PROF. DR. OSMAN ŞAHİN
Önceki yazıda hadiselerdeki kader-i İlahî cihetine bakılmasının zaruri olduğu ve yaşanan olaylara bu açıdan bakmanın sağlayacağı büyük kazanımların olduğu ifade edilmiş ve bunlardan bazıları üzerinde durulmuştu. Bu yazıda da bu hikmetler ve kazanımlara devam edeceğiz.
Üstad Hazretleri 13. Şua’da, şakirdlerin hapse girmelerinin önemli bir sebebinin hapishanelerdeki hem çalışanların hem de tutukluların iman hakikatlerine ve İslâm’ın doğru temsilini görmelerine olan ihtiyaçları olduğuna vurgu yapmaktadırlar: “Kader-i İlahî adaleti bizleri Denizli Medrese-i Yusufiyesine sevk etmesinin bir hikmeti, her yerden ziyade Risale-i Nur’a ve şakirdlerine hem mahpusları hem ahalisi, belki hem memurları ve adliyesi muhtaç olmalarıdır. Buna binaen, biz bir vazife-i imaniye ve uhreviye ile bu sıkıntılı imtihana girdik… Ve şakirdler ef’alleriyle bu dersi verdikleri gibi kalplerindeki kuvvetli tahkikî imanlarıyla dahi buradaki ehl-i imanı ehl-i dalaletin evham ve şübehatından kurtarmalarına medar çelikten bir kale hükmüne geçeceğini rahmet ve inayet-i İlahiyeden ümit ediyoruz.
Buradaki ehl-i dünyanın bizi konuşmaktan ve temastan menleri zarar vermiyor. Lisan-ı hal, lisan-ı kalden daha kuvvetli ve tesirli konuşuyor. Madem hapse girmek terbiye içindir…”
Önceki yazıda ve bu yazıda bazılarını zikrettiğimiz hikmetlere binaen ve bir ilahi kader planı dahilinde hapishanelere giren Risale-i Nur talebelerini içeride bekleyen ciddi imtihanlar söz konusudur ki bu imtihanlar sadece hapse girenlere mahsus olmayıp Hak davası uğrunda her türlü sıkıntı ve zorluklara maruz kalan Hizmet insanlarının tamamı için geçerlidirler.
Hizmet-i imaniye ve Kur’aniye düşmanları Hizmet insanlarını mağdur ederek, onların düzenlerini bozarak, sahip oldukları her türlü imkândan mahrum ederek ve çok sıkıntılı hallerde ve problemli ortamlarda bulunmalarını sağlayarak onları gittikleri yoldan döndürmeye, birbirlerine düşürmeye, birlik ve beraberliklerini bozmaya ve manevi güç ve kuvvetlerini dağıtmaya çalışırlar. Buna muvaffak olmak için de günümüzde çok ileri gitmiş olan benlik ve enaniyetlerden istifade ederler. Aynı Risale’de bu durum şöyle ifade edilmektedir: “Gaflet ve dünya-perestlikten çıkan dehşetli bir enaniyet, bu zamanda hükmediyor. Onun için ehl-i hakikat –hattâ meşru bir tarzda dahi olsa– enaniyetten, hodfüruşluktan vazgeçmeleri lâzım olduğundan, Risale-i Nur’un hakiki şakirdleri, buz parçası olan enaniyetlerini şahs-ı manevîde ve havz-ı müşterekte erittiklerinden, inşâallah bu fırtınada sarsılmayacaklar.
Evet, münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir planı; böyle her biri birer zabit, birer hâkim hükmündeki eşhası müşterek bir meselede böyle kaçınmak ve birbirini tenkit etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur.
Risale-i Nur şakirdleri, hıllet ve uhuvvet ve fena fi’l-ihvan mesleğinde gittiklerinden, inşâallah bu tecrübeli ve münafıkane planı da akîm bırakacaklar.”
Hizmet insanları bu dehşetli planları aralarındaki hakiki dostluk ve kardeşlik bağları sayesinde enaniyetlerinden vazgeçerek ve kardeşleri için her türlü fedakarlığı göze alarak aşabileceklerdir. Haksız da olsalar, kardeşlerinden kaynaklanan problemler karşısında alicenap davranacaklar, onlara her türlü sahip çıkarak ve destek olarak birlik ve beraberlerini muhafaza edeceklerdir:
“Biz hem burada hem Eskişehir’de tecrübe ile kat’î anladık ki: Biz, vahdet-i mesele cihetiyle tam bir tesanüde şiddetle muhtacız. Sıkıntıdan gelen gücenmekler ve titizlikler ve itirazlar, bizim perişaniyetimizi ikileştirir… Sakın sakın birbirinizin kusuruna bakmayın; hiddet yerinde hürmet ediniz, itiraz yerinde yardım ediniz… Madem biz kadere teslim olup bu sıkıntıları “İşlerin en hayırlısı zorlu olanıdır” sırrıyla ziyade sevap kazanmak cihetiyle manevî bir nimet biliyoruz madem geçici, dünyevî musibetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor ve madem hakkalyakîn derecesinde yakînî bir kat’î kanaatimiz var ki: Biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki güneşten daha parlak ve cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir. Elbette biz bu sıkıntılı haller ile müftehirane, müteşekkirane bir mücahede-i maneviye yapıyoruz diye şekva etmemek lâzımdır.
Aziz kardeşlerim! Evvel âhir tavsiyemiz: Tesanüdünüzü muhafaza; enaniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır.”
Üstad Hazretleri ısrarla en büyük kuvvet ve dayanak noktasının aralarındaki birlik ve dayanışma olduğunu hatırlatmakta ve olaylardaki kader boyutlarını görmekle bu büyük problemlerin üstesinden gelinebileceğini söylemektedirler: “Gerçi yeriniz çok dardır fakat kalbinizin genişliği o sıkıntıya aldırmaz, hem yerlerimize nisbeten daha serbesttir. Biliniz: En esaslı kuvvetimiz ve nokta-i istinadımız, tesanüddür. Sakın sakın bu sıkıntıların verdiği asabîlik cihetiyle birbirinizin kusuruna bakmayınız. Kısmet ve kadere itiraz hükmünde olan şekvalar ve “Böyle olmasaydı şöyle olmazdı.” diye birbirinizden gücenmeyiniz. Ben anladım ki bunların hücumundan kurtulmak çaremiz yoktu, ne yapsaydık onlar bu hücumu yapacak idiler. Biz sabır ve şükür ve kazaya rıza ve kadere teslim ile mukabele ederek tâ inayet-i İlahiye imdadımıza gelinceye kadar, az zamanda ve az amelde pek çok sevap ve hayrat kazanmaya çalışmalıyız.”
Hadiseler olup bittikten sonra onlardaki kaderin takdiri anlaşılabilmektedir. Olayların meydana gelmesinde zahiri sebepler bazılarının hataları ve kusurlarıdırlar. Fakat, özellikle iman ve Kur’an mücadelesi bağlamında meydana gelen olaylarda zahiri nedenlerin arkasında çok başka hakiki sebeplerin varlıkları söz konusudur.
İman ve Kur’an davasını bitirmek isteyen gruplar veya oluşumlar menfi emellerini realize etmeye karar vermişlerdir ve bunları gerçekleştirebilmek için ise sadece bahanelere, mazeretlere ihtiyaçları vardır. İlahi takdir de bir takım hikmet ve maslahatlara binaen bu işe evet dediğinde, şahısların hata ve kusurları gerekçe gösterilerek zulümler ve mağduriyetler başlatılmaktadır.
Zaten, aklı başında olan herkes çok iyi bilir, görür ve anlar ki bahane edilen kusurlar ve hatalara verilen cezalar çok ağır, orantısız ve adaletten çok uzaktırlar. Aynı eserde, Hazret-i Bedüzzaman yaptığı tahşidatın şiddetini iyice arttırmaktadırlar. Hadiselere sebebiyet verenlere kızmak veya küsmek suretiyle çekinmek veya sürekli birbirlerini tenkit etmek suretiyle hem Hizmet-i İmaniyeye hem de şahısların manevi ve uhrevi hayatlarına çok büyük zararlar verilecektir. Yapılan zulümler, başa gelen bela ve felaketler değil asıl bunlar karşısında sergilenen kardeşlik, birlik ve beraberliği tahrip edecek bu davranışlar en büyük tehlikelerdir. Düşman bunlar üzerinden giderek amaçlarına ulaşabilecektir.
Bakın zamanın sahibi durumu ne kadar güzel resmedip, yapılması gerekenleri ne kadar net ortaya koymaktadırlar. Günümüzde Hizmet insanlarının bu gelen kısım üzerinde düşünmeye ve müzakere yapmaya ne kadar da çok ihtiyaçları bulunmaktadır: “Bu musibetimizden kaçmak ve kurtulmak iki cihetle kabil değildi:
Birincisi: Kader-i İlahî kısmetimizin bir kısmını buradan bize yedirmek için her halde gelecek idik. En hayırlısı bu tarzdır.
İkincisi: Aleyhimize çevrilen dolaptan kurtulmak imkânı bulmadık. Ben hissetmiştim fakat çare yoktu. Bîçare merhum Şeyh Abdülhakîm, Şeyh Abdülbâki kurtulamadılar. Demek, bu musibette biz birbirimizden şekva etmek hem haksız hem manasız hem zararlı hem Risale-i Nur’dan bir nevi küsmektir.
Sakın sakın, has rükünlerin gösterdikleri faaliyeti bu musibete bir sebep görüp onlardan gücenmek ise Risale-i Nur’dan çekilmek ve hakaik-i imaniyeyi öğrenmekten pişman olmaktır. Bu ise maddî musibetten daha büyük bir manevî musibettir.
Ben kasem ile temin ederim ki: Sizin her birinizden yirmi otuz derece ziyade bu musibette hissedar olduğum halde, niyet-i hâlise ile faaliyet göstermelerinde ihtiyatsızlığı yüzünden gelen bu musibet, on defa daha fazla olsa da yine onlardan gücenmem. Hem geçmiş şeylere itiraz etmek manasızdır. Çünkü tamiri kabil değil.
Kardeşlerim! Merak musibeti ikileştirir, maddî musibeti kalpte de yerleştirmek için bir kök olur hem kadere karşı bir nevi itiraz ve tenkidi ve rahmete karşı bir nevi ittihamı işmam eder. Madem her şeyde bir güzellik ciheti var ve rahmetin bir cilvesi var ve kader adalet ve hikmetle iş görür; elbette biz bu zamanda umum âlem-i İslâm’ı alâkadar edecek bir kudsî vazife yüzünden hafif bir zahmete ehemmiyet vermemekle mükellefiz.”
M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bu süreçte yaptıkları bütün sohbetlerinde ve yazılarında, Hazret-i Üstad tarafından çerçevesi çizilip ortaya konan bu ölçülere birebir uygun söylemlerde bulunduğunu görüyoruz. Zaten, Kur’an’i ve Nebevide çizgide hareket edenlerin başka türlü konuşmaları ve davranmaları da mümkün değildir. İnşaallah sonraki yazıda devam edelim.