Ahmet Nesin / Artı Gerçek
Sen bana 2017'de cevap vermiştin Ali Türkşen, bugünkü korkun ve celallenmen niye?
Tarih 4 Kasım 2017, Artı Gerçek’te “Darbe sonrası donanma davası karmakarışık” diye bir yazı yazdım. Yazı İYİ Parti’nin kuruluşuyla ilgiliydi, Ataol Behramoğlu bir yazısında Meral Akşener’i “Bir yıldız, bir güneş gibi” diye övünce 90’ların faili meçhulleri aklıma gelmiş, kuruculardan da Ali Şentürk’ün 15 Temmuz darbe girişimine karşı yapılan darbede yaptıklarını yazmıştım.
O günkü yazımda bir işkence iddiası daha yazmıştım, yani yapılan işkenceleri mahkemede söyleyen sadece binbaşı Tahsin İşlekel değil. Metin Bircan da ifadesinde kendisine değil ama diğer arkadaşlara işkence yapıldığını söylüyor. Bu yazıma Ali Türkşen, 5 Kasım 2017 tarihinde, yine Odatv'de cevap veriyor.
Türkşen “15 Temmuz günü kalkışma başladıktan birkaç saat sonra SAT personelinin önemli bir bölümüne ulaşılamıyor, çalınan silah ve mühimmatlarla ne yapılacağı bilinmiyordu. O saat itibariyle nerede olduğu henüz bilinmeyen aynı hainler birkaç saat içinde geri dönebilir ve olmadık olaylara sebebiyet verebilirlerdi.
Ne acıdır ki yanındakinin kim olduğundan emin olamayacak Türk askeri için tek güvenebileceği, birliğini, silahını, namusunu korumak için destek alacağı insanlar da kumpas davalarla rüştünü ispat etmiş bizlerdik. Kimin kim olduğu belli olmayan bir ortamda bir davet beklemeye gerek yoktu. Yıllarımı verdiğim SAT Komutanlığına gidecek ve silah arkadaşlarımın yanında olacak, ne gerekiyorsa yapacaktım. Olağanüstü zamanlar, olağanüstü kararlar gerektiriyordu ve bu durum olağanüstü olmayı da geçmişti.
Aynı benim gibi, o gece askerî birliklerin kapısına dayanan binlerce vatandaşın arasında yer alan, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy gibi davalarla yıllarca hapis yatırılan emekli asker mağdurlar bu kez, hayatlarını da hiçe sayarak, gelişine kimseyi ikna edemedikleri bir kalkışmayı durdurma görevini icra edeceklerdi. Evet, hem de emekli olmalarına karşın.
Bazıları buna 'derin devlet' dese de, biz ona, vatan sevgisi ve silah arkadaşlığı diyecektik. Kararımı verdim ve beylik tabancamı yanıma alarak, neyle karşılaşacağımı bilmeden, belki de hayatıma mal olabilecek bir olaya müdahale edebilmek için İstanbul’a doğru yola çıktım.
Sabah saatlerine doğru hâlâ İstanbul’a girmeyi başaramasam da bir arkadaşımın yardımıyla Kadıköy’e vardığımda hava neredeyse aydınlanmak üzereydi. Aslında olan çoktan olmuş, kalkışma soğumaya yüz tutmuştu. Ancak o an bunu bilmek elbette mümkün değildi.” diye yanıtlıyor ve yanıtını “Benim bağlı olduğum bir cemaat, tarikat yok. Ancak aldığım eğitim ve terbiye, olağanüstü durumlarda olağanüstü davranabilmeyi gerektiriyor. Sizin dünyanızda bunun adı ne bilemem ama benim dünyamda bunun adı vatan sevgisidir.” diye bitiriyor.
Okuduğunuz gibi Ali Türkşen 2017 yılında da bana verdiği yanıtında “İşkence yapmadım” demiyor, hatta bütün yaptıklarının vatan sevgisi olduğunu yazıyor. Aradan 2 yıl geçtikten sonra yine aynı minvalde yazı yazmamın nedeni, geçen gün Odatv’de çıkan bir yazı ve listeyi Ali Türkşen’in de incelemeden yayımlaması neden oldu. Yazı
15 Temmuz gecesi sonrası yurt dışına kaçan komutanların ve kimi yayın organlarının Fethullah Gülen’le irtibatlı olduğu üzerineydi ve bu listede benim de aralarında kurucu olarak olduğum ARTI GERÇEK internet sitesinin olmasıydı.
Ben yanıtımı yazmaya başladığımda henüz listedeki yanlış isimlerden dolayı Ali Türkşen özür dilemeye başlamamıştı, o özür dilemeye başladıkça benim yanıtım da değişmeye başladı doğal olarak.
Benim yanıtım üzerine Ali Türkşen bir yazı daha yazdı ve ben Fethullah Gülen sevici olmuşum, onun deyimiyle “F...cü sevici”ymişim.
