“Harun gibi geldiler, Karun gibi oldular...”
Bunu söyleyen şahıs daha sonra, ani bir siyasi manevrayla partiye katıldı ve şimdi başbakan yardımcısı koltuğunda...
Partiye katılmadan 4 ay kadar önce Ankara’da bu şahısla bir yemekte bir araya gelmiştik.
Yemekte şimdi Silivri hapishanesinde olan Mustafa Ünal da vardı.
Partiye katılacağınıza dair söylentiler var dediğimde, cevabı şöyle oldu:
“Öyle şey olur mu?..”
Ama oldu, şimdi sözcü olarak, Saray’ın OHAL rejimini savunmak görevi ona ait...
Şu ifade de gazeteci Fehmi Koru’ya ait:
“Obama gibi geldiler, Bush gibi oldular...”
Gerçekten de, “garip gureba”nın, yıllarca mağduriyet yaşamış orta sınıfların oyları ile 2002’de iktidara geldiler, ama şimdi nerelere savrulduklarını görüyorsunuz...
Cumhuriyet 1923’te kuruldu. Türkiye çok badireler atlattı. Ağır anarşi ve terör dönemleri oldu, çok ağır siyasi bunalım dönemleri yaşandı. Ama hiçbirinde Türkiye bu kadar dibe vurmadı.
Türkiye, siyasal tarihinin en dip noktasını gördü bunlar sayesinde...
Şimdi Meclis’te, Olağan Üstü Hal Rejimi’ni kalıcı hale getirmek için, başkanlık dedikleri ama aslında başkanlıkla hiç ilgisi olmayan, tamamen “Sinsi Saray Rejimi”ne kılıf üretmek için son hamleyi yapıyorlar.
Manzaraya bakın... Sanki Saraydaki şahıs Sarayda ebedi kalacak...
Sanki, hiç iktidardan düşmeyecekler...
Sanki bu keyfi, ucube rejim hiç sona ermeyecek...
Bir Afrika ülkesinin devlet başkanı, ülkesindeki okulların kapatılmasını isteyen Saraydaki şahıs için şöyle bir ifade kullanmıştı:
“Bu adam üçüncü döneminde yoldan çıktı. Amerika’da olduğu gibi, Türkiye’de de siyaseti iki dönemle sınırlamak lazım...”
Ne kadar doğru bir tesbit...
Güç zehirler. Denetlenmeyen güç insanı yoldan çıkarır.
2002’da bunlar iktidara geldiğinde Bush vardı, şimdi yok...
Sonra Obama geldi, 8 yıl kaldı ve gitti....
Bunlar hala iktidarda...
Şimdi Trump geldi.
Bunlar, Trump’tan sonra da kalmanın hesaplarını yapıyorlar şimdiden...
Demokrasi, insanlık tarihinde uzun bir sürecin ürünü...
Amerika’da başkanların görevini iki dönemle sınırlamak boşuna değil...
Sistem hiçbir zaman gücün, tek bir kişinin elinde toplanmasına izin vermiyor.
Amerika’da sistemi kuranlar bir şeyi daha düşünmüşler.
“Başkan olacak kişi, belirli bir gelir seviyesine sahip olsun. Başkan olunca görevini suistimal etmesin....”
Bunu tartışmışlar, sonra anti demokratik olacak diye, somut bir gelir sınırlamasından vazgeçmişler. Ama öyle bir sistem kurmuşlar ki, başkanın akçeli işlerde görevini suistimal etmesini engellemişler. Kongre’nin kararı olmadan başkan beş kuruş para harcayamaz.
Bir de bize bakın...
Sonradan görmelerin, devlet imkanları ile tanışınca nasıl zenginleştiklerine bakın...
Dengir Mir Mehmet Fırat, üç sene önce bir görüşmemizde şöyle demişti:
“Kızını tedavi ettirmek için gelip bana ağlayan bir partili şimdi milletvekili ve şu anda serveti 20 trilyon... Banka hesapları, Çukurambar’da daireler, araziler...”
Sıradan bir milletvekilini bu kadar zenginleştiren bir sistem...
Saraydaki şahsın sorgusuz sualsiz milyarlarca dolar örtülü ödenek harcadığı bir sistem...
Havuzlar ve havuz işadamları üreten bir sistem..
Rıza Sarraf’ın sponsorluğunu yaptığı bir siyasi sistem...
Tükettiler devleti...
Tükettiler devletin hazinesini...
Tükettiler milletin parasını....
Bitti.
Hırsızlıklarını gizlemek için, Cemaat’in malına, mülküne çöküp satma planını geliştirdiler.
Ama soygun çok büyük...
Yazının başlığına döneyim.
Nasıl gidecekler?
Bir devleti çökerterek, bir milleti soyarak gidecekler...
Ve bu iki özellikleriyle dünya siyaset tarihindeki yerlerini alacaklar.