'Vay be! dedirten işler yapmayı sevdim'

Ahmet San ismi yurtdışından getirdiği sanatçılar kadar ünlü bir isim.

'Vay be! dedirten işler yapmayı sevdim'

Artık menajerlik yapmayan ve sanatçı organizasyonlarından uzak duran San, farklı projeler üreten işlere adamış kendini. Mevlid Kantat'ı da bunlardan birisi. "Mevlid için yaptığım elbiseleri Devlet Opera ve Bale sanatçıları giymek istemediler. Üstelik hepsi göğüslerine kocaman Atatürk resmi astılar. Şeriatçı mıyım yani ben? Ben de Gürcü Orkestrası ile anlaştım. Dünyanın on önemli mekânında bu senfoniyi yapacağım." diyor. Sizdeki bu organizasyon yeteneği çocukluktan gelme bir kabiliyet mi? Aile tüccar olduğu için herhalde genlerimde iş kotarıcılık var. Sporu beceremediğim, sanat kabiliyetim olmadığı için bunu tercih ettim. Galatasaray Lisesi'nde okudum. Lisanı pekiştirmek için rehberlik yapardım, hem de para kazanırdım. Bu da beni kendi yağında kavrulmaya sevk etti herhalde. İlk kimi getirmiştiniz Türkiye'ye? İlk Christian Adam'ı getirdim. Bir şarkıyla Fransa'da, Belçika'de listelerde bir numaraya çıkmıştı. Ben de Paris'te okumaya giderken Hey Mecmuası'nın Paris muhabiri oldum. Röportajlar yapıyordum ve organizasyonu hedeflediğim için gazeteci ayağına kapıları rahat aşarım diye düşündüm. Christian'ın albümünü çıkardık, en çok satan bizim sanatçıları ikiye katladı. Dört şehir gezdi, spor salonları doldu taştı. Fahrettin Aslan'ın gece kulübüne çıkarmak istediler, 10 lira yerine 100 lira istedim. 'Tamam, dokuz gün çıkaralım' dediler. 'Abi bu yabancı para peşin olması lazım' dedim. Hemen çıkarıp verdi. Hikâyem böyle başladı. Her hafta bir röportaj gönderdim. Sorbonne'da okurken gazetecilik yüksek okulunu da okudum. Fransa'da düşen Türk Hava Yolları uçağının da haberini yapmışsınız? Onu nereden biliyorsunuz? Radyodan THY uçağının düştüğünü öğrenince fotoğraf çeken arkadaşım Haldun ile nüfus cüzdanlarımızı alıp gittik. Kaza bölgesine ilk giren gazeteci biziz. Barikatlardan 'Press Press' diye diye geçtik. Milliyet'i aradım düşmedi. Günaydın'ı aradım, yazı işleri müdürüne durumu anlattım. Havalimanında bekleyen birine verdim filmleri. Almanya üzerinden gönderildi ve ertesi gün çıktı. Epeyce de para verdiler. Gazeteciliğe kendini adaman gerekir, ben kolay dans edebileceğim pistleri her zaman tercih ettim. Ama bu dans pisti çok kaygan. Ve siz hep doğrucu davranmışsınız. Risk değil mi bu? Kendinden eminsen gerisi hikâye. Kendinden emin değilsen açıklıkları kapatmak için yanlışlıklara saplanıyorsun. Bizim pistimiz daha kaygan ama ben hasbelkader gözlemciyim. Uluslararası ilişkiler yüksekokulunu da okudum. İki haftada bir İstanbul'a gelir, pazartesi sabahı 06.50 uçağı ile anfime yetişiyordum. Sanatçıların çıktığı yerlerin sahipleri de vahim insanlardı. O patrona sanatçı satıyordum 19 yaşında. Kimseye müdanan yoksa, bana ne yalan dolan. Ben farklı uçları birleştiriyorum. Hangi uç neyle birleşirse ampul yanar ya da patlar bunu biliyorum. 91'de ANAP'ın seçim kampanyasını yürüttüm. Mitterrand'ın, Yeltsin'in kampanyasını yapmış Jacques Seguela vardı. Süleyman Demirel ve İsmet İnönü'ye e gittim. Arkadaşım Fikri Sağlar bile mırın kırın etti. Mesut Yılmaz'a 'Aday olacak mısınız?' dedim. 