NUMAN YILMAZ YİĞİT
15 Temmuz darbe fitnesini tutuşturanlar aile, kadın ve çocukların dünyalarını sıkıntıya soktukları gibi bilhassa masum yavruların, gençlerin duygu düşünce ve inanç dünyalarını da sarsan, travma yaşamalarına neden olan olaylara sebebiyet verdiler.
Bunları yapanlar dini literatürde ‘Kafir’ denilen zümre olsaydı -ki her kafir öyle değildir- bu zulüm ve haksızlıkları izah etmek daha kolay olurdu. Veyahut bunları yapanlar hukuki tabirle ‘Düşman’ statüsündeki kimseler olsaydı izahı çok zor olmazdı. Fakat bütün bu olumsuzluklara sebebiyet verenlerin kendilerini ‘Müslüman’ olarak tanımlamaları, icraatlarını da ‘İslam’ için yaptıklarını iddia etmeleri sadece hizmet hareketindeki gençlerin değil, ülkedeki pek çok gencin de dini ve itikadi dünyasını menfi yönde etkiledi, etkilemeye de devam ediyor. Bu olaylar sebebiyle anne babası mağdur olan, dolayısıyla kendileri de mağduriyet yaşayan gençlerden bazılarının değer yargılarında bir sarsılma yaşandı ve zihinlerinde bazı sorular oluştu.
İşte bu sorulardan biri de ‘Neden ben bunları yaşamak zorundayım?’ sorusudur.
Şu bir gerçek ki dini meselelerin pek çoğu akıl mantık ölçüleri ile ele alındığında anlaşılabilir ve makul konulardır. Fakat -kader ve bu soru gibi- bazı konular da vardır ki, akli, mantıki, ilmi olarak yapılan izahların bazıları, henüz duygusal yaşlardaki çocukları ve konuya duygusal yaklaşan gençleri tatmin edemeyebiliyor. Yetişkinler için belki şöyle denilebilir: ‘Yüzde doksan dokuzu akli, mantıki, makul olan bir şeyin, yüzde birinin hikmetini, maslahatını anlayamasak da o konuda Allah’a (cc) itimat ederek O’nun buyurduklarına inanmak, güvenmek gayet makul ve mantıklıdır.’ Fakat tabiidir ki sorudaki hissiyatı taşıyan çocuk ve gençler için, bunu söylemekle yetinmek doğru olmaz. Tabi ki bu hususta yapılabilecek bir şeyler de yok değildir. Onun için gençlerin bu sorularına muhatap olan ve onlarla meşgul olan anne-baba, yakın arkadaş, abi gibi çevrelere onlara yardımcı olmaya yönelik, bir yaklaşım tarzı belirlemek gerekmektedir. Bunun için şunlar söylenebilir;
1- Bu hissiyatla feryat eden bir gence, cevap vermekten daha önemli bir mesele varsa, o da anne baba ve yakın arkadaş çevresinin bu ruh haline uygun iyi bir yol, yöntem, tavır belirlemeleridir.
Bir gencin, anne-babasına veya bir başkasına veyahut bazı konulara aşırı tepkisi varsa bunlardan dolayı sert tepkiler vermemek ve tartışma ortamlarından uzak kalmak önemlidir. Çünkü, yanlış bir davranış veya uygunsuz bir söz, ona yardımcı olma imkanını tehlikeye sokacaktır. Takip edilecek yol ve yöntem genel manada mutlaka olumlu olmalıdır. Yetişme çağındaki genç, hissi ve duygusal olduğu zamanlarda, kuru mantık ve akıldan daha çok, asıl ihtiyaç duyduğu husus, içten ve samimi olarak, iyice dinlenmesi, anlaşılması, şefkatle kucaklanması, sarıp sarmalaması ve içini dökmesine, konuşmasına, fikirlerini açıkça ifade etmesine yardımcı olmak suretiyle yanında olunmasıdır. Bilhassa bunun ‘Neden bunları ben yaşıyorum?’ hissiyatını derince yaşandığı zamanlarda yapılması daha bir önemlidir. Gençlerin sorularına ikna edici cevaplar verilip verilmediğine bakılmaksızın onları dışlamamak, ayıplamamak, suçluluk ve günah psikolojisine sokacak söz ve davranışlardan kaçınmak elzemdir. Bu yol ve yöntem onda ‘Güven’ hissinin oluşmasına vesile olacak ve dolayısıyla da güvende olmasını temin edecektir.
2- Bu tür düşünen bir genç içinde bulunduğu olumsuz ruh halinden uzaklaştığında yani normal zamanlarında, ona moral ve motivasyon sağlayacak, yaşam sevinci verecek, ayakta durmasını, güçlü olmasını/kalmasını sağlayacak günümüzden, tarihten, yaşanmış örnek kişi veya toplulukların yaşadığı olaylardan, onların başarı hikayelerinden bahsetmek yararlı olacaktır. Çünkü o türden gerçek olayları bilmek ve duymak ona ‘Demek ki bu tür olaylar yalnız benim başıma gelmemiş, daha önce de yaşanmış, demek ki ben bu olayda yalnız değilim, benden daha büyük sıkıntılar yaşamış çocuklar, gençler de varmış, onlar zamanla bu sıkıntıları atlatarak hayata tutunabildiler ve başarılı oldularsa, ben de olabilirim. Demek ki sıkıntılar kalıcı değil, eğer biraz gayret eder çabalarsam ben de onlar gibi bu problemleri atlatabilirim’ düşüncelerini kazandıracaktır. Bu yaşlardaki gençler açısından akıl, mantık, ayet, hadis, hikmet’ den daha faydalı daha etkili olacak olan bir husus, onların kendilerini de içinde hissedecekleri ‘müşahhas’ kişi ve toplumsal olayları nazara vermek ve anlatmaktır. Bu örnek hikayeler İslam tarihinden seçilebileceği gibi farklı din ve kültürlerden, her toplumdan, farklı seviyelerden, sıradan insanlardan da olmasına dikkat etmelidir. Zira bu bela ve musibetler sadece ‘Müslüman’ için değil ‘İnsan’ olan herkes için mevzu bahistir. Zira hayat budur ve bu gerçeği yumuşakça gençlerin kulağına fısıldamak, gerçek hayatı öğrenmeleri açısından faydalı olacaktır.
3- Bu tür ‘Müşahhas kişi veya olaylar’ dan bahsetmek sadece musibet zamanlarında değil normal zamanlarda da konuşmaların, ders, sohbet, muhabbetlerin aralarına serpiştirilmelidir ki, gençler bu sıkıntılarla karşı karşıya kaldıkları zaman ‘İşte daha önce dinlediğim şu kişi veya bu olay gibi’ diyerek, hatırlasın, sarsılmasın ve onda ‘zihni bir hazırlık’ oluştursun. Bu onların yaşam sevinçlerine müdahale değil, hayatı anlamaları, olgunlaşmaları ve yaşam mücadelelerine katkı sağlaması açısından oldukça önemlidir. Çünkü hayatın realiteleri açısından -istenmese de- gelecekte de bu türden hadiselerle karşılaşma ihtimali herkes için söz konusudur.
4- Bu dünya hayatında herkes bir imtihandadır. Sorular ve bu soruların doğru cevapları belli olmasına rağmen maalesef herkes her hususta doğru cevabı işaretlemek konusunda başarılı olamamaktadır. İnanmış da olsa insanlar Allah’a ve ahiret gününe imandaki zayıflıkları veya farklı nedenlerden dolayı nefislerine uyarak yanlış tutum ve davranışları benimseme bilmektedirler. Bu da bazı insanların mağdur olmasına sebebiyet vermektedir. Allah insanlara ‘adil olun zulmetmeyin, birbirlerinizin canına kıymayın, birbirlerinizin mallarını haksız yere yemeyin, yalan söylemeyin, iftira atmayın, hırsızlık, yolsuzluk yapmayın vs’ buyurmasına rağmen bazı insanlar Allah’ın insana verdiği ‘irade, seçme hürriyeti, iki şeyden birini tercih etme yetisi’ ni kötü, kötülük ve günah istikametinde kullanarak zulüm ve haksızlık işleyen bilmektedirler. Bu kişiler arasında Müslümanların da olduğu bir gerçektir. Şunu bilmek gerekir ki Allah bütün bu sayılanları yasaklamıştır. Bunların yapılmasına rızası yoktur. Bu yanlışları yapanları bazen dünyada bazen de hem dünyada hem de ahirette cezalandıracağını, bu olaylardan dolayı mağduriyet yaşayanları da bazen daha dünyada iken bazen de hem dünya hem de ahirette mükafatlandıracağını defaatle ifade buyurmuştur. Bu fiiller, kin ve nefretine, öfke ve kızgınlığına, hırs ve şehvetine, nefis ve şeytanına uymuş olan Allah’a isyan eden kişilerin yaptıklarıdır. Allah bir imtihan içinde bulunan bu zalimlere direkt müdahale ederek ‘varlığını’ apaçık hale getirmek suretiyle, imtihan esprisini bozmamaktır. Bazıları içlerinden, onlar bu zulümleri işlerken niçin ‘Gökten bir el, bir meteor gelip onların başına inmiyor, yaptıklarına engel olmuyor?’ diye geçirebilir. Evet belki mucize gibi böyle bir cezalandırma olmasa da binlerce defa müşahede edilen bir husus vardır ki, o da Allah’ın kesin olarak er ya da geç onların cezalarını verdiğidir.
5- Zulüm ve haksızlık yapan kişilerin anında ilahi bir ceza ile cezalandırılmaları her insanın arzu ettiği edeceği bir hissiyattır. Bazen istisnai olarak öyle de olduğu olur. Fakat hisler çoğu zaman yanıltıcı olabilir. Allah’ın (cc), bizim gibi düşünmesini, bizim gibi davranmasını beklemek, öyle olmadığında da üzülmek doğru değildir. Tabii ki O emirlerini çiğneyen bu insanları biliyor ve görüyor. Fakat Allah’ın (cc) olaylara müdahale şekli ve zamanı bir insanın düşündüğü gibi değildir, olamaz da. Allah’ın adeti hemen cezalandırmayıp mühlet vermektir. Dünyevi hukukta da -savaş dışında -katil veya hırsızlık yapan suçüstü bile yakalansa hemen cezalandırılamaz. Öncelikle bir mahkeme süreci yaşanır suçu delillerle tespit edilir ve ona göre cezası belirlenir. O sonsuz ilim ve hikmet sahibidir. Bir sineğin uçuş yönünü tayin buyurduğu aynı anda milyarlarca galaksinin birbiri içine giren yörüngelerini de aynı anda düzenleyen zattır. Ne sinek O’nun ilminin dışındadır ne de milyarlarca galaksi uzayda sorumsuzca dolaşmaktadır. En küçük ile en büyük arasındaki münasebetler nedir, nasıldır, hangisine ne zaman ‘dur!’, diğerine ne zaman ‘geç!’ denileceği/denildiği çoğu zaman insan idrakini aşan bir konudur. Bunun zamanını tayin etme bizim ilim ve hislerimizi aşar. Allah’ın (cc) en küçüğe olan ilgi alakası ile en büyüğe olan alakası arasında bir fark yoktur. Çünkü O, Allah’tır, her şeyden haberdardır. Yeri ve zamanı geldiği zaman zalimin hakkından geleceği gibi, mazlum, mağdurun da mükafatını mutlaka verecektir. “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 43)’ “Eğer Allah zulümleri yüzünden insanları hemen cezalandıracak olsaydı dünyada tek canlı bile bırakmazdı. Fakat onları takdir ettiği bir vadeye kadar bekletir. Vadeleri gelince ne bir an öne alabilir ne bir an erteleyebilirler.” (Nahl Sûresi, 16/61) ‘Bir hadis-i Şerifte de ‘Allah zalime (zulmünden dönsün diye) imkân, fırsat ve mühlet verir. Fakat bir de yakaladı mı artık onu iflâh etmez, canını çıkarır.” (Buhârî, tefsîru sûre (11) 5) buyrularak Allah’ın (cc) zalimlere nasıl davrandığı açıklanmaktadır. Allah’ın bu şekilde muamelede bulunmasının insan ve kâinattaki düzen açısından pek çok hikmetleri vardır ki bunları anlamaya çalışmak, sıkıntı ve problemleri göğüslemekte insana yardımcı olacaktır. Bu noktada kula düşen bu taleplerini bir dilekçe gibi dua şeklinde sürekli O’na sunmak ve takdiri O’na bırakmaktır.
