İddiaya konu olan mailde Yalçındağ, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 12 Ağustos’ta Bodrum’da Ahmet Hakan ve Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın da bulunduğu bir ortamda Nuray Mert'le yaptıkları görüşmeyi Berat Albayrak'a "Nuray Mert cumhurbaşkanımızın hayranı olmuş" diye aktarıyor. Söz konusu görüşmeyi bugünkü köşe yazısında doğrulayan Nuray Mert, “Erdoğan’a hayran olsam, bunu doğrudan yazıp çizmekte mahzur görmez, fazladan, bu ülkede rahat ederdim” dedi. “Benim muhalefet anlayışım ak-kara biçiminde değildir, dahası şahıslara husumet beslemem, AK Partisi ve Erdoğan’ın siyasetine, zihniyetine itirazım, öteden beri savunduğum başörtüsü başta din ve vicdan özgürlüğü konularındaki görüşlerimi hiçbir şekilde etkilemez” diyen Mert, “Diğer taraftan, gıyabında, Cumhurbaşkanı’ndan ‘Tayyip Bey’ diye söz etmem de Erdoğan’ın adeta bir şeytan olarak resmedilmesine karşı çıkmam da, ‘hayranlık’la alakası olmayan meselelerdir. 12 Ağustos gecesi masamıza uğrayan genç bir arkadaşımıza bu çerçevede yaptığım uyarılar, belli ki Yalçındağ tarafından ‘hayranlık’ olarak özetlenmiş” ifadelerini kullandı.
Red Hack'in yayımladığı e-postaya göre Yalçındağ, Berat Albayrak'a gönderdiği mailde şunları ifade ediyor:
"Ahmet Hakan, Nuray Mert, Arzu (karısı Arzuhan Yalçındağ’ı kastediyor) ve ben Bodrum’da 12/ağustos cuma akşamı sohbet. Nuray Mert Sayın CB mızın hayranı olmuş, ‘doğru konuşalım olmasaydı mahvolmuştuk’ der. Arzu sorar neden akademisyenler yurt dışında gazete ilanları vermiyorsunuz düşüncelerinizi anlatsanız çok hoş olur. Nuray cevaben çok doğru olur ben bir yoklayayım etrafı der.”
Nuray Mert’in Cumhuriyet’te “Erdoğan’a hayranlık, Doğan Medya’ya yakınlık” başlığıyla yayımlanan (30 Eylül 2016) yazısı şöyle:
Doğan Yayın Holding Başkanı Vekili Mehmet Ali Yalçındağ’ın Berat Albayrak’a gönderdiği e-postalar içinde benim ile ilgili bir bölüm var. Gazetemizin yöneticileri, bu olay konusunda yazı günümü beklemeden açıklama yapmak isteyip istemediğimi sorma nezaketi gösterdiler, kendilerine teşekkür ederek, yazı günümde, kendi köşemde açıklama yapacağımı ifade ettim. Doğrusu, bizim gibi kamuoyu önünde yazı ve yorumları ile fikir beyan edenlerin, böyle bir durumda açıklama yapma sorumluluğu taşıdıklarını düşünüyorum. Dahası, malum “sukût ikrardan gelir”.
Anlamı ve önemi yok
Olay şudur; 12 Ağustos akşamı, Ahmet Hakan, Arzuhan- Mehmet Ali Yalçındağ çifti ile Bodrum’da sohbet ettiğimiz doğrudur. Bu sohbetin hiçbir fevkalade anlamı ve önemi yoktur, sıradan bir ahbaplık, güncel siyaset üzerine konuşma mevzusudur. Başta Aydın Doğan olmak üzere, gerek Doğan ailesi ile, gerek Doğan medya çatısı altında yazar-idareci pek çok isimle arkadaşlığım, ahbaplığım gizlediğim bir mevzu olmadığı gibi, çekincem olan bir konu değildir. Ancak köşe yazarlığı işimi, sosyal ilişkilerimle hiçbir şekilde birbirine karıştırmadığım da pek çoklarının şahitlik edeceği bir husustur. Uzun yıllar Radikal gazetesi, daha sonra kısa bir süre Hürriyet gazetesinde yazarlık yaptım, her iki gazeteden de kendi kararım doğrultusunda ayrıldım. Radikal’den, Eyüp Can’ın genel yayın yönetmeni olması ve benim kendisi ile çalışmak istemememden dolayısı ile ayrılma kararı verdim. Bu kararımın nedeni Eyüp Can’ın şahsına karşı değil, gazeteye yeni bir format getirme düşüncesine uyum sağlamayacağımı düşünmemdir. Hürriyet gazatesinden ise o dönem genel yayın yönetmeni olan Enis Berberoğlu’nun bana karşı yaptığını düşündüğüm bir nezaketsizlik yüzünden ayrılma kararı verdim. İşten