KEMAL URAL KİMDİR?
1927 Erzincan doğumlu olan Kemal Ural, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinden 1950 yılında Ziraat Yüksek Mühendisi olarak mezun olmuştur.
Kemal Ural, 1956 senesinde Risale-i Nur'dan Sözler kitabını ilk defa yeni harflerle matbaada tab ettiren rahmetli Atıf Ural'ın ağabeyidir.
Erzincan Lisesinde okuyan kardeşi Atıf'a, bir "Küçük Sözler" göndererek Risale-i Nur'u tanımasına vesile olmuştur. Kemal ağabey, Ege Bölgesinde nurlu hizmetleriyle tanınan, Bediüzzaman hazretlerinin "İmana fedakârane hizmet eden bir hanımın manzumesidir" takdimiyle, şiirini, "Hanımlar Rehberi"ne koyduğu Bolvadinli rahmetli Şahide Yüksel hanımın kızı Ülker hanımla evlidir.
Kemal Ural, aynı zamanda gazeteci-yazar Nuriye Akman'ın da babasıdır. Kemal Ural, birçok defa Üstad Bediüzzaman Hazretleriyle ile görüşmüş ve dualarını almıştır..
Nuriye Akman'ın babasıyla yaptığı röportaj
İnançsızlığın Anatomisi’ni yazan Kemal Ural: İnançsızlık nefes alamayan inançtır
Bu hafta sizi taptaze bir kitapla tanıştıracağım: İnançsızlığın Anatomisi. Şule Yayınları’ndan daha dün çıktı. Mürekkep kokusu henüz üzerinde. Yazılışının tüm aşamalarına tanık oldum. Yazarının onu doğurma sancılarını ben de yaşadım. Tamamlansın da bir an önce okuruna kavuşsun diye dua ettim. Adının, kapak düzeninin seçiminde heyecan çektim. “Susuzun suyu aradığı gibi, su da susuzu arar” demişti ya Mevlana, bu kitabın su olduğunu düşündüm. Gündelik yaşamdan yorgun düşmüş, aşkın olanla kucaklamamış, onu arama enerjisi toplum tarafından çalınmış, kendini inanmayan ve hatta inanan diye tanımlasa bile, susuz kalmış insanlara aksın istedim. Kendini “Dünya gezegeninde bir yolcu” olarak tanımlayan yazarını bütün genlerimle sevdim. “Beraber ağlamak kadar iki kalbi birbirine bağlayan bir şey yoktur.” sözünü bana hatırlatan bu adamın, birlikte ağlamaya hazır olduğu öteki insanları bir kez daha sevdim. O adam Kemal Ural. Benim babam. Kaderin bana bir armağanı. Bugün Sultanahmet Kitap Fuarı’nda Şule Yayınları standında saat 14.00–16.00 arasında imza günü var. Kardeşim Ali Ural ve ben de onun yanında kendi kitaplarımızı imzalayacağız. Bizi yalnız bırakmazsınız değil mi?
Kemal Ural, seni inançsızlığın anatomistliğine iten duyguyla başlayalım istersen. Bu kadar iddialı bir işe girişmeye cüret ettirecek kadar güçlü olmalı o duygu.
Çok zor bir yükün altına girmiş olduğum doğru. Ama inançsızlığa duymuş olduğum ilgi, beni bu zor görevi kabul etmeye itti. İnançsız diye tanımlanan insanların hiçliğe çevrilmiş bakışları hayallerimde beni hep tedirgin etmiştir. O bakışlar gözümün önünden hiç gitmedi. Onların karanlığın içinde bekleyişleri, “ışık!” özlemleri çok sarsmıştı beni. Anatomi bildiğin gibi Yunanca keserek parçalara ayırmak anlamına geliyor, biyolojide canlıların biçimini ve yapısını inceleyen bilim. Ruhun karmaşık anatomisini anlayabilmek için derinlemesine bir inceleme gerekti.
Nasıl yol aldın peki?
