Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in Ahval’den Eşref Aydoğmuş’a verdiği röportajın ikinci bölümü yayınlandı.
İşte, Perinçek ile söyleşinin ikinci bölümü…
Rus devleti Türk Silahlı Kuvvetleri(TSK) içindeki hareketliliği nasıl saptıyor? Yabancı bir devlet ordunun içinden istihbarat alabiliyorsa, bu çok ciddi bir zaaf anlamına gelmiyor mu aynı zamanda?
Onu ben bilemem. Bana şunu söyledi; Rus devleti Türk ordusu içinde bir hareketlilik saptıyor, o kadar. Ordunun içinden istihbarat mı alıyordur, başka araçları mı vardır, bilemiyorum ben.
Tabii onlar F…’ye çok karşılar, ABD’nin karşısında mevzileniyorlar, o bakımdan dikkatle Türkiye’deki gelişmeleri izliyorlar. Ama bu istihbaratı nasıl aldılar, nasıl değerlendirdiler, onu bilmem mümkün değil.
Bu hareketliliği nasıl saptadıklarını sormadınız mı Dugin’e?
Yok sormadım, sormam. O, bizim ilişkilerimizin çerçevesine ve düzeyine yakışmayacağı için öyle bir soru aklıma bile gelmedi.
‘Hükümetin bu gelişmelerden öncesinden haberi vardı’ diyorsunuz Öyleyse ne beklendi? 250 kişinin ölümü engellenebilir miydi?
Siz kendinizi hükümet yerine koyun, bilgiyi aldınız ne yapacaksınız? Şunu gördüm; Hükümetin, TSK’nin içinde bağlantılarının koptuğunu gördüm. Yani bize hep şunu sordular; ‘bunlar doğru mu? Hakikaten TSK bu darbenin içinde yok mu? Sizin dediğiniz gibi bu bir grubun hareketi mi?’ diye soruları sordular.
Buradan da anladık ki; kendileri TSK içinden doğru dürüst haber falan alamıyorlar. Onların bu durumunu iyi görmek lazım.
“Bunlar doğru mu? Hakikaten TSK bu darbenin içinde yok mu? Sizin dediğiniz gibi bu bir grubun hareketi mi?” sorularını kim sordu size hükümetten? Neden size soruyorlar?
O gece biz hükümete sıkı durması, direnmesi için hem Cumhurbaşkanlığı çevresine hem Başbakan’a ulaşmaya çalıştık. Telefonları kapalıydı ama çevrelerindeki üst düzey şahsiyetlerle ilişkiler kurduk, onların da Cumhurbaşkanı’yla, hükümetle ilişkileri olduğunu o sırada öğrendik.
Ama onların şahıslarının adlarını söylemem doğru olmaz. Onlara şunu söyledik:
‘‘Kesin olarak söylüyoruz. Bu TSK’nın bir girişimi değildir, Amerikancıdır, F… mensupları, Türk ordusu içindeki gladyonun girişimidir, başarı şansları yoktur. Milletçe ve devletçe bunun karşısında sımsıkı durursak kesinlikle bozguna uğratılacaktır bu girişim.’’
Hükümetin ordu içinden haber alamadığını, orduyla güçlü bir bağının olmadığının nasıl farkına vardınız o gün?
Ertesi gün bize çeşitli sorular yönelttiler, o sorular aslında hükümetle ordu hiyerarşisi arasında kolaylıkla saptanabilecek konulardı. O hiyerarşinin, o iletişimin dahi koptuğunu anladık biz sorulan sorularda.
Kim yöneltti o soruları?
Onları söylemem doğru olmaz. Benden hiç beklemeyin böyle bir şey.
Hükümet yetkililerini kastediyorsunuz?
Yani AKP çevreleri diyeyim. Tabi ki AKP çevreleri; hükümet çevreleri, evet.
Yani AKP iktidarının bu durumunun yarattığı olumsuzluklar ve çıkmazlarını değerlendirmek lazım. O açıdan darbe benzeri istihbaratlar aldıkları zaman da neler yapabilecekleri konusuna verilecek cevap çok şey değil, onların bu konularda kabiliyetlerinin pek olmadığını tespit eden bir cevap olur.