'Sana ne' dedi. (Gülüşmeler) Sonra beni dinledi, onu Seguela ile buluşturdum ve Başbakan olduğu hafta mutabakata vardık. Çok ortada dolanan Nail Keçeli, Güzel Sanatlar filan 'doğru seçim' filan dediler. Hiç bu uçları birleştirirken patlattığınız ampul olmuyor mu? İçte patlıyor. (Gülüşmeler) Dışarı göstermiyorum, mutfağı temizleyip kirlileri bir dolaba atıyorsun. Sonra yalnızken o dolabı bir açınca şapır şapır üzerine lağım suları bile geliyor. O lağım suları da bazen üzerine sıçrayıp basına da yansıyor. Eskiye göre şimdi daha mı şeffaf her şey? İsim vermeyeyim ama Türkiye'nin en önemli kadın starlarından birisini tekme tokat işletmenin sahibi dövüyordu kuliste. Sevgilisi bile bir şey yapmıyordu. Bırak basına yansımasını kulisten bile dışarı çıkamazdı. Şimdi öyle bir şey olsa onlarca kamera yığılıyor oraya. Türk sanatçılarını bırakma nedenim de o idi. Tarkan, Burak Kut, Kenan Doğulu, Sezen Aksu, Sertab, Mustafa Sandal, Emrah, MFÖ, Mahsun, Mirkelam... Hepsini aynı anda yönettim. Sanatçı meşhur olunca oturuşu değişiyor, 'Ne yaptın sen ki?' oluyor. Hep mi böyle oluyor? İstisnasız hepsi böyle... Bir tane bile farklı örnek yok. Batılı sanatçılarda böyle değil. Biz de pazar payı büyük olmadığı için, sanatçı pazarı genişletmek için beklenen eforu vermiyor. Sanıyor ki onun sırtından para kazanılıyor. Tarkan bir dünya starı olabilir miydi? Tartışmasız. Bu yüzden de olamadı. Yolu açık olsun. Yorum yapmak istemem ama ben bunlara senelerce bazı şeyleri anlatmaya çalıştım. Grammy Ödül töreninin üçüncü sırasında oturttum sanatçılarımı, dünyanın hangi pistte dans ettiğini görsünler diye. Ricky Martin'in Bursa konserinde aldığı para eleştirildi. Ben de şunu dedim 'Paraya göre değişir şov.' Sanatçı ne alırsa onu sergiler. 300 bin Euro alınca ona göre davranır. Londra'da, Madrid'de ne yapıyorsa aynısını yapıyor. Adamdan ter akıyor şakır şakır, aldığı her kuruş helal olsun. Fakirlik edebiyatı çağdışı bir söylem. Portekiz'den buraya 14 ton özel uçakla teknik malzeme geliyor. 64 kişilik ekibi var. 20 yıl önce Nilüfer'den ne izliyor ve seyrediyorsam hala aynı, aynı durağanlık. Barbra Streisand olabilirdi. Sanatçıların kaprisi çoktur ama sizin kaprisiniz var mı? Ben çok fenayım. Gün görmemiş insanlar vardığı noktayı hazmedemiyor. Bunlarla hele bu yaştan sonra çalışmamak için elimden geleni yapıyorum. Sarhoş, uyuşturucu aldığı belli, niye kalp krizi geçireyim son gün sahneye çıkacak mı çıkmayacak mı diye. Öbür tarafta ise sanatçıların minimum yaşam koşulları var. Turnesi başlamış adamın, ütücüsü, hizmetkârları, şatosu var. İki yüz gün evinden uzak adamın hayatının normal akışını sağlamak zorundasınız. Aşçısını yanında götürecek tabii. Pavarotti'yi getirmişim, Abdi İpekçi'deki klozete sığmıyor, bacakları duvara değiyor adamın. 'Gitsin otelinde yapsın' diyor. Ben bunun kavgasını teknik müdürü ile verirsem kaprisli miyim? Artık konser organizasyonlarından da uzaksınız? 2002 yılından beri konser organizasyonunu bıraktım. Ben hep "Vay be!" dedirten işler yapmayı sevdim. Dünyada ne kadar festival varsa cebimden para kazanıp gittim, seyirciyi tahlil ettim. Türkiye'ye sponsorluğu ilk sokan benimdir. Ama artık sponsorluklara birçok yönetici dahil olmaya başladı. Bir de zihnimdeki işleri yaptım, daha rekabetsiz proje işlere yöneldim. Yakın dostlarım, menajer ve sanatçılar varsa yapıyorum, o kadar. Efor sarf etmediğiniz işten para almıyorsunuz değil mi? Hiç almam, hayır. Hayatta hiç kimse 'Sana bu parayı ben kazandırdım' diyemez. Dediği an diline, ağzına, içine kitlerim. Ne hayalleriniz var peki? Neticede Bodrum'da baraj yapmayı düşünmüyorum, düşünsem onları da iyi yaparım da. Bir üniversitem ve fakültem olsun istiyorum. Ben bir okulum ve birçok şeye öncülük yaptım. Türkiye'nin yarısı besteci, yarısı şarkıcı zaten. Bir Türk değerini dünya çapında bir değer haline getiremedim, bir diğer eksikliğim de bu. Bu çok kolay benim için ama adam yok. Bende mi hata var diyorum. Bakıyorum, anasını satayım yok. (Gülüşmeler) Bunu yapamayınca Türk değerlerinden neleri harekete geçirirsem bir şey yapabilirim dedim. Yunus Emre'nin şiirlerini şarkı yaptırdım ve Çeşme Festivali'nde yarışma yapıldı. Dünya