İnançsızlığın anatomisini yazabilmek, aslında ruhta cereyan eden olayı saptamaktı. Neydi inançsızlık denen şey. Nasıl bir birikimdi bu? Niçin inanamıyor, neler hissediyordu insan? Neydi insanın içinde gizlice olup biten? Onun acılarını ben yaşamalıydım önce. Çok zor olmasına karşın olayı köklerine inerek kavrayabilmek, kendini gerçekten soyutlamış bir kalbin gizli atışlarını yakından duyabilmek için, inkâr gibi yaralayan okların acısına kendimi bırakarak, yapacağım gözlemin yardımı gerekliydi.
Tam olarak ne yapmak istiyordun?
Aslında çekiniyordum. Ürperten bir şey vardı içimde. Ama psikolojinin yardımıyla, metotla ona ulaşırım diyordum. Elimde titreyen bir kandille yavaşça yaklaşarak “Güven bana!” diyecek, yalvararak ellerimi uzatıp, kendisini ne kadar sevdiğimi, tek olan hakikati, değişmeyen gerçeği, gözden kaçan nedeni, sonsuzluk şarkısında taşıdığı değeri sezdirecektim ona.
Kemal Bey, onlar hasta da sen doktorluğa mı soyundun yoksa?
Sözün incitiyor beni. Sen benim çektiklerimi ancak hayal ederek anlıyorsun; ben ise onları fazlasıyla duyuyorum. Ben, şu çığlıkları duydum: “Bir yere tutunamıyordum. Duvarlar üstüme geliyordu. Hiçlik! Hiçlik! diye bağırıyordu her şey!”, “Geceleri uyanıp da artık hiçbir zaman sabah yüzü göremeyeceğimi bilmek, öldükten sonra kimsenin hatırlamayacağını düşünmek, ah bilseniz nasıl bir duyguydu!”, “Beni kucakla, vücudumu sar, gözyaşların sanki bir ölünün mezarı üstündeymiş gibi aksın!” feryatlarını işittim, Nuriye kızım. Bu senin doktor tanımlamalarının çok ötesinde bir şey.
Peki bu hayal ümit getirdi mi sana?
Bilirsin her şey sürekli bir gelişim, değişim içindedir. İnançsızlık dediğimiz şey de, ne kadar süreceği bilinmeyen bir görüntü, bir yansımadır yalnız. İnançsızlık aslında nefes alamayan inançtır. Sadece bir adım atması gerekiyor. Elbette ümitliyim.
İnançsızlıktan muradın Tanrısızlık mı?
Hayatı yorumlayamamak, sonunda kuşkusuz Tanrısızlığa çıkar. Ruh boşluğu, bir yere tutunamama, anlamsız bir yaşama, inançsızlığın meyveleridir hep. İnançsızlık “Niçin yaşıyorum?”a cevap aramayış ya da bulamayıştır. İnanç ise, insanın evrendeki konumuna yorum getirmesidir. İnanç, farkına varmaktır. İnanç eylemdir. İnsanın sürdürdüğü yaşamı anlamlı kılacak bir tavır alışıdır.
“İnanç eylemdir” demek, biraz da “İnandım demek yetmez” demek mi?
Evet, aynen öyle. Kitapta konunun öbür yüzünü göstermeden olmazdı. İnsan inancın gereğinden kaçarak diğer insanlara karşı vebal ve sorumluluk taşır. İnsan, bir başka insanı kendinden bir parça olarak görmüyorsa, ıstıraba seyirci kalıyorsa kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın inanç yoktur orada.
Kitapta “Hiçliğin koynunda, hiçliğin şarkısı söylenebilir ancak” deyip inançsızın “Tanrı yoksa her şey yapılabilir” dediğini yazıyorsun. Bu çok büyük bir iddia değil mi?
Yanlış mı anladın? “İnançsızdan her çeşit olumsuzluk beklenir.” dediğimi mi sandın? Binlerce defa hayır. Ruhi bir kaçış tasviri var burada. İnsanın gerçekten kaçabilmesi için gerekçe ve cesaret arayışıdır, çaresizlik içinde söylediği bu sözle inançsızlığın kollarına atılış anıdır bu. Yola çıkmış denge bozulmuştur bir kez. Kendine yaptığı bu telkinle “Rolümü sonuna kadar oynamalıyım!” der.
İnsanın içindeki ihtiras atını kamçılayan sadece inançsızlık mıdır?