6-İnsanın, özellikle de gençlerin yaşadığı maddi-manevi musibetler onlarda ister istemez psikolojik manevi bir kısım problemler; ümitsizlik, karamsarlık, içine kapanma, gibi haller, oluşturacaktır. Bu türden sıkıntılara maruz kalanların yalnız kalmamaları, boş durmamaları, iyi bir arkadaş çevresiyle tanıştırılmaları, uğraştıkları meşru hobileri (okumak, dinlemek, gezmek, spor, kültürel aktivite, eğlence) insanlara faydalı olma gibi hususlara yönlendirilmeleri, dolu dolu hayatı yaşamaları veya onlara bu hususlarda yardımcı olunması gerekmektedir.
7-Hayat tekdüze değildir. Çocuklar gibi yetişkinler de bazen bu halet-i ruhiyeye bürünebilirler. İster genç isterse yetişkin olsun, bütün kalbi, ruhi hafakanların manevi, ilacı, Allah’la içten samimi irtibat, kulluğa devam, bilhassa namaz ve dua, O’na güvenmek ve itimat etmektir. Bunun yanında alanında uzman yani hem salahati hem de mahareti olan psikolog ve din psikolojisi uzmanlarının da destek ve görüşlerine başvurmak da oldukça önemlidir.
8-Allah’ın bir ism-i celilinin de ‘Hakim’ yani her işinin bir hikmete, gayeye, sebebe bağlı olması da önemli bir husustur. Yani Allah’ın her bir yaratması ve icraatında bir gaye bir maksat vardır. Allah boş iş işlemez. Fakat bunun anlaşılabilmesi de bazen zamana bazen de bu hikmeti kavrayabilecek ilim ve irfana sahip olmaya bağlıdır. Dış görünüşü yönüyle acı, çirkin görünen pek çok şey ve olayın arka planı tatlı ve güzeldir. Hz. Musa ve Hızır (as)’ın beraber yaptıkları yolculuk da bunu göstermektedir. ‘Hz. Hızır, Musa (as) bu dünyadaki işlerin iç yüzünü göstermiştir. Burada bizim yanlış veya hakkımızda şer gördüğümüz pek çok şeyin, aslında doğru ve bizim için hayırlı olabileceği vurgulanmıştır.’ (Kehf sûresi, 18/65)
Evet bize düşen insanlara hem maddi hem de manevi yönden, korkutmadan, nefret ettirmeden yardımcı olmaya çalışmaktır. Fakat kalpler, -doğruya ulaştırma açısından- Allah’ın elindedir. Onun için bütün bunların yanında hem çocuklarımız hem de neslimiz için Allah’a ‘Allah’ım gücümüz yetmeyen şeylerle bizleri imtihan etme, gücümüz yetecek imtihanlarda da de bizlere güç kuvvet ve sabır istikamet lütfet’ diyerek dua etmek de bir vazifedir. Zira, Allah (cc) akıl, mantık, ilim ve sebepler üstü bir kısım lütuf ve ihsanlarla kullarına destek vermeye muktedirdir.