Safvet Senih / samanyoluhaber.com
Kur’an-ı Hakîm’de şöyle buyruluyor: “Hani inkârcılar seni TUTUKLAMAK, ÖLDÜRMEK ve MEKKE’den SÜRMEK maksadıyla TUZAK KURMUŞLARDI. Onlar tuzak kurarken ALLAH da TUZAK KURUYORDU. (Tuzaklarını ayaklarına dolaştırıp başlarına geçirecekti). ALLAH tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal Suresi, 8/30)
Bu âyetin Mekke’de nâzil olduğunu anlatan rivayetlere göre, Efendimizin (S.A.S.) amcası Ebu Talib, kendisine “Kavmin senin hakkında neler tasarlıyor?” diye sordu. Peygamberimiz (S.A.S.) “Benim elimi kolumu bağlayıp zindana atmak, veya öldürmek yahut Mekke dışına sürmek istiyorlar” dedi. Bunun üzerine Ebu Talib, “Bunları sana kim haber verdi?” dedi. Efendimiz (S.A.S.) “Rabbim;” dedi. Ebu Talib, “Ne güzel Rab, senin Rabbin. O’ndan iyilik dile” dedi. Efendimiz (S.A.S.) de “Ben O’ndan iyilik dilerim, hatta O bana iyilik diliyor.” buyurdu… Bunun üzerine Cenab-ı Hak, Efendimize (S.A.S.) Mekke’den hicret etme izni verdi.
Enfal Suresinin 36. ve 37. âyetlerde şöyle buyuruluyor: “İnkârcılar, insanları ALLAH YOLUNDAN uzaklaştırmak için mallarını harcıyorlar. Daha da harcayacaklar! Ama gayelerine ulaşamayacaklarından bu onlara yürek acısı olacak, sonra da mağlup edilecekler. İnkârlarında ısrar edenler toplanıp cehenneme sevk edilecekler, oraya sürüklenecekler. Sürüklenecekler ki, Allah murdarı temizden ayırsın ve murdarları birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya yığsın ve topunu birden cehenneme doldursun. İşte her şeylerini kaybedenler bunlardır.” (Enfâl Suresi, 8/36-37)
“Cenab-ı Hak, insanları Allah’ın yoluna girmekten alıkoymak için mal varlıklarını ortaya koyanlara, bu mallarının yürek acısına dönüşeceği ikazında bulunuyor. Onlar sonunda bu mallarını büsbütün kaybetmek için harcıyorlar. Âhirette ise cehennemde bir araya geleceklerdir. Böylece büyük yürek acısı gerçekleşmiş olacaktır. (…)
İnkârcılar tarafından harcanan bu mallar bâtılı güçlendirip, düşmanlığa yöneltir. Hak da savaşarak ona karşı koyar. Bâtılın hareket gücü ortadan kaldırmak için harekete geçer. Bu acı sürtünmenin neticesi karakterler ortaya çıkar, hak ve bâtıl birbirinden iyice ayrılır. Aynı şekilde hak ve bâtıl taraftarları birbirlerinden ayrılırlar. Başlangıçta tecrübe ve imtihandan önce hak sancağı altında toplanan saflarda bile bu ayrılık kendini gösterir. Böylece Allah’ın yardımını hak eden sabırlı, dirençli ve fedakâr kimseler ortaya çıkar. Artık bunlar emâneti yüklenmeye, onu korumaya ehil kimselerdir. İmtihan ve sıkıntının dayanılmaz baskısıyla emanetten sapmayacaklardır. Bu noktada yüce Allah murdarları üst üste koyup cehenneme atar. Bu da hüsrana uğramanın doruk noktasıdır.
“Kur’an’ın ifade tarzı murdarı öylesine somutlaştırıyor ki, insan murdarı hacimli cisim sanıyor. Bir pislik yığını (tezek) gibi belirliyor ve ateşe atılıveriyor, değer verilmeden, önemsenmeden.” (Fî Zılâl Tefsiri)
30. ayet için şöyle bir nakil de vardır:
Mekke müşrikleri, Medine’den bir grup insanın, İslama girip Hz. Muhammed Aleyhisselam'a biat ettiklerini işitince hemen telaşa kapıldılar. Darü’n-Nedve denilen Mekke Şehir Meclisini toplayıp orada durumu müzakere ettiler. Yaşlı bir adam suretinde bir İblis de “Ben Necidliyim, toplantınızı işittim, ben de aranıza katılmak istedim. Her halde benim de söylenecek bir iki faydalı sözüm olabilir” diyerek aralarına girdi. Sonra müzakereye başladılar. Ebu’l-Buhturî “Benim görüşüm” dedi. “Onu, bağlar, bir odaya hapsedersiniz ve bütün giriş çıkışları kaparsınız, sadece bir delik bırakır, ona oradan yiyecek ve içecek uzatırsınız. Ta ölünceye kadar böyle devam edersiniz.” O ihtiyar “Ne fena fikir.” Onun kavminden size silah çekip gelenler olur, onu elinizden kurtarırlar.” dedi. Hişam b. Amir de “Benim görüşüm, onu bir deveye bindirip aranızdan uzaklaştırmak, Mekke dışına çıkarmaktır. Artık orada ne yaparsa yapsın, size bir zararı dokunmaz.” dedi. Yine o ihtiyar, o Necidliyim diyen adam, “Ne fenâ fikir! Gider başka kavimleri baştan çıkarır, sonra da onları toplayıp gelir, sizinle harb eder.” dedi. Nihayet Ebu Cehil “Ben o fikirdeyim ki, her aileden birer delikanlı alırsınız ve onlara birer kılıç verirsiniz, hepsi bir anda vurur, onu öldürürler, kanı bütün kabilelere dağılmış olur. Haşimoğulları da bütün Kureyş ile savaş yapamaz ya! Şayet diyet isterlerse onu da öderiz.” dedi. Bunun üzerine o ihtiyar, “Bu yiğidin teklifi doğru” dedi. Buna karar verip dağıldılar. Derhal Cebrail gelip, durumu haber verdi. Hz. Peygamber Efendimiz de (S.A.S.) Hz. Ali’yi yatağına yatırdı ve Hz. Ebu Bekir ile beraber gidip mağaraya sığındı. Düşmanlar hazırlıklarını tamamlamış, etrafı kuşatmıştı ve her yanı gözetliyorlardı. Sabah olunca yatağa doğru hücum ettiler, fakat karşılarında Ali’yi gördüler. Hiç beklemedikleri bir şeydi, hayret içinde donup kaldılar. Hicret böyle başladı. Düşmanlar, bilhassa Bedir’den sonra daha hınçlı davranmaya başladılar.
İçinde yaşadığımız sürece gelince, derinler M. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Papa ile görüşeceğini öğrenince ölüm fermanını çıkarmışlardı. Ama ne olduysa silahı İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal’a çevrilmişti. Bu işi üzerine alan daha Ak Partiyi kurmadan önce destek almak için Erdoğan, Hocaefendi'nin ziyaretine gelmişti. Fakat daha görüştüğü binadan ayrılmadan yanındakilere “İlk işimiz bunları bitirmek olacaktır.” demişti. Ama bunu orada bulunan birisi ancak 17-25 Aralık'tan sonra gelip Hocaefendi'ye söylemiştir.
Elbette onda da vardır bir hikmet… Bunun ne olduğunu da herhalde gelecek yıllarda öğreneceğiz. Yolumuz Sırat-ı Müstakim olduktan sonra, gerisi mühim değil. Onun için kendimiz ve yolumuzu bir kontrolden geçirmemiz gerekir…