bir boşluk içerisinde. Çemişgezek'ten gelmedik, dünyayı biliyoruz. Madonna bile Buda'da filan huzur arıyor. Sonra Mevlana projesi yaptım. Uzun metraj film için çalıştım ama ürktüm. Kevin Costner Şems'i, Leonardo Di Caprio Mevlana'yı oynayacaktı. "Mevlana ile Şems arasındaki ilişkiyi Hollywood'da öyle bir noktaya çekerler ki Salman Rüşdi'den daha beter olursun." dediler. Sonra senfonik Mevlid'i ele aldınız? Bunu enternasyonel boyuta taşıyalım, farklı boşluk arayanların kulağına, gözüne ve kalbine giden bir yol olabilir diye düşündüm. Devlet bana 'Sen kimsin?' diyorsa yapmam, kimse benden ulvi bir şey beklemediğine göre de içime gömerim dedim. Cumhurbaşkanlığına sundum, genel sekreter "Muhteşem proje" dedi. 500 kişilik bir sahne performansı için Devlet Opera ve Balesi bunu sahiplenmesini istedim. Kültür Bakanı, Diyanet İşleri Başkanı 'muhteşem' dedi. Ama bütün kapılar kapandı şimdi. Devlet Opera ve Balesi peki? Hayatımda 38 yıldır en eziyet çektiğim organizasyon burası. Örnek kıyafetler yaptırdım koro için. Bir çalıyorlar her tarafları ortada. Bu Mevlid için şık değil. Vay efendim rahibe kılığına sokuyormuşuz. Giymek istemediler. Bir de kalktılar sanki ben Atatürkçü değilim, prömiyere bir girdim hepsinin göğsünde kocaman Atatürk resmi. Ya ne demek istiyorsunuz? Şeriatçı mıyım? Hz. Muhammed'in doğuşunu anlatan bir şiiri söylüyoruz. Bu Atatürk resmini küçültene kadar göbeğim çatladı, yine de taktılar. 500 bin dolar para harcadım, 1 lira gelirim yok. Türkçe Olimpiyatları'nı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu olimpiyatları keşfedince bambaşka bir perspektif ile karşılaştım. Maddi ve manevi olarak bu kadar çok desteklenmesini açıkçası lüzumsuz buluyordum. 38 yıllık kendini dünya çapında organizatör ilan eden bir adam olarak saygı duyulacak bir organizasyon ve emeği geçen herkesin önünde saygıyla eğiliyorum. Eldeki fiziksel ve parasal imkânları bu kadar doğru yapıp bu kadar müspet bir organizasyon korkunç bir profesyonellik gerektirir. Hepsi de dikkate alınıyor. Sunucuların çocukların olması gecenin en güzel akışını sağladı. Ortaokulu Saint Joseph'te okumuş birisi olarak konsepti nasıl buldunuz? Tüyler ürpertici muhteşemlikte. Bir Türk olarak alilere Saint Joseph'e filan vermek için koşa koşa verirken bu sürmanşet olmuyor, altında misyonerlik, pedercilik çıkmıyor. Fethullah Gülen Vakfı mı var ardında bunun, bu bir organizasyon. O bir fikir veriyor ve kendi içinde doğal akışıyla organize oluyor insanlar. Ve dünyanın 120 ülkesinde 5 bin talebe. Anası, babası, teyzesi ile 5 milyon kişi yıl boyunca Türkiye ile iştigal ediyor. Ben okuldan çıktığımda ablam konuşsana Fransızca der ve konuştururdu. Onlar da eminim konuşsana Türkçe diyordur. Bunun altında ne yatarsa yatsın yani. Ben peder olmadıysam onlarda bir şey olmaz ama benim hayatımda Fransa'nın 16. yüzyılda başlattığı şeyi biz 21. yüzyılda başlattık. Şurada bir tane okul açamıyorsun yani. Dünyanın zor ülkelerinde muhteşem okullar açılıyor. Bilmeden yaptığım kritiklerimden utanıyorum. Önümüzdeki 10. yıl için bir rapor hazırlıyorum. Peki ne olacak 10. Türkçe Olimpiyatları'nda? Çok ufak rötuşlarla dünya çapında olay olur. Çok da basit. Dört tane dünya çapındaki şarkıcıya ya da artistine Türkçe şarkı söyleteceksin ve dördünü de aynı gecede göstereceksin. Bir de sahnenin kendi iç görselliği eksik dünya boyutlarına göre. Eurovision gibi birçok ülkenin izlediği ve gündeme girecek organizasyon olur. Elton John'un kırmızı piyanosuyla Türkçe şarkı söylediğini ve dünyanın bütün TV kanallarının yayınladığını düşünsenize?
<< Önceki Haber 'Vay be! dedirten işler yapmayı sevdim' Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER