Nereden nereye?
ABDULLAH AYMAZ | Samanyoluhaber
Gazeteciler Ve Yazarlar Vakfı kurulurken birinci hedef, ülkemizde medya kuruluşları ve çalışanları ile diyaloğa geçip ülkemizin bazı problemlerine çözüm aramaktı. 27 Mayıs 1960 İhtilali üniversite gençliğinin kışkırtılmasıyla, gençler kıyma makinalarında öldürülüp kıydırılıyor iftira ve yalanları vesile edilerek gerçekleştirilmişti.
12 Mart 1971 yine gençlik hareketleri bahanesiyle 12 Eylül 1980 İhtilali de sağ ve sola bölünen gençlerin kavgaları neticesi terör ve anarşinin azgınlaşması ile yapılmıştı. Maalesef derinlerin organize ettiği provokasyonlarla millet artık ne olacaksa olsun, asker gelsin bizi kurtarsın moduna gelmişti.
1994’lerde Alevî -Sünnî, Kürt-Türk, Laik-antilaik çalışmaları körükleniyordu. Farkında olup-olmadan medya da habbeyi kubbe yapıp bu körüklemeye hız veriyordu. Gazeteciler Ve Yazarlar Vakfı iftarlar ve medya ziyaretleriyle medya içinde köprüler kurup bu tehlikelere dikkat çekerek akl-ı selim sahipleriyle çareler üretmeye çalışıyordu. Bu güzel durum ve tutum Patrik Bartholomeos’un dikkat çekmiş ki, Vakfın Onursal Başkanı M. Fethullah Gülen Hocaefendi ile görüşme talebi oldu. Bu talep gerçekleşince, Yunanistan’dan bir grup gazeteci Hocaefendi ile görüşmeye geldiler. Hocaefendi'nin, “Biz komşuyuz. Dost olmamız lâzım; sanki düşmanmışız gibi, karşılıklı niye silahlara yatırım yapıyoruz. O yatırımları eğitim ve sağlığa yaparak ülkelerimizi kalkındıralım. Biz de bir söz vardır; KOMŞU KOMŞUNUN KÜLÜNE MUHTAÇTIR.” meâlinde sözler söyledi… Ve bunlar Yunan Gazetelerinde manşet oldu. Çok takdir topladı.
Artık arkası geldi.
Balkanlardan Bulgar, Makedon, Arnavut gazeteciler, Ukrayna’dan başkaları Hocaefendinin ziyaretine geldi. Viyana’dan da Dr. Heinz Gestrein gelip görüştü, gazetemizi ve televizyonumuzu ziyaret etti. Sonra “Türkçe bir kelime biliyorum: Elhamdülillah. Ne kadar güzel şeyler oluyor ama bunu dünya bilmiyor. Gelin sizinle bir haftalık bir program yapalım.” dedi, kabul ettik. On, onbeş gün sonra bir haftalık bir program göndermiş.
14 Mart 1997 tarihinden başlayıp devam edecek dört mühim ziyaret yapılacak. Bunun için Hocaefendinin imzası ile İngilizce yazılmış ikişer sayfalık dört mektup istiyor. Bad Fucsh’ta bulunan Melekler Hareketi Vakfı Başkanı Peder Bitterlich’e, Viyana Kardinali Franz Koenig’e, Dalay Lama’ya ve Papa’ya, bu mektuplar verilecek…
Hocaefendiye durumu arz ettik. O da, Ali Ünal Beye yazılması gerekenleri anlattı. O da mektupları hazırlayıp imzasına sundu. Fakat gitmeden bir gün önce Hacı Kemal Erimez Ağabeyin vefatını öğrendim. Gidip durumu arz ettim. “Yarın cenaze kalkacak ama biz yarın Viyana’da buluşup diyalog programlarımıza başlamamız gerekiyor.” dedim. “Siz programlarınızı aksatmayın.” dedi. Böylece zamanında yola çıktık.
Fakat Viyana’da buluşmadan sonra bazı arızalarla Bad Fucsh’a geciktik.