Değil tabii. İnsanı olumsuzluklara iten birçok etken var. Bu nedenle ihtirasların tek kaynağı inançsızlık değil. Örneğin günah işlemek mutlaka inançsız olmayı gerektirmez. İmam Gazali’nin dediği gibi “Nasıl bir ateşli hasta zararlı olduğunu bildiği ve tıp ilmini inkar etmediği halde, sabredemeyip soğuk suyu içerse” bir kısım insanlar da, inançlı olmalarına ve istememelerine karşın sonucu düşünse de günaha yenik düşer. Kaldı ki insanın kendine dönüşünde bu olumsuzlukların önemli bir rolü var.
Peki ama Kemal Ural, seni biraz daha sıkıştırayım. İnançsızlık neden ille de acı çektirsin ki insana, belki de bu senin hüsn–ü kuruntundur.
Nasıl kuruntu olabilir? Tanrısız insan gizli bir tedirginlik ve korku içindedir. Aldanışı arada bir nefes aldırsa da, nerede ve ne olduğunu bilmediği bir göz sanki sürekli izlemektedir onu. Ormanda bir geyik gibi... Hem kaçar hem de kendini izleyen gözü görebilir miyim diye sürekli arar durur. İnançsızın, eğer işitilebilse hiçliğin oklarıyla açılan yarasından gelen çığlıklar duyulurdu!
İçten içe inançsıza acıyorsun galiba. Sana “Ne hakla?” dememe izin ver.
Hayır! Asla! İnsan ruhuna en aykırı gelen şey kendine acınmasıdır. Ben kendimin yardımına koştum. Onun uzağında ve hareketsiz kaldığım için boğulan ve nefes alamayan bendim. Ona koşarken kendime koşuyordum. Her şey birbiri içindir. Ve hiçbir şey kendiliğinden var değildir. Karşıtı olmasa hiçbir şey var olmazdı. Gece gündüz için, ışık karanlık için vardır. Zıtlardaki ahenk bu.
Peki, ömründe hiç inançsızlık dairesine girdin mi ki, onlar adına değerlendirmeler yapıyorsun? Bir kez inancını, inançsızlığın ile sınaman gerekmez miydi bu işe kalkışabilmek için?
Sesin duyulmayan frekanslarını yoksa bilmiyor musun sen? Sen sezgiyi deneyim sınıfına koymuyorsun galiba? İnsan kim olduğunu kendisine sormadan gece olunca nasıl uyur acaba? Belki de ben bu çabayla eksik parçamı, inançsızı arayıp buluyorum. Artık o noktada inançsız olan benim.
İnanç neden bu kadar önemli?
Evrendeki konumu, farklılığı, düşünce yeteneği, arayışı sonunda insan inançla kucaklar. Olumsuz dış etkenlere karşı güçlü dayanağı, kederli anlarında büyük sığınağı insanın inancıdır. İnsanı dengede tutan bir regülatördür inanç, sosyal bir dayanışmadır. İnsanlar sevdikleri oranda birbirinin iyiliğini isterler. Bunu inanç başarır. İnanç, insanda tükenmez bir enerjiyi harekete geçirir ve hayalin bile uzanamayacağı parlaklıkta bir güzelliği gözler önüne serer. İnanç hayata erdem olarak yansır. İnançla bin bir hayra, iyiliğe ve güzelliğe yol açılır. İnsanın tek ana meselesi, evren sahnesindeki konumudur, sonsuz bir hayatı kazanışı ya da kaybedişidir. Bunu inanç sağlar.
Kitabında Tagore’la Camus, Tolstoy’la Nietzsche bir araya geliyor, sanki el ele tutuşup, senin okura anlatmak istediğin “gerçeği” savunuyorlar.
Dıştan nasıl görünürse görünsün, bu kişiler de evrende her şey gibi, istemese bile gerçeğe tanıklık yapıyorlar. İnsanın ilginç serüvenidir bu. Bir an başkaldırı izlenimi verirken, az sonra yine kendi ifadesiyle yakalanır gerçeğe. Gerçek, evrenselin dilidir. Hepsi de bir ucundan tutarak yükseltiyor gerçeği.
Sakın sen de farkına varmadan onların sözlerinden işine geleni alıp, onlara haksızlık etmiş olmayasın?
Aksine, ben onların gizli ve gizemli yönlerini açığa çıkarmak istiyorum. Biliyorum ki, onların da yaradılışları gereği inançlı olmaya ihtiyaçları var. Sonsuz olmayı acaba kim istemez? Onların satırları dikkatle okunursa bu susuzluk görünür. Nitekim Nietzsche bir yerde “Susamaya susadım. Dinmeyen, dinme bilmez bir şey var içimde.” diyor ve devam ediyor: “Rüzgarın üfleyişi ile sönmeyi beklemeyip yorgun ve kendine doygun ölen bir lamba gibi mi söneceğim, yoksa, içindeki bütün gazı yakıp bitirmiş bir lamba gibi mi? Ya da son olarak, sonuna kadar yanmamak için kendi kendimi mi söndüreceğim?”
Kuzum Kemal Bey, insan neden inanamıyor?
Bu soruyu hep sordum. Biraz daha derine indiğimde gördüm ki, inançsızlık denen şey aslında, gecenin içinde gizlenen sabah gibi, bir önceki evreydi. İnsanın ruhunda yaşattığı acılar, aslında bir müjdeydi. Fakat onu soru sormaktan uzaklaştıran ortam, nefes aldırmayan ümitsizlik, olumsuz örnekler ondan gerçeği saklıyordu. Sonuçta, alışkanlıkları insanın irade gücünü elinden alıyordu.
İnançsıza ulaşmak için nasıl bir yol seçtin peki?
İnsan ruhunu inciten her şeyin uzağında kalarak, tabir yerindeyse kılı kırk yararak bir metot yakaladım. Gizemli tek aracım sevgiydi. Aslında metodu bulan da oydu. Sevmediği insana bir şey veremez insan. İnançsızı öylesine sevdim ki, güneşin ışığını, çiçeklerin güzelliğini görmek istemiyor, kuşların şarkısını duymak istemiyordum onsuz.
İnançsızlık bir sorun ise, çözüm önerin ne?
Çözüm, çocuğa yönelmek. 0–6 ve 6–12 yaşlar dönemleri kaçırılmaması gereken bir fırsat. Bu dönemde kazanılır köklü alışkanlıklar. Bu dönemde filizlenir ağaç olacak tohum. Bu dönemde açılır zihinde derin izler. Ve o izlerle kurar yuvasını örnekler. Bu nedenle, düşüncenin, duygunun, hayran olmanın, araştırıcılık yeteneğinin, özetle evrende her şeye bakmanın, sonuçlar çıkarmanın tohumları çocuğun zihnine dikkatle işlenmeli.
O yaş dönemini kaçıranlar için yapacak bir şey yok mu yani?
Bu bir devlet politikası. Bir eğitim süreci içinde yer alırsa, ümit her zaman vardır. Bireyin azmi, coşkusu, kendi yapay hayatına başkaldırısı da, başlangıcı olur bu büyük başarının.
İnançsızlığın Anatomisi, ilk kitabın Küçük Şey Yoktur’un devamı mı?
Her şey birbirinin devamı ve tamamlayıcısıdır. Bitmeyen bir süreçtir bu. Başlangıç son, son başlangıçtır.
Kitabın hazırlanışı ne kadar sürdü diyebiliriz?
Konu çok boyutluydu. Labirentler birbirine açılarak uzadı ve bu çok zaman aldı. Dikkat, sezgi, bilgi, sabır gücü gerekti. Tekrar tekrar silindi, düzeltildi, yeniden kaleme alındı. Küçük Şey Yoktur, 1994 yılında çıkmıştı. O andan itibaren de İnançsızlığın Anatomisi yazılmaya başlandı diyebiliriz.
Kitabın girişinde özgeçmiş olarak “Dünya gezegeninde bir yolcu” ifadesi yer almış. Bu seni anlatmaya yetiyor mu?
Özgeçmişinde nedir insanın rolü? Yüzünü, doğduğu yeri, anne ve babasını seçemeyen bir insan için, bu ifade yeter de artar bile.
Kemal’im, amacına ulaşmış sayıyor musun kendini?
“Beraber ağlamak kadar iki kalbi birbirine bağlayan bir şey yoktur.” diyor bir söz. Var olabilmem için ağlamam önemliydi. Gözyaşlarımın vereceği meyveyi Allah’tan bekliyorum.
Zaman