Cumhuriyet yazarı Can Dündar, 1970'lerin başında Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Naumann'ın ortaya attığı 'Suskunluk sarmalı' teorisinin bugünün Türkiye'sine uyduğunu söyledi. Dündar, "Nazilerin, suskun çoğunluğun desteğiyle iktidara gelişini ve dünyayı felakete sürükleyişini izah eden bu teori, ne kadar da uyuyor günümüz Türkiye’sine... Suskunluk sarmalı nasıl da büyüyor günden güne..." diye yazdı.
Can Dündar'ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (23 Eylül 2016) nüshasında yayımlanan 'Suskunluk sarmalı' başlıklı yazısı şöyle:
Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Naumann, “Suskunluk sarmalı” teorisini 1970’lerin başında geliştirdi.
Söylediği özetle şuydu:
Eğer savunduğunuz fikir, toplumun genelinde kabul görmüyorsa, onu söylemekten vazgeçersiniz.
Çünkü herkes, içinde yaşadığı toplumdan dışlanmaktan, genel-geçer görüş sahiplerince damgalanmaktan korkar.
Susmak, bu korkuya karşı alınan bir tedbirdir.
Farklı fikir sahibi, dışlanmayı göze almaktansa kabuğuna çekilir, sessizliğe gömülür.
Korkusu büyüdükçe, genel geçer görüşe uyum gösterme teslimiyetçiliği nükseder. Gördüğü haksızlıkları görmezden gelmeye, görüyorsa da ses etmemeye başlar. Dahası, toplumsal onay alabilmek, kendini koruyabilmek için yaygın görüşün yanında saf tutar, onu yüksek sesle dillendirmeye başlar.
Bu sarmal, hâkim görüşü güçlendirir.
***
Nazilerin, suskun çoğunluğun desteğiyle iktidara gelişini ve dünyayı felakete sürükleyişini izah eden bu teori, ne kadar da uyuyor günümüz Türkiye’sine...
Suskunluk sarmalı nasıl da büyüyor günden güne...
Ülkenin duvarlarında, bir hemşirenin dudaklarına yapıştırdığı kocaman bir parmak fotoğrafı asılı sanki...
“Sakın ha” diye sesleniyor sessizce...
“Ya bir duyan olursa”, “Ya beni de onlardan sanırlarsa”, “Ya hapse atarlarsa” diye büyüyen korkular, mühürlüyor dudakları; diller tutuluyor, göz önündeki haksızlıklarda kafalar utançla öbür yöne çevriliyor.
Vicdanları sağır edecek kadar gürültülü bir sessizlik var havada... Korkuyla sinmiş büyük bir kitle, olup biteni susarak alkışlıyor.
***
Televizyon tartışmalarında, gazetelerin birinci sayfalarında görüyorsunuz bu güce eklemlenme halini... Farklı görüşe kapanan ekranlar, manşetler, okurda, izleyicide “Benim gibi düşünen kimse yok demek ki” tedirginliği yaratıyor. Merkez medya, böylece iktidardaki zihniyete yandaş devşiriyor.
“Kral çıplak” diye haykıranların başına gelenler, korku sarmalını büyütüyor.
“Bak adamı bıraktılar; sert konuştu, yine aldılar” izlenimi, üç maymunları kalabalıklaştırıyor.
“Ama o da zamanında neler yapmıştı” bahanesinin ardına gizleniyor insanlar; orada kendi teslimiyetini meşrulaştırmaya çalışıyor.
Susarak büyüttüğü belanın, yakında kendi kapısını çalacağını biliyor; ama susmak dışında çare üretemiyor.
Issızlığı gördükçe, ailesini, istikbalini düşündükçe daha çok korkuyor, daha büyük susuyor.
***
Einstein, “Dünya yaşamak için tehlikeli bir yerse kötüler yüzünden değil, kötülüğeses etmeyenler yüzünden” demişti.
Suskun, kötünün müttefikidir.
İçeridekilerin sayısı dışarıdakileri aştığında, bunu daha iyi anlayacağız; ama korkarım bir hayli geç olacak.
Neyse ki dışlanmayı, suçlanmayı, yargılanmayı göze alıp konuşanlar, kronikleşen suskunluk sarmalını yaranlar var hâlâ...
Korku ülkesinin vicdanı onlar...
Konuştukça, suskunların da vicdan azabını dindiriyorlar.
İktidarın en çok onlara saldırması boşuna değil.
“Susma, sustukça sıra sana gelecek” sloganı boş laf değil.
Gelecek.
Susma!