Osmanlıdan kalma Karadağlar ve Karagöl yakınlarında akşam karanlığı basınca, akşam namazı için ara verdik. Gazeteci Dr. Heinz, bu arada telefon açıp gecikeceğimizi söylemiş. Peder Bitterlich zaten onun dayısı… O da, “Geç kalıyorsunuz ben şimdi istirahata çekilip gece ibadetine kalkacağım artık yarın görüşürüz” demiş. Biz de o gece Salzburg’a uğradık, orada kaldık. Ama, Peder Bitterlich’in sözü dikkatimi çekti. Bizim teheccüd namazımız gibi gece ibadetine kalkıyor. “İşte Üstad Bediüzzaman’ın işaret ettiği, dini din için seven, siyaset ve ticaretten uzak bir zat!..” diye düşündüm. Dr. Heinz “Dayım Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul eden bir papazdır.” dedi.
Ziyaret sırasında “Niçin diyalog?” diye sordu. Bunun, ta Hz. Muhammed Aleyhisselam'a dayandığını hatta Çağrı filminde Habeş Kralı Necaşiye gidenlerle Necaşi arasında geçenleri Necaşi’nin “Sizin dininiz ile bizimki arasında şu çizgi kadar bile bir fark yok” mealindeki sözlerini söyledim. “Bizim Hz. Muhammed’i bir peygamberi kabul etmemiz gerekirdi. Bir de Haçlı Seferlerini yapmamalıydık.” dedi. Tabii biz böyle şeyler beklemiyorduk, çok hayret ettik.
Oradan Hüttenberg’teki Dalay Lama merkezine gittik. Aynen Tibet’teki yerleri gibi bir merkezleri var. Dalay Lama bir hafta sonra gelecekmiş. Mektubu, biz orada bizi karşılayan Prof. Harrer’e verdik. (Daha sonra bu mektuba Dalay Lama cevap gönderdi. Onu da Hocaefendiye takdim ettik.)
Oradan Viyana’ya döndük. Üçüncü mektubu Avusturya Kardinali Franz Koenig’e verecektik. Fakat rahatsız olduğu için makamında yoktu. Onun yerine Afro-Asiyaticshes Enstitüsü Rektörü Petrus Bisteh’e verdik… Bu akademide her dinden öğrenci var. Onun için içinde iki kilise, bir cami, bir sinagog ve diğer dinler için tapınak mevcud…
Biz öğlen ve ikindi namazlarımızı o camide kıldık. Rektör Bey de her ikisinde de geldi ve saygıyla namazlar bitinceye kadar ayakta bekledi. Oradan Roma’ya geldik. 19 Mart günü de meşhur yortu münasebetiyle bütün dünyadan gelen Katoliklerle beraber Vatikan’ın meşhur yedin bin kişilik salonda bulunduk. Mektubu öbür gün Kardinallerle görüşüp onlara takdim ettik. Cevabını o zamanki Papa, papalığın Ankara Büyükelçisi ile İstanbul’da bulunan Hocaefendiye getirdi. Biz Vatikan’da Kardinallere Hocaefendi ile Papa’yı görüştürmek istediğimizi söyledik. Kabul ettiler…
2016’da Kaliforniya’da Afrikan kökenli Müslümanlara ait bir mescide Cuma namazı kılmaya gitmiştik. Cuma namazından sonra resmi giyimli bir kişi İmamın yanına gitti ve dedi ki: “Ben bu şehrin Savcısıyım. Ben bir Museviyim. Kızım geçen gün bana ‘Baba boynuma taktığım Davut Yıldızı kolyemi saklamak zorundayım. Trump’un nefret verici sözlerinden dolayı başını örten dindar Müslüman kızlara saldırı oldu.’ Ben bunun için buradayım. Siyasiler geçicidir. Bunlara karşı dik duralım. Böyle bir durumda bana gelin. Bana ulaşamazsanız bakınız (o anda Cumada camide bulunan bir Müslümana işaret ederek) arkadaşınız benim yardımcım. Ona haber verin, beraberce üzerine gidelim. Biz devamlıyız, siyasiler geçici” dedi. Bu durum ve tutum bana çok enteresan geldi…