Mehmet Ali Şengül | samanyoluhaber.com
Yaşadığımız her gün, ömür takviminden kopan bir yapraktır. Onu geri getirmek mümkün değildir. Bu günü kaybettiğimiz gibi, ömrümüzü de her an kaybedebiliriz. Sonbaharda hazan vurmuş, sararmış yaprakların döküldüğü gibi, her gün binlerce insan dünyayı terk etmektedir.
Allah’ın bir memuru olan Corona 19; insan oğluna aczini hatırlatma ve kirlenen dünyayı temizleme, Allah’a baş kaldıranlara haddini bildirme adına, bu kadar gelişmiş korkunç ilim ve teknolojiye rağmen dünyayı dize getirdiğini ve onu tanımayan, duymayan kimse kalmadığını hep beraber müşahade etmekteyiz.
İnsanlar dahil bütün canlılar hayata bir defa geliyor. İkinci bir şansımızın olmadığı muhakkak. Ne var ki ebedi alemin namzetleriyiz. İnsan dünya sermayesini, ahiret hayatı adına değerlendirirse, inşeallah kazanma şansını elde etmiş olur.
Efendimiz (sav) “ Dünya ile benim ne alakam var. Ben dünyada, bir ağaç altında gölgelenip de bırakıp giden bir yolcu gibiyim.” buyurmuştur. (Tirmizi)
Binaenaleyh, hayatımızı bu mülahaza ile değerlendirmek zorundayız. Nedamet, pişmanlık ve tevbe, dünyada gerçekleştirilirse geçerli, Azrail (as) kapımızı çaldığı an, artık hiç bir şeyin faydası olmayacaktır.
Mülkün ve Dinin sahibi Allah’tır. Cenab-ı Hakk, dinini boşlukta bırakmaz. Rabbimiz, başlattığı bu davayı, -bizde boşluk ve gevşeklik olmazsa- kafirlerin, zalimlerin eliyle yakıp yıkıp harap etmez. Onun için, muhasebemizi iyi yapmalı ve vahdeti ruhiye ile kendimizi tamamen hizmete adamalıyız
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine öyle bir topluluk getirirki, Allah onları sever, onlarda Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda mücahede eder ve bu hususta dil uzatan hiç bir kimsenin ayıplamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın öyle bir lütfudur ki dilediğine verir. Allah vasi ve alimdir.( İhsanı boldur, her şeyi hakkıyla bilir.) ( Maide suresi- 54)
En önemli vazifelerimizden birisi, kalbimizle Rabbimiz arasındaki engelleri kaldırmaktır. Onun için İmanı ve İman erkanını hayatımızın merkezine alarak, kendimizi yeniden bir gözden geçirmeliyiz. Allah’ın Rızasını, Efendimiz’in (sav) hoşnutluğunu hedefleyerek, Kur’an ve Sünnet’e göre her an Rabbimizin emri gerçekleşecekmiş gibi, yeni bir plan ve proje gerçekleştirilmelidir.
Elhamdülilleh seviniyoruz. Çünkü; asırlar sonrada olsa, Allah ve Rasulüllah’ı tanımış, emir ve yasakları doğrultusunda kul olduğumuzun farkında olarak, davasına hizmet etmiş olmanın şuurundayız. Üzülüyoruz ve utanıyoruz. Çünkü; Fırsatları tam değerlendirememenin, neslimize Allah ve Rasulüllah’ı sevdirememenin, güzel örnek olamamanın hacaletini yaşıyoruz.
Efendimiz(sav) “ Kullarına Allah’ı sevdirin ki, Allah’da sizi sevsin” buyuruyor.
Allah’ı hakkıyla tanımamıza ve sevmemize, tanıtmamıza ve sevdirmemize hizmet eden her vesile, aslında çok değerli ve çok kıymetlidir.
Kafirler, fasıklar ve zalimler, hak yolunda dünyamızı geçici olarak karartsalar bile, aydınlık bir istikbalimiz ve ahiretimiz var elhamdülilleh. Onun için şartlar ne kadar ağır olursa olsun, geçmişte ve bugün daha büyüklerini, daha acılarını yaşamış olanları hatırlayıp, düşünüp sabretmek, katlanmak gerekmektedir.
Olup bitenler karşısında, ye’se düşmeden, yıkılmadan, bu günün yarını var deyip ümitle davaya sarılmalı, gayret gösterip çare üretilmelidir. Böylesine zor dönemlerde, insanları birbirinden uzaklaştıran tenkidi, ayıp kusur aramayı, akıl vermeyi bırakıp, tamir yörüngeli teklifler sunulmalı ve gelecek nesillerimize daha güzel, daha huzurlu bir dünya bırakma gayreti içinde olunmalıdır.
Onlara iyi örnek olmaz, inandırıcı bir rehberlikte bulunmaz isek, bize enkaz bırakıp gittiniz derler, arkamızdan beddua ederler. Kendi aramızda öyle gönülden bağlanmalı, öyle birbirimizi sevmeliyiz ki, melekler kıskanmalıdır.
Kendi aramızda bırakalım kalb kırkmayı, basit şeylere takılmayı; canımıza, malımıza el koyan, yuvaları yıkıp aileleri birbirine hasret bırakan zalimlere, münafıklara bile dişimizi sıkıp, sabredip katlanarak, tamirci ve yapıcı rol oynamayı imanımızın gereği bilmeliyiz.
Büyük davaların imtihanı da büyük olur. Büyük imtihanlara maruz kalmayan bir peygamber, bir hak dostu gösterebilir misiniz? Onun için Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyanda Cenab-ı Hakk, “Elif, Lam, Mim * Müminler sadece “İman ettik” demeleri sebebiyle kendi hallerine bırakılıverileceklerini, imtihana tabi tutulmayacaklarını mı zannettiler?* Biz elbette kendilerinden önce yaşamış olanları denedik. Allah, şimdiki müminleri de imtihan edip iman iddiasında sadık olanlarla, yalancıları elbette ortaya çıkaracaktır.” (Ankebut suresi- 1-4)
“Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara maruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sansınız? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara duçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki, Peygamber ile yanındaki müminler bile “ Allah’ın vadettiği yardım ne zaman yetişecek? diyecek duruma geldiler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara suresi- 214)
Batılı hak gören, zulmü, nifakı, gıybeti, iftira ve isnatta bulunmayı, yalanı meslek edinenler olabilir. Mesayisini tamamen bunlara ayıranlar, bu defa hizmet etme fırsatı bulamazlar. Binaenaleyh, kavga gürültüye fırsat vermeden, temkinli ve tedbirli olarak, meşru müdafa hakkını, adilane herkes kullanmalıdır. Elbette bu herkesin meşru hakkıdır. Ne var ki, yapmamız gereken, üzerimize düşen hizmeti de asla ihmal etmemek gerekir.
Bizler de daha evvelkiler gibi, bu davanın emanetçileriyiz. Dinin haysiyet ve şerefini korumakla mükellefiz. Davayı iyi temsil edersek, zamanla milyonların imanını kurtarmaya namzet oluruz. Kötü örnek olursak, bu defa o kadar insanın imandan mahrumiyetine sebep olur ve mesul duruma düşeriz. Rabbim korusun.
Bir katolik kolejine diyalog adına davet edilmiştim. Hristiyan din öğretmeni, Müslümanlık adına sorusu olan var mı? deyince, 900 talebe asker gibi Rab diye ayağa kalktı, bütününün sorusu varmış. Öğretmen de şaşırdı ve 20 talebeye söz verdi sorularını sordular. Biz salondan çıkarken, salonu yıkacak şekilde ayakta alkış yaparak bizi uğurladılar.
Birbirimize güvenip vahdetimizi koruyarak, ehl-i imanı Allah için severek, ihlas, samimiyet, vefa sadakatle hizmetimize sahip çıkarsak, Allah da inayet eder, istikamet kazanır başarılı oluruz. Kalp kırıcı değil, gönül yapıcı olmalıyız. Allah’ın lütfettiği nimetleri nefsimiz ve çıkarımız adına kullanır, Allah’ın rızasını unutur isek, bu defa şeytan devreye girer.
Hocaefendi ‘Bu güne kadar bu dava, ihlasla ve adanmışlıkla kazanılmıştır. Olmasın demiyorum ama, hep para, hep sistem der, samimiyeti, birlik ve beraberliği, kardeşliği ve adanmışlığı bir kenara bırakırsanız, Allah’da sizi bir kenara bırakır." diyor.
Allah Rasulü (sav) Allah’ın emriyle insanlara bir değişim yaşattı. Meleklerle yarışma değişimi getirdi. Değişim isteyenler, buyursunlar kıyamete kadar hükmü baki meleklerle yarışma değişimine talip olsunlar.
Kur’anla Kainat ve insan arasındaki Allah’ın kurduğu nizamı anlamaya, aralarındaki münasebeti kavramaya çalışsınlar.
İnsanın Meleki ve şeytani yönü vardır. Şeytan; insanın manevi boşluklarından, -makam, şan şöhret, şehvet, kıskançlık, inat, gayz, kin ve nefret gibi şeylerden - istifade eder. Bu fırsatı ona vermemeli, Allah’ın rızası, Resulüllah’ın hoşnutluğu ve iman kurtarma yolunda, hizmeti imaniye ve Kur’an-iyede yarış yapılmalıdır.
Hayatlarını İman, Kur’an hizmetine adamış, boşlukları zor doldurulur, Yahya Hocamıza, ve Fedakar İhsan abimize, kıymetli ve değerli kardeşimiz Lütfüllah Orhan kardeşimiz’e ve A’dan Z’ye ne kadar vefat eden kardeşlerimiz varsa ve bürün ehl-i iman’a Cenab-ı Hak’tan rahmetiyle muamele etmesini, Firdevs’ le mükafatlandırmasını ve geride kalan bütün aile efradına baş sağlığı ve sabırlar dilerim.