ABDULLAH AYMAZ
İtalya’da Katoliklerden bir grup devamlı rüyalarında Hz. Meryem annemizi görüyorlar. Bazen âşikare gördükleri de oluyorlarmış. Hz. Meryem’in, üç semâvî dinin mensupları olan Müslüman, Hıristiyan ve Musevîlerin bir araya gelerek diyalog yapıp dua etmelerini ve üçüncü dünya savaşını önlemelerini söylediğini ifade ediyorlar. Dört beş sene önce Milano’daki arkadaşlar bunlardan haberdar oluyorlar. Aslında onlar, Mûsevî bir grupla anlaşıp dua için bir araya geldikten sonra Müslümanlarla da anlaşıp görüşmek için Suudi Arabistan’ın baş şehri Riyad’a gidiyorlar. Orada bir otelde kalırken Hz. Meryem’i otele çok yakın bir caminin kubbesi üzerinde görüyorlar. Camiye girmeleri engelleniyor. Bunlar da çok ısrar edince, câminin imamı bu ısrarın sebebini soruyor. Onlar da bu hususta Hz. Meryem’in telkin ve tavsiyelerini anlatıyorlar. Bunun üzerine camiye girmelerine izin veriliyor. Daha sonra Müslümanlardan hangi grupla görüşmelerinin uygun olacağını Milano Kardinalliğinden soruyorlar. Onlar da İslam danışmanı Paula Branka’ya havale ediyorlar. O da bizim arkadaşlara ‘Onlarla gelip görüşmek ister misiniz?’ diye soruyor ve böylece görüşmeler başlıyor. Daha sonra dostluklar ve müşterek dualar devam ediyor. Üç dört ay önce sanki Filistin-İsrail olaylarını hissetmiş gibi dua konusunda adeta çırpınıyorlardı. Bilhassa Ortadoğu’da bir fitne fesadın çıkmaması ve bir kıvılcımın dünyaya yayılmaması konusunda fevkalade hassas duruyor ve bunun için hep birlikte dua edilmesini istiyorlardı.
Biz Ortadoğu topraklarına Kur’an’ın nasıl baktığına dikkat edersek: “Çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa” (İsra, 17/1) (Mescid-i Aksa, Kudüsteki Beytü’l-Makdistir.) “Ezilen milleti de, bereketlerle donattığımız o ülkenin (Filistin’in) doğularına ve batılarına vâris kıldık.” (Araf Suresi, 7/137) “Onu (İbrahim’i) Lût ile beraber kurtarıp, bütün insanlar için mübarek (bereketli kutlu ve feyizli) kıldığımız diyara (Şam, Filistin’e) ulaştırdık.” (Enbiya Suresi, 21/71) “Süleyman’a da şiddetli rüzgârı âmâde kıldık. Rüzgâr, onun emriyle mübarek kıldığımız beldeye doğru eserdi.” (21/81) gibi ifadelerle karşılaşır ve oraların mübarek, kutlu, bereketli ve feyiz belde ve diyarlar olduklarını anlarız. Onun için Hz. İbrahim Aleyhisselamın evlatları olan büyük peygamberlerin (Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Aleyhisselam Hazretlerinin) mensupları olan insanların oralarda fitne ve fesattan uzak, kan dökülmeden, huzur ve selâmet içinde yaşamaları için dua etmeliyiz. Bir nevi dünyanın merkezi olan oraların düzeni bozulup nifak ve fesatla fitne ateşi tutuşturulursa, bütün dünyaya yayılacağı da bilinemez. Çünkü yangın ve savaş çıkınca, nerede duracağını Allah’tan başka kimse bilemez.
Öbür taraftan Amerika’nın bir bölgesinde de bazı arkadaşlarımız Hıristiyan ve Musevî gruplarla müşterek programlar yapıp dualar okuyorlar. Bu arada bizimkiler ezanlar okuyup gürül gürül namazlarını eda ederken bu ehl-i Kitap insanların ezan ve cemaatle namazlarındaki Allahü Ekber nidaları dikkatlerini çekiyor. Bilhassa güzel sesli müezzinlerin ihlaslı ve gönüllere tesir eden tekbirleri onların gözlerini yaşartıyor ve onlara samimi şekilde şöyle dedirtiyor: “Biz Allahü Ekber sesini duyunca tüylerimiz diken diken olurdu. İçimiz korku ve nefretle dolardı. Ama şimdi Allahü Ekber bizim gönüllerimize hoş bir ses olarak yansıyor. Bizlere bu kelimeleri sevdirdiniz. Allahü Ekber deyip kafa kesenler nerede, buradaki içimizi sevkle ürperten, gözlerimizi hoş duygularla yaşartarak bizleri coşturanlar nerede?!.. Sizlere teşekkür ederiz.”
Beride ise semazen kardeşlerimizin Hollanda’da, Belçika ve Almanya’daki 170 aşkın semâ icrâları sırasında tatlı ses ve hoş eda ile okunan ezanlar karşısında yine ehl-i Kitaptan (Hıristiyan-Musevî) seyirci insanların aynı şekilde “Allahü Ekber’i bize sevdirdiniz, biz duyunca, içimiz hınç ve nefretle, korku ve öfkeyle dolarken şimdi sanki manevi âlemlerden hoş, yumuşak bir esinti gibi Allahü Ekber sesini içimiz coşarak dinliyoruz!..” diyorlar.
Cenab-ı Hak, bir zamanlar Semâ icrasını, folklorik bir anlayışla raks gibi ele alan yanlışlıktan kurtaran, içine ezan ve Kur’an okumayı yerleştirerek mânevî boyuta çekilmesine vesile olanlardan ebediyyen râzı olsun.
Danimarka’nın baş şehrinde samimî, ihlaslı bir grup semâzenin sema icrası sırasında, 1972’deki bir sol firaksiyonun içinde bulunup daha sonra Almanya’ya oradan da Danimarka’ya gelmiş sol görüşlü bir akademisyenin ezanı duyunca hislerinin kabarması, Kur’an’ı dinlerken gözlerinin yaşarması üzerine “Hayret! Ben Müslümanmışım!..” deyişi elbette ibret verici bir olaydır. Bu zatla daha sonra tanışıp görüştük… Bu insanımızdaki değişim ve müsbet mânadaki gelişmeye şahit olmak insana mânevî haz veriyor…
Bizlerin bütün cihanda müsbet hareketlere barış ve huzura götürecek faaliyetlere hız vermemiz gerekiyor. Cenab-ı Hak, Cebr-i lütfî ile Asr-ı Saadetten sonra Efendimizin (S.A.S.) nesebi seyyidlerini bütün dünyaya saçıp sevkettiği gibi şimdi Efendimizin (S.A.S.) davasına sahip çıkan manevî torunlarını da zulüm ve gadr ile bile olsa aynı şekilde cihana yayıyor. Büyüğümüzün dediği gibi birer tohum gibi cihana saçılıyoruz. Tohumun sırrını toprak çözeceğine göre, gidilen diyar ve toprakların da bizim sırrımızı çözeceğine inanıyoruz…