aramamız lazım.
Bir siyasî gelenekte o kadar zaman içinde kapalı devre bir dilin ve özel terimlerin yerleşmesi doğal karşılanmalı. AK Parti iktidarı yıllar boyu “takiyye” ile suçlandı. Devletin eski sahipleri, başlarda görünen politikalarla asıl niyet arasında fark aradılar, 2012 yılına kadar dayanabilselerdi belki de bulacaklardı. Takiyye diktatörlük hevesi ve çabaları ile şeklen bile muhafaza edilemeyen demokrasinin temel kuralları arasında, işte bu çok özel iletişim dilinin terimlerine sıkışmış görünüyor. İslâm esaslarına dayalı bir devlet düzeni mi? Kimin umurunda! Otokrasiye meşruiyet kazandıracak her referans takiyyenin çetrefil ve gizemli dili içinde kendine mutlaka bir yer bulabilir.
(...)
İslâm siyasî geleneğine göre yönetici ile yönetilenler arasındaki ilişki bir sözleşmeye dayanır. Bu sözleşmeye “biat” adı verilir. Yönetilenler, “ehli hal ü akd” yani temsilciler-önde gelenler aracılığıyla yöneticiye itaat edeceklerini ilan ederler ve böylece bütün siyasî hak ve yetkilerini kayıtsız-şartsız ona devrederler. Yöneticinin adalet içinde yönetmek, yönetilenlerin ise kayıtsız şartsız itaat etmek görevi iki tarafın sınırlarını çizer. Yetkisini biat kurumundan alan devlet başkanına “halife” adı verilir. Hilafeti modern dünyaya ancak “başkanlık” olarak tercüme edebilirsiniz.
Siyasî hareketin liderliği acaba “halife” sıfatıyla mı sürüyor?