atılmanın konu olduğu tek olay, Milliyet gazetesinin neden bildirmeden yazılarıma son vermesi olayı idi ve Milliyet gazetesi o dönem Doğan Grubu’na ait değildi. Bu olaylar esnasında, Doğan ailesi ve mensupları ile yakınlığımı bu konulara karıştırmamaya azami özen gösterdim. Diğer taraftan, Murat Yetkin’in genel yayın yönetmeni olduktan sonra bana getirdiği teklif üzerine yıllardır Hürriyet News gazetesinde köşe yazıyorum, köşe yazarı olarak sadece genel yayın yönetmenleri ile iletişim kurarım, doğru olanın bu olduğunu düşünürüm. Fırsatı ganimet bilip Doğan Medya’ya dönme çabası içinde olduğum iddiaları saçmalıktan ibarettir. Böyle gayretler içinde olsam, kendi isteğimle diğer gazetelerden ayrılmaz, bu yollara tevessül etsem ailenin damadı üzerinden yol almaya gerek duymazdım. Ayrıca, halihazırda, özgürce fikirlerimi ifade etme imkânı olan Cumhuriyet gazetesinde yazıyor olmaktan son derece memnunum.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hayranlık” meselesine gelince, Erdoğan’a hayran olsam, bunu doğrudan yazıp çizmekte mahzur görmez, fazladan, bu ülkede rahat ederdim. Erdoğan, siyaseti, partisi ile ilgili görüşlerimi köşe yazılarımda net biçimde ifade ediyorum. Dahası, bu ülkede “sivil dikta” kaygısından, 2009 Kasım ayında Radikal’de yayımlanan “Sivil İstibdad” başlıklı yazımda, ilk bahseden yazar benim. O zamanlar, şimdi baş muhalif olanlar beni çok ağır biçimde eleştiriyor, hatta karalıyor idi. Düşüncelerimi beğenen olur, beğenmeyen olur, son derece tabiidir, ancak muhalif duruşumu kimseye tartıştırmam.
Ancak benim muhalefet anlayışım ak-kara biçiminde değildir, dahası şahıslara husumet beslemem, AK Partisi ve Erdoğan’ın siyasetine, zihniyetine itirazım, öteden beri savunduğum başörtüsü başta din ve vicdan özgürlüğü konularındaki görüşlerimi hiçbir şekilde etkilemez. Bu konular söz konusu olduğunda doksanlı yıllarda ne diyorsam aynı şeyi söylemeye devam ediyorum, bu tavrımın AK Parti’ye yakınlaşmak istemem şeklinde yorumlanması izan eksikliğinden başka bir şey olamaz. Diğer taraftan, gıyabında, Cumhurbaşkanı’ndan “Tayyip Bey” diye söz etmem de Erdoğan’ın adeta bir şeytan olarak resmedilmesine karşı çıkmam da, “hayranlık”la alakası olmayan meselelerdir. 12 Ağustos gecesi masamıza uğrayan genç bir arkadaşımıza bu çerçevede yaptığım uyarılar, belli ki Yalçındağ tarafından “hayranlık” olarak özetlenmiş.
Kendi tasavvuru
Son olarak, 15 Temmuz darbe girişimi konusundaki tavrımı o tarihlerde yazdığım yazılarda net biçimde ifade ettim, dahası 15 Temmuz Türkiye için yeni bir başlangıç olabilirdi. Ayrıca, Batı dünyasının Türkiye’ye bu konuda hiç destek vermemesini yine, gerek Cumhuriyet, gerek Hürriyet Daily News yazılarımda eleştirdim. Ağustos sonunda katıldığım, bir AB Forumu olan Aubach toplantısında dile getirdim, bu noktada gocunacağım hiçbir husus yok. E-postalarda söz konusu edilen sohbet konuları bunlardan ibarettir. Yalçındağ’ın bunu yansıtma biçiminin (belli ki kötü niyet taşımamakla birlikte) kendi tasavvuru olduğu açıktır.
En başta belirttiğim gibi, kamuoyuna yazı ve sözleri ile fikir beyan edenlerin, kendileri ile ilgili iddialara açıklık getirme sorumluluğu olduğunu düşündüğüm için tüm bunları yazma gereği duydum, yoksa bu konuda yapılan karalama ve spekülasyonların benim açımdan hiçbir değeri yoktur. Ancak bu karalamaların, bana karşı hakaret, tehdit ve en son yaşadığım semtte taciz şeklinde meyve verdiği, iktidar ve muhalefet anlayışlarının bazen fazlasıyla kesiştiği bir ülkede yaşadığımızı da belirtmekte fayda var.