Alexander Dugin’in 14 Temmuz’da bu gelişmeleri bildirmesi ve 1 gün sonraki kalkışmaya TSK Komuta kademesinin düğünde yakalanması garip değil mi? Herhangi bir teyakkuz halinin olmaması? Siz tüm bunları ‘kabiliyet eksikliği’ne mi bağlıyorsunuz?
Valla biz Vatan Partisi olarak iktidarda olsaydık, hemen darbe yapma olasılığı olan unsurları derhal kontrol altına alır, gözaltına alır, silahsızlandırır bunu önlerdik.
AKP iktidarının buna ne kadar muktedir olduğu daha çok onlar tarafından bilinebilecek bir konu. Ama şunu merak ediyorsak; bunu mahsus bıraktılar, yapılmasına göz yumdular ve böylece bastırma olanağını elde ettiler diye bir analiz varsa bu hiç gerçekçi bir şey değil.
Yani bu öyle tehlikeli bir şey ki göze alabilecekleri bir şey değil, çünkü güçlü değiller. TSK içinde önemli bir güçleri olmadığı için, bırakalım da darbeciler bunu yapsınlar ondan sonra bastırırız şeklindeki senaryo hiç gerçeğe, hayata uymuyor.
Esas ben kabiliyete bağlıyorum. AKP iktidarının darbeyi önleme kabiliyeti yoktu. Zaten kendileri de, bazı AKP yetkilileri televizyonda şunu söyledi ertesi gün; Vatan Partisi olmasaydı bu darbe önlenemezdi.
Yapılan bu kadar ‘temizlik’ ve ‘tasfiye’nin ardından TSK’da yeni bir darbe ya da benzeri bir kalkışma ihtimalinin sıfıra indiğini söyleyebilir miyiz?
Önümüzdeki derinleşen ekonomik kriz sürecinde ordunun kucağına darbeyi bırakmak isteyenler olabilir. Yani çok derin bir ekonomik krizin derinleşeceği bir sürece giriyoruz.
2018’den bahsediyorsunuz?
Evet 2018’de. Görüyoruz yani. İthalatta daralmalar olacak. İthalata bağlı sanayide sorunlar olacak. Bazı işyerleri kapanacak, işçiler atılacak.
‘Tüm bunlar ülkeyi yeni bir darbeye götürebilir’ mi diyorsunuz?
Darbeye götürür demiyorum, eğer biz bu sorunlara bir çözüm bulamazsak ve bir takım sokakta da kontrol edilemeyen gelişmeler ortaya çıkarsa, ki Amerika bunu planlıyor ve yapmak için harekete geçmiş durumda.
Zaten söylüyorlar. 2018’i Türkiye’ye cehennem yapacağız diye Amerikalı yetkililer söylüyorlar. O koşullarda, istemese de ‘Türkiye’de asayiş yok’ falan diye ordunun kucağına böyle bir işi bırakmak isteyenler çıkacaktır.
Ben TSK’nın oralarda da son derece akıllı davranıp o tür planlara kesinlikle teslim olmayacağı kanısındayım. Türkiye çözüm yıllarına giriyor.
Bakın siz ilk başta ‘Siz şu kadar oy alıyorsunuz, nasıl olur’ falan gibi bir söyleminiz oldu. Bu dönemler, büyük köklü çözümleri gündeme getiren dönemlerdir.
Hz Muhammed’in Mekke’de kaç oyu vardı?
Mustafa Kemal Atatürk’ün 15 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru’na binerken kaç oyu vardı?
Şimdi önümüzdeki süreç Vatan Partisi’ni iktidara getirecek olan bir süreçtir. Türkiye’de önümüzdeki dönem bir darbe tehdidi yok ama Vatan Partisi’nin temsil ettiği bir kurtuluş ve çözüm var. Niye hep krizlerden olumsuz seçenekler çıkartıyoruz?
Ben diyorum ki bu krizden Türkiye çözüm çıkartacak. “Kör çıkmazlarda köklü çözümler üretilir” diye çok güzel bir söz var. Şimdi Türkiye bir kör çıkmaza giriyor, oradan köklü çözümle çıkacak. Tıpkı Mustafa Kemal gibi. O çözüm de Vatan Partisi’dir.
Geçtiğimiz günlerde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Güler’in Koruma Subayı Yüzbaşı Burak Akın “F…’cüyüm” diyerek teslim oldu. 15 Temmuz’un kahramanlarından biri olarak biliniyordu, ayağından vurulmuştu darbecilere direnirken. Siz nasıl değerlendirdiniz bu olayı?
F… kaybetti. Ezildi esas olarak. Onun için kaybeden bir gücün içinden bu tür itiraflar önümüzdeki dönemde bekleniyor, beklenmelidir, bunlar olacaktır, çok normal.
Fakat tabi burada TSK’nın zaafları ortaya çıkıyor. Komutanların en yakınlarına kadar bu tür unsurların yaklaşabilmesi çok tehlikeli.
Şu ana kadar tespit edilememiş mi Burak Akın? Sizin arkadaşlarınız, partinizdeki komutanlar ne diyor bu konuda? Gözden mi kaçmış?
O ayrıntıyı bilmiyorum. Bir bilgim yok ama sizin bu soru işaretlerini koymanız son derece zekice, akıllı ve bu olayları izleyen birikimli insanların yapması gereken bir tespit.
Bu tür olaylarda soruşturmaları yürütenler veya bu operasyonları yürütenlerin, sizin bu ortaya koyduğunuz soruyu sorması ve incelemesi doğru olur.
Sizin yorumunuz nedir?
Ben şimdi yorum yapamıyorum. Ama sizin sorunuzun ciddi bir soru olduğu kanısındayım. Bilgim yok, bilgim olsaydı söylerdim. Maalesef bir bilgim yok bu konuda.
Yine 2015’te bana verdiğiniz röportajdan bir bölümle devam etmek istiyorum. Orada “Cemaatler tasfiye edilir fakat öncelik Gülen Cemaati’nin” demiştiniz. Diğer cemaatler tarikatlar için de bir tasfiye/mücadele süreci söz konusu mu?
Burada suç düzlemiyle sosyoekonomik ve kültürel düzlemi ayırmak lazım. Yani suç düzleminde, suç işleyen herkesin yakasına yargı yapışır. Bu cemaat üyesi, tarikat üyesi, Vatan Partisi üyesi, AKP üyesi, CHP üyesi farketmez.
Ama bir de sosyokültürel, sosyoekonomik düzlemde meseleye bakmak lazım. Atatürk diyor ki, “Türkiye; şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olamaz.”
Türkiye şeyhlerden, dervişlerden, tarikatlardan, cemaatlerden temizlenecek. Zaten tekke ve zaviyeleri ortadan kaldıran 1925 Aralık ayında çıkartılan hükümet kararnamesi, arkasından kanun da buna yönelikti.
Tekke ve zaviyelere bütün mallarıyla mülkleriyle vs el konuldu ve tasfiye edildi. O nedenle suç işlemeseler bile Türkiye’de tarikat, cemaat vs bunun zabıta yoluyla polis yoluyla değil, kültürel yoldan ekonomik yoldan tasfiyesi şarttır, gereklidir.
Tarikat ve cemaatlerin ‘mallarına, mülklerine’ el konulması ve bu şekilde tasfiyesi olabilir yarın bir gün öyle mi?
Yani bu kanunlarla olur, eğitimle olur, ekonomiyle olur ve olmalıdır, şarttır. Biz hiçbir vatandaşımıza müritliği yakıştıramayız.
Aydınlık’ın sürmanşetinde birkaç gündür Abdullah Gül var. “Abdullah Gül’ün 8 sabıkası” başlıklı haberde sayılan 8 madde aslında önceden Erdoğan’a yönelttiğiniz suçlamalardı. “BOP Eşbaşkanlığı, ABD’yle gizli anlaşma, PKK’yla açılıma destek, Ergenekon kumpasına destek” gibi. Erdoğan’ın yaptıklarıyla Gül’ü vurmak değil mi bu?
Hayır. Yani geçmişe bakarsanız, tabi bunlar beraberlerdi. Geçmişle ilgili bir yargılama, bir tespit yapıyorsak burada sizin bu görüşünüz dikkate alınabilir. Ama bugün Tayyip Erdoğan yönetimi F…’nün ve PKