Cumhuriyet'in hedef seviye olarak koyduğu, belki de 2. Mahmut dönemine kadar uzanan yüzlerce yıllık Avrupa medeniyetine ulaşma macerası kritik ve travmatik bir döneme daha giriyor. AB ülkeleriyle 60 yıldır sürdürülen üyelik macerası ise daha önce Avrupa'yla yaşanan krizlere, savaşlara ek olarak şimdiye kadar yaşanmayan bir faktör devrede: Erdoğan'ın hakaretleri.
Sürekli mitinglerde halka ya da AKP tarafından organize edilmiş kalabalıklara konuşan ve bunları televizyonlarda canlı yayınlatan Erdoğan, hedefe koyduğu kişiyi, kurumu, ülkeyi, hatta kıtayı diplomatik ve asgari nezaket kurallarından uzak ifadelerle hakarete boğuyor. Söz konusu hedefe hiçbir medeni iletişim kurma metoduna gerek duymadan ağır tehditler, hatta kendi uydurduğu lakaplarla itham ediyor.
Ahlaki kriterleri yok sayan Erdoğan'ın bu tarzı Avrupa ile ilişkilerinde de geçerli.
Erdoğan'ın sadece Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz başta olmak üzere Avrupalı siyasetçilere yönelik son günlerde ettiği hakaretlerinden bazıları:
-Ey Başkan sen Türk milletini tanımadın daha. Bu millet oradan gelecek vizeymiş, geri kabulmüş bunların peşinde değil. (AP Başkanı'na)
-Şu terbiyesize bak ya 'Yaptırım uygularız' diyor. Senin her yerin yaptırım olsa ne yazar ya? Geç kalıyorsun geç (AP Başkanı'na)
-Toplanmışlar bir kısmı hayır diyor, bir kısmı evet diyorlar. Topunuz dese ne yazar! Kapıkule'ye 50 bin mülteci dayanınca feryat ettiniz. Çok ileri giderseniz o sınır kapısı da açılır, bunu bilesiniz. (AP üyelerine)
Sizce bu ilişki devam ettirilebilir mi?
Bir komşunuz var ve sürekli sizi tehdit ediyor, elindeki şantaj malzemelerini hatırlatıyor, sinirlenince de hakaret ediyor... Nasıl davranırsınız?
Bu siyasetçiler kendi halkları tarafından seçildi. Yani kendi milli iradelerini temsil ediyorlar. Kendi seçmenine ne demesini bekliyorsunuz bu insanların? Hiç milli gururları yok mu dersiniz? Sürekli tehditlere rağmen karşı tarafı alttan almaları, ilkelerinden taviz vermeleri rasyonel mi?
Erdoğan'ın AB ile iyi geçindiği dönemde meşhur bir sözü vardı: 'Biz Avrupa'ya yük olmaya değil, yük almaya gitmek istiyoruz'
Evet siz, Sayın Cumhurbaşkanı zaten baştan bu üyelik sürecinin adını koymuşsunuz, sonra da niye bize bu şekilde yaklaşıyorlar diyorsunuz. Neden işçiliğe talip oldunuz ki en başta? Avrupa gerekli işçi ihtiyacını üyeliğe yeni kabul ettiği Bulgaristan'dan, Romanya'dan, Polonya'dan hatta Yunanistan'dan zaten karşılıyor. Bu anlamda gerçekten Türkiye'den gelecek işçilere de ihtiyacı yok. Hatta sadece Almanya'ya geçtiğimiz yıl iltica eden 500 bin Suriyeliyi düşündüğünüzde Türkiye'nin elindeki en önemli koz olan iş gücü kartı boşa çıkıyor. Neden ürettiğimiz değerlerle, ekonomiyle, bilimle, sanatla Avrupalının karşısına eşit şartlarda çıkmadığımızı sorgulamıyoruz, neden kendimizi 'biz sizin işçiniz olacaktık ama istemediniz' triplerine sokuyoruz ki?
Güç bela imkanlarla yetiştirdiği doktoru, öğretmeni, akademisyeni, gazeteciyi, aklınıza gelebilecek her türlü meslek erbabını açtığı sözde terör örgütü torbasına koyup hapishanelere dolduran, birkaç ayda bin okul, 15 Üniversite, yüzlerce yurt ve hastane kapattıran, yetinmeyip binlerce kilometre uzaktaki okulu bile rüşvetle kapattırmaya çalışan bir tiran bozuntusunun ülkeyi sürüklediği yer çok açık değil mi?
Avrupalı'ya 'bizi Avrupa'ya neden almadın' diye kızmaya hakkımız bu tabloda mümkün değil. Bu nişan yüzüğü artık birbirine güveni kalmamış çiftin parmaklarında da fazla. Türkiye şu aşamada maalesef kendisini yönetenleriyle medeni şartlarda masaya oturulacak bir partner ülke değil.
Çok değil, daha Temmuz başında 'İnşallah Suriyeli kardeşlerimize Türkiye'de vatandaşlık hakkı vereceğiz' cümlelerini sıkılmadan sarf eden kişi, şimdilerde binlerce zavallı mülteciyi Avrupa kapılarına yığmakla tehdit ediyor. Bir kişiye 'kardeşim' dedikten sadece 5 ay sonra sizi 'kapı önünde canlı kalkan yapacağım, sizi şantaj malzemesi haline getireceğim' demeye eşdeğer cümleler kurması karakteri hakkında yeterince fikir veriyor mu? Bu kişiyle çalışmak istemeyen Avrupalı mı suçlu şimdi?
Toparlarsak Erdoğan çok açık ki aslında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) getirdiği ağır yükümlülüklerden korkuyor. AİHM'de açılacak binlerce davanın aldığı keyfi kararları yüz geri edeceğini, ağır tazminatlara mahkum olup bunları halka anlatamayacağını çok iyi hesaplıyor. 1990'da imzalanan AİHM'nin zorunlu yargı yetkisine imkan tanıyan anlaşmayı yırtmanın bir yolunu arıyor. Şangay saçmalamaları, biz bize yeteriz söylemleri, bunlar teröre destek veriyor bağırmaları hep bundan. Her zamanki gibi ilk yumruğu atıp ön alma derdinde.
Bundan sonra ne mi olur?
Elbette ki Batı'nın silahını, teknolojisini, ticaret imkanlarını kullanıp Doğu'yla flört etmek eşyanın tabiatına aykırı olacaktır. Eski nişanlının kredi kartını cebine koyup yeni biriyle evlilik hayalleri kurmanın mümkün olmayacağı gibi.
Bilmem anlatabildim mi?
Orhan Gür / Samanyolu Haber