Yazıya giriş yaparken de “Aziz Nesin-Ali Nesin Mektuplaşmaları” kitabından babamın benimle ilgili Ali’ye bir mektubunda “Ne olacak bu Ahmet’in hali” diye yazdığı bir satırı Ekşi Sözlük’ten alarak yazmış. Çok kısaca yanıtlayayım, o kitabı 4 cilt olarak ben Düşün Yayınevi’nde, yani kendi yayınevimde yayınladım. İkinci olarak babamın ricasıyla aileyi ilgilendirecek bütün konuları çıkartıp çıkartmama kararı da sadece bana aitti, çünkü babam en objektif benim olacağımı düşünmüştü. Ali ve babam yazıcı olduklarından benim kadar objektif davranamazdı. O yüzden o bölümü de hiç dert etmeden kitaba koyan benim. Çok merak ediyorsan nedenini de söyleyeyim, o dönem okulu bırakıp silahlı bir örgüte sempati duymamdır, daha sonra da bu sempatim üyeliğe dönüşmüştür, bunu da yıllarca söyledim. O günkü inancıma göre de kendimce haklıydım. İşkenceyi de senin ağabeyin komutanlardan yeni modeller olarak öğreniyorduk Ali Türkşen.
Neyse, konum da bu değil zaten. Bana 2 kez yanıt verirken sanırım hem Fethullah Gülen, hem Ergenekon, hem Balyoz davalarıyla ilgili yıllarca yazdıklarımı okumamışsın. Ben bir ateistim ve ömrüm boyunca dini bir örgütü yada tarikatı destekleme olasılığım hiç olmadı, olma şansı da yoktur. Hatta kimi liberal arkadaşlar gibi ne Turgut Özal, ne de Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk yıllarını demokrat diye savunmadım.
Ben hep bişeye inandım Ali Türkşen, bir aydın hükümetin ve devletin yaptıklarıyla değil, yapmadıklarıyla ilgilenir ve sorgular. Bugün üyesi olduğum ve savunduğum HDP iktidara gelse ve çok da başarılı olsa, benim görevim aydın olarak önce partiden istifa etmek, sonra da yapmadığını yada yapamadığını bulup, onu eleştirmektir. O yüzden ben bütün yaşamım boyunca devletle aramı bozuk tutacağım ve öyle de olmak zorundayım. Sen işkence yapmayı vatanseverlik olarak algılayabilirsin ama ben vatanseverliğin hep devleti sorgulamak olduğuna inananlardanım. Gazeteciliğimde de, yayıncılığımda da devletle aram bozulmasın diye tek satır yazı yazmadım, yazmayacağım da.
Ama yaşamımda bugüne değin başarılan yada başarılamayan bütün darbe ve darbe girişimlerine karşı çıktım, Demokrasi zannedilen 27 Mayıs’a da karşı çıktım, 28 Şubat’a da, aynı mantıkla 15 Temmuz’a da, cevap olarak Erdoğan’ın yaptığına da, yani haberi varken kendi darbesini yapabilmek adına beklemesine de…
Bişeye daha karşı çıktım, kim olursa olsun işkenceye karşı çıktım, bunun insanlık dışı olduğuna inandım hep. Yarın, öbürgün Erdoğan suçlu diye gözaltına alınırsa kılına dokunulduğunda en ağır yazıları yine yazarım.
Sana çok daha net yazayım istersen, ben Ergenekon’un kasası diye hapsedilip kanser edilen ve yaşamını yitiren Kuddusi Okkır’ın da, işkence edilen Akın Öztürk’ün de, cezaevinde ölümü bekleyen hasta PKK’lilerin de, Fethullahçı mantığıyla 800 tane (Bir kısmı anne sütü içen) masum çocuğun da, intihar noktasına getirilen komutanların ve dekanların da, hapsedilmemek için kaçarken Meriç Nehri’nde boğulan anaların, çocukların, hepsinin yanındayım. Bundan dolayı bana Ergenekoncu da diyebilirler, Gülenci de, PKK'li de, hiç de umurum değil, ben insanım, devrimciyim, insan haklarının yanındayım.
Son olarak, seni takip etmeme karşın niye yazıp da sormadığımı yazmışsın ya, anlamadığın bu zaten, ben gazeteciyim, sorgu hâkimi değil, bildiğimi herkes bilsin diye görev yapıyorum. “Dur bak ben sana, mal bulmuş mağribi gibi sarıldığın o ithamın sahibinin ne yaptığını anlatayım Ahmet.” diye yazmışsın binbaşı için. Ben onun ne yapıp yapmadığını iddianameden ve ifadelerinden öğrenebilirim, sorum o değil ki, ben sana işkence yaptın mı diye soruyorum, binbaşının mahkemedeki ifadesi doğru mu diyorum.
Bir de esasında askeriyenin hangi iç hizmet yasasına göre emekliyken elini kolunu sallayarak oraya hem de silahlı girebiliyorsun ve görev yapıyorsun.
Yoksa hâlâ devletin derinlerinde görevli misin?