ENES CANSEVER - HAFTANIN YORUMU
İyilikler hatırada kalır, iyi insanlar da hatırdan uzak tutulmazlar.
Bugünkü muktedirlerin, kötülük yapanların, lanetle anılacağı gibi..
Araya uzun yıllar girse de bu durumun değişmediğini görüyoruz.
Unutulup gidenlerden olmamak ne güzel…
Hayırlı olmak, hayırla yad edilmek ne büyük bahtiyarlık…
Hiç şüphesiz bu bahtiyarlardan biri de, Rahmetli Turgut Özal.
Bugün vefatının 29. yıldönümü…
Özal, 17 Nisan 1993https://www.sportime.gr/ellinotourkika/praxikopima-sti-tourkia-efigan-nichta-apo-tin-ellada-i-8-tourki-ti-echi-simvi/ 5 ülkeyi kapsayan 12 günlük Orta Asya gezisinden sonra vefat etti.
Cenazesine Türkiye’nin dört bir yanından yüzbinlerce kişi akın etmişti.
Tören televizyonlardan canlı yayınlandı.
Ülkede 3 günlük yas ilan edildi.
“Vefatımdan sonra beni İstanbul’a defnedin, kıyamete kadar Fatih Sultan Mehmed’in manevi ruhaniyeti altında bulunmak istiyorum.” şeklindeki vasiyeti yerine getirildi.
Kendisi tarafından yaptırılan, demokrasi şehidi eski başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının da medfun mekan, vatan caddesi üzerindeki anıt mezara defnedildi.
17 Nisan 1993 Cumartesi günü, Çankaya’da rahatsızlanarak hayatını kaybeden, ancak ölümünün üstündeki sır perdesi hala aralanamayan Özal, yine kendi vasiyeti üzerine bir Perşembe günü, Fatih Camii’nden ebedi âleme uğurlanmıştı.
TÜM RENKLER ARKASINDAN AĞLADI!
Na’şı, Fatih Camii’nden Topkapı’ya, ancak 3 saatte varabilmişti.
Köylüsü kentlisi, askeri sivili, memuru işçisi, öğretmeni öğrencisi, sağcısı solcusu, Türkü Kürdü, Alevi’si Sünni’si, laik veya muhafazakârı hâsılı her tüm renkler, kitleler halinde na’şının peşi sıra yürüyordu.
Gözyaşları sel olmuştu, çünkü Turgut Özal tipi siyasetçiyi sevdi, sevdiğini gösterdi ülke insanı.
Toplumumuz için Özal’ın en önemli özelliği, ‘sivil, demokrat ve dindar’ olmak üzere üç önemli vasfı taşıyor olmasıydı.
Esasında, bugünkü diktatörlerün, ülkeyi getirdiği noktaya bakılınca Özal çok daha iyi anlamak mümkün oluyor.
‘Demokrat Cumhurbaşkanı’ pankartlarının arkasından sel gibi akan irade, onun bu duruşuna gönülden bağlı olduklarını göstermiştir.
Başkalarının yaşam tarzına müdahale siyaset tarzı değildi.
Küçümsediği kesim olmadı…
Hiçbir farklı düşünceyi aşağılamadı…
Aksine zenginlik olarak gördü…
Tüm kesimlere eşit yakınlıkta durma hassasiyeti gösterdi.
İNCİTİCİ BİR DİL VE AŞAĞLAYICI USLUP HİÇ KULLANMADI!
Bütün sivil kesimleri, büyük küçüklü tüm yapıları kucaklayan, toplumda ağırlığı olan, saygın din adamı ve ilim erbaplarına karşı saygılı bir duruş sergilemişti, incitici dil kullanmadı.
ANAP’ta üç farklı eğilime sahip olanları bir arada tutmasının temelinde de bu bakış çeşitliliğinin yattığı kuşkusuz bir gerçektir.
Bu nedenle, yakın geçmişteki siyasiler için gösterilmeyen hassasiyet, sahiplenme, ‘Dindar, sivil, demokrat Cumhurbaşkanı’ için bariz bir farklılıkla ortaya konuyordu.
Gönüllerdeki yeri sağlam olduğundan, 17 Nisan da hep hatırlarda.
Güleç yüzlü, Tonton Başbakan/Cumhurbaşkanını anmadan geçemeyiz.
Bahtsızlığı ve talihsizliğine maruz kalmadı, arkasından ziller çalınmadı,
7 den 70’e herkes için bir hüzün ayrı oldu Nisan ayı…
Öyle bir yönetim düşünün ki,
Ne yönetenler rahat,
Ne ahalide var huzur.
Elbet böyleleri yıkılıp gittiğinde, durum çok farklı olacaktır.
Bir döneminin idarecisinin, ölümünün ardından söylendiği bilinen bu yaygın mısralar, sadece o dönemi değil, bugünküleri de kapsıyor.
“Ne kendi etti rahat ne alem buldu huzur,
Yıkılıp gitti cihandan, dayansın şimdi ehl-i kubur”
Günümüz Türkçesiyle;
“Ne kendi rahat etti ne de halka huzur verdi, bu dünyadan göçtü gitti, şimdi kabirdekiler düşünsün”
Böyle bir bahtsızlıktan ve sondan rabbim hepimizi uzak tutsun.
Özal, farklı renklerin temsilcilerini bir araya getirmeyi başardı.
Kaya Erdem gibi katı laiki, Ekrem Pakdemirli gibi muhafazakâr birini aynı partide ve kabinede çalıştırdı.
Elbette, Rahmetli Özal’ı büyük yapan değişime duyduğu inançtı.
Şartları ve imkânları iyi değerlendirdi.
Gerginlikleri çok iyi yönetti.
Problemleri çözmek için büyük düşündü.
Sermaye açılımını sağladı, ekonominin büyümesine ivme kazandırdı.
Yatırımcılarını dünyaya, dünyayı ülkesine taşıdı.
Kendini halktan birisi olarak gördüğü içinde ‘en sevilen devlet adamı’ oldu ve halen unutulamıyor.
Ülke onunla sivil bir çehre kazanmıştı.
Avustralya’ya kadar ulaştı hizmetleri.
20 bin kilometre uzaklıktaki Kıta Ülkesinde de silinmez iz bıraktı.
Sydney’deki Gelibolu Camii’nin yarım kalmış inşaatının tamamlanması için seferber oldu.
Cami’nin ibadete açılmasını sağladı.
Hasılı, Özal’ın hizmetleri, saymakla bitmez.
ÖZAİL İLE HATIRALARIM VE NİSAN AYI!
17 Nisan derken, hatıralarım, geçmişi 29 öncesine dayanan çok anlamlı, özlem dolu anılarım canlanıyor.
Duygular yeniden depreşiyor.
Aslında 17 Nisan, ülke demokrasisinin yok edildiği bir gündür.
Ülkenin tekrar geri vitese bağlandığı gün olarak da ifade edilebilir.
Bugünkü adaletsizlik ve hukuksuzlukların da başlangıcı denebilir
Demokrasi, insan hakları, özgürlükler konusunda yeniden makara tersine sarılmış,
Ülke fabrika ayarlarına, eski alışkanlıklarına yeni baştan teslim tarihi…
Bunu böyle görmemek eksik olur.
Bu kazanımların bugünkü mefluç halini düşününce, Özal gibi liderlerin yokluğunun ne anlama geldiğini bize daha iyi anlatıyor, gösteriyor.
Vefatının, özel hayatımda da ayrı bir yeri ve önemi var.
Zira, tam 29 yıl önce, Kazakistan’da coşkuyla karşılayanların arasındaydım.
Almatı Havaalanı’nda, az sayıda bir grupla, onu karşılayıp elini sıkmıştık.
11-12 Nisan’daki bu ziyaret, baharla birlikte üful üful bir hava estirmişti, Aladağlar’ın eteklerinde.
O coşkulu karşılamadan sadece beş gün sonra vefat haberi beni sarsmıştı 17 Nisan’da.
Kazakistan’a Anadolu’dan kopup gelmiş, hizmet aşkıyla dolu, bir avuç gönül insanını, Nazarbayev’e nasıl emanet ettiğinin tanığıyım.
O günkü anlamlı, güzel, heyecan dolu; emanetin tevdiine dair sözlerini, gazetecilik refleksiyle haberleştirmiş, ülke insanına aktarmıştım.
Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan’dan sonra dördüncü ziyaret noktasıydı Kazakistan…
Almatı’dan Azerbaycan’a uğurlamıştık.
Özbekistan’da İmamı Buhari,
Kazakistan’da ise; Ahmet Yesevi’nin mekânını ziyaret etmişti.
Uzun uzun dua etmişti.
Türkistan şehrindeki Yesevi kubbesinde elleri açılmıştı duaya.
Sovyetler Birliği’nden kalma yıkık, dökük Almatı camiinde, cuma namazında beraberce saf tutmuştuk.
Onu karşılayan Gönüllü Eğitim Kuruluşlarının Temsilcileri ve beraberlerindeki bir grup öğrenciyi
Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’e takdiminin şahidiyim.
Devletin okulu olan 9. Mektup’in bünyesindeki Türk Kazak Kolejini ziyareti büyük coşkuyla karşılanmıştı.
Çocukların kısa zamanda İngilizce ve Türkçe konuşmalarına hayran kalmıştı Merhum Özal.
Onu karşılayanlar arasında, henüz bir yıl eğitim almış, Kazak Türk Lisesi öğrencileriyle İngilizce konuşması, onları kucaklaması, öpmesi ve Nazarbayev’e “Bunlara sahip çık, asıl geleceğimiz bunlar.” demesi… Bu ifadelerin şahidiyim. “Bu eğitim kurumları yeni ama önümüzdeki dönemlerde çok daha güzel işler yaparlar.” ifadesi hâlâ kulaklarımda.
Yazılı olarak gönderdiği mektubu da hale bende…
Bu konuşmayı, o dönemde tek Türkçe bilen ve bugün Kazakistan Dışişleri Bakan Yardımcılığı koltuğuna oturan Kayrat Sarıbayev, tercüme etmişti Nazarbayev’e.
El hak, Nazarbayev o sözü tuttu.
Mirasa her zaman sahip çıktı Nazarbayev, zor günlerde bile, Ankara’nın göbeğinde anlaşılabilecek bir vücut diliyle bunu izah etti.
Özal’ın Nazarbayev’e emanet ettiği eğitimcileri, her türlü usulsüz talebi bir kenara iterek korudu.
Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan’da da aynı vefa tavrı sergilendi.
Hoyratlık ve gaspa hayır dedi, ufku geniş liderler.
Her türlü kirli teklifi ve gayri ahlakı, gayri hukuki yaklaşımı, ellerinin tersiyle tarihin çöp sepetine attı Nazarbayev.
Okulları kapatın diyen(ler)e, “Bu okulları Turgut Özal ile biz açtık. Dört dil biliyorlar. Ülkemizin eleman kadrosunu hazırlıyorlar. Çok memnunuz.” diye cevap vermişti, dört yıl önce medya ordusunun karışışında Kazak Lider.
Bu sebeple, Özal unutulmuyor,
Özlem her geçen gün artarak tazeleniyor.
Vefat haberinin şokunu sadece biz değil, Kazak halkı da en az bizim kadar yaşamıştı.
Kazaklar’ın, Almatı’daki Seyfulina caddesindeki büyükelçiliğimize başsağlığı için akın akın gelişi ve oluşan mahşeri kalabalık hala bir tablo gibi gözlerimin önünde.
Ağıt yakan gözü yaşlı kazak ninelerin, bizlere sarılışını, yüzümüzü gözyaşlarıyla ıslatmalarını asla unutamayacağım.
O manzarayı, haberleştirip, Türkiye’ye yollamıştım.
Almatı Valiliği, vefat haberinden birkaç gün sonra aldığı bir kararla,
Özal’ın ismini Rus komünist General Bavmana’nın ismini taşıyan caddeye verdi.
Böylece hâlâ kalbinde yaşatıyor, Kazaklar…
Tüm insani indekselerde yerlerde sürünüyorsa Anadolu toprağı, her geçen gün bin beter oluyorsa, düşünmeli elbet.
Özal’ın, tuttuğu yol, yol mu, aksine tutulan, kaba, nobran yol mu daha tutarlı?
Daha mantıklı ve daha insani?
İnsan olmak ve insan kalmak zor hasılı…
Evet merhum ‘dindardı ama bugünkü Sraylılar gibi; hiç kindar olmadı.
Hasbiydi ama asabi olduğunu kimse ne miting meydanlarında ne de ikili görüşmelerde şahit olmadı.
Rahmet anıyoruz, Tonton Devlet Liderini!..
Minnetle anıyoruz Özal’ı…
Sön söz; Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun infaz yasası için, ‘Şahit ol Ya Rab’ hashtagıyla, Twitter’da rekor kıran ifadeyle noktalayalım…
Bugün binlerce masumu zindanlarda ölüme terk eden nobranları da, unutmayacağız, Özal’a da şahitlik edeceğiz, ‘Sen Şahit ol Ya Rab!..’