Ekrem Dumanlı / Tr724
OHAL KOMİSYONU’NU KİM İCAT ETTİ?
Erdoğan iktidarının mağdur ettiği yüzbinlerce kişiden hak arama mücadelesini göze alanlar, ilk derece mahkemelerinden sonuç alamayınca Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kapısını çaldılar. Ancak 15 Temmuz sonrasında iki üyesi sorgusuz sualsiz gözaltına alıp tutuklanan AYM’nin bu başvuruları sağlıklı bir şekilde ele alması düşünülemezdi doğal olarak. Nitekim yüksek mahkeme başkanı Zühtü Arslan, konuya ilişkin yaptığı konuşmalarda kendilerine yapılan başvuru sayısının çokluğundan yakınmıştı. Bu nedenle mahkeme uzun süre Hizmet hareketiyle irtibatı oldukları gerekçesiyle on binlerce mağdurun başvurusunu görmezden geldi.
AYM, 2016 Ekim ayında OHAL KHK’larının, anayasal sınırları aştığı gerekçesiyle CHP’nin yaptığı iptal başvurusunu reddetti. Bu ret kararı üzerine AYM’nin etkili bir iç hukuk yolu olmadığı ortaya çıkınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) Türkiye’den yapılan başvurular kısa sürede on binleri aştı. 2016 yılında Türkiye’den AİHM’e yapılan şikâyet sayısı 12 bin 600 civarında iken 2017 yılında sadece OHAL mağduriyetleri nedeniyle 31 bin 500’den fazla başvuru yapıldı.
Türkiye’den gelen on binlerce başvurunun altından kalkamayacağını düşünen AİHM, 2016 yılının sonunda Türk hükûmetine sürpriz bir teklifte bulundu. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjørn Jagland Ankara’ya giderek Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’la bir görüşme yaptı ve AİHM önündeki başvuruların öncelikle Türkiye’de kurulacak bir komisyon tarafından incelenmesini önerdi.
2016’nın Kasım ayında yapılan bu teklif hem AİHM’in hem de Türk hükümetinin işine geldi. AİHM, altında ezilmekten korktuğu on binlerce dosyayı başından atarak kendini kurtarırken Türk hükümeti de iç hukuku işletiyor görüntüsü vererek kısa vadede AİHM’den Türkiye aleyhine ihlal kararı çıkmasının önüne geçmiş oldu. Kısa bir süre sonra 2017 içinde Türkiye’den gelen toplam 30 bin 63 başvuru AİHM tarafından geri çevrildi.
Komisyon kurulduğu günden bu yana ne yaptı?
Aslında Avrupa Konseyi’nin önerdiği komisyon teklifi iyi bir teklif. Kimse AİHM kapılarında yıllarca adaletin tecellisini beklemek istemez elbette. İçeride kurulacak bağımsız ve tarafsız bir komisyon mağduriyetlerin hızla giderilmesini sağlayabilirdi.
Geçmişte benzer bir uygulama, 2004 yılında kurulan Terör Mağdurları Komisyonuydu. Terörle mücadele esnasında zarar gördüğünü iddia eden ve bir kısmı da AİHM’e başvuran mağdurlar, bu komisyonun kurulmasıyla tekrar iç hukuka yöneldi. 2011 yılına kadar komisyona yapılan 360 bin başvurudan 230 bini sonuçlandı. 133 bin kişi için Türk devleti yaklaşık 1 milyar Euro tazminat ödedi.
Ancak Türk hükümetinin bundan ne anladığı önemli. Komisyon kurulurken, tahmin ettiğiniz gibi ilk düğme yanlış iliklendi. İhraç listelerini bizzat hazırlayanların komisyona dahil edilmesi ilk büyük hataydı. Diğer yandan OHAL komisyonunun başkanı olarak atanan Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Selahattin Menteş, bir gazeteye verdiği mülakatta ihraç kriterlerinden bahsederken, komisyonun ne kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) uygun davranacaklarının da ipuçlarını vermiş oldu:
Bank Asya’ya para yatırma, ByLock kullanma, Gülen Cemaatine yakınlığıyla bilinen okul veya yurtlarda kalma, bu kurumlarda çalışma, sendikaya üye olma, yayınlarını satın alma gibi evrensel hukukta asla suç teşkil etmeyen eylemler OHAL komisyonu tarafından suç sayıldı! İncelemeler bu kriterlere göre yapıldı.
Geçtiğimiz Temmuz ayına kadar komisyona toplam 108 bin 660 başvuru yapılmış. Bugüne kadar 30 bin başvuru incelenmiş ve sadece 1.900’ü kabul edilmiş, 28 bin 100’ü ise reddedilmiş.
2004 yılında kurulan Terör Mağdurları Komisyonu, devletin vatandaşını mağdur ettiğinden yola çıkarak haksızlıkları gidermek amacıyla kuruldu ve eksiklerine rağmen, kısmen başarılı oldu. Bu komisyonda ise böyle bir amacın olmadığı, aksine hak arama yollarını tıkayarak mağdurların sonuç almasının geciktirilmesi kastının olduğu aşikâr.
Daha da vahim olan, OHAL komisyonu tarafından suçsuz bulunarak göreve iadesine karar verilenlerin eski görev yerlerine dönemeyeceğine karar verildi! Dolayısıyla TSK, emniyet ve yargı başta olmak üzere 125 binden fazla kişinin ihraç edilerek yerine partililerin yerleştirildiği yeni rejim, bu şekilde kendi geleceğini sağlama almış oldu.
Bu mücadeleye ömür yetmez
OHAL Komisyonu’nun ret kararlarına karşı, kararın tebliğinden itibaren 60 gün içinde Ankara 19. ve 20. idare mahkemelerine iptal davası açılabilecek. Buradan ret kararı çıkarsa, bunu Danıştay, ardından Anayasa Mahkemesi takip edecek. AYM’den de olumsuz sonuç alan bir mağdur ancak o zaman tekrar AİHM’e gidebilecek ki bu çok uzun bir zaman dilimi demektir. Sadece AİHM’e başvurabilmek için 10 yıla varan bir süreçten bahsediyoruz.
AİHM önünde de 10 yıldan uzun bir süredir bekleyen davalar olduğunu göz önüne alırsak, Erdoğan rejiminin bir gecede kapıya koyduğu 125 binden fazla mağdurun bu süreçleri bıkmadan takip edip sonuca ulaşması 20-25 yılı bulabilecek. Bu arada da ölen, vazgeçen, bıkan, süreyi kaçıran mağdurları düşünürsek AİHM’e fazla bir iş kalmayacak gibi duruyor. O zaman geldiğinde neredeyse tamamı emeklilik yaşını geçmiş mağdurların hakları iade edilse ne olur edilmese ne olur!
Avrupa Konseyi’nin umursamaz tutumu
İşte Avrupa Konseyi ile Türk hükümetinin ortaklaşa icat ettiği bir hukuk yolu ancak bu kadar etkili (!) olabilir. Elbette Avrupa Konseyi’nin değerlerini ayaklar altına alarak böyle bir hukuk faciasına imza atanları tarih affetmeyecek. Bu hukuksuzlukları yapan Türk hükümetinin bu kadar kısa sürede tavrını değiştirip hukuka dönmeyeceğini Avrupa Konseyi yetkilileri de biliyor olmalı. Ama geçen yazıda da bahsettiğimiz nedenlerle, hak ihlali iddialarını gündemine alarak Türk hükümetiyle arayı bozup “kazanımlarını” kaybetmek istemiyor olabilirler.
Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kendi değerlerine uygun hareket etmesi gerekirken, otoriter rejimlerle siyasi pazarlıklar ve iş birliği yapmayı bir kenara bırakması gerekir. Nisan ayında yapılan AKPM toplantısında konuşan Genel Sekreter Thorbjorn Jagland, Konsey’in Rusya ve Türkiye’nin katkı payları olmadan ancak 2019 sonuna kadar dayanabileceğini söylerken keşke bu ülkelerdeki hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için yaptıklarını da anlatsaydı.
AİHM Hâkimi Işıl Karakaş neden sessiz?
AİHM’de Türkiye’yi temsil eden ilk kadın hâkim olan Prof. Işıl Karakaş, bir dönem AİHM Başkan yardımcılığı da yaptı. 30 Nisan 2017’de görev süresi dolmasına rağmen Avrupa Konseyi’nin Türk hükümetinin önerdiği adayları yeterli bulmayıp reddettiği için görevini sürdürmeye devam ediyor. Her fırsatta “Eyyy Avrupa!..” diye atarlanan AKP hükümeti, nedense bu duruma ses çıkarmıyor. Bulunduğu makamı fazlasıyla hak ettiğini düşündüğüm Işıl Karakaş’ın son dönemdeki performansının AKP hükümetini pek mutlu ettiğini sanıyorum. Çünkü OHAL komisyonu fikrini destekleyen biri olarak bilinen Işıl Karakaş, geçen yıl verdiği bir mülakatta gelinen noktadan çok memnun görünüyordu.
Işıl Karakaş gibi değerli bir hukukçu, AİHS ve mahkeme değerlerini değil maalesef mahkemenin iş yükünü azaltmanın derdine düşmüş. Halbuki yapması gereken OHAL komisyonunun siyasi kriterlere göre değil evrensel hukuka uygun inceleme yapması için mücadele vermesidir. Bu şekilde evrensel değerleri ve adaleti savunan bir hukukçu olarak tarihe geçebilir. Görev yaptığı süre içinde Şahin Alpay ve Mehmet Altan dosyalarının gündeme getirilip karar çıkması sağlanırken, benzer durumda olan Hidayet Karaca ve Mustafa Ünal’ın AİHM önündeki başvuruları için bir şey yapılmamasını nasıl karşıladığını merak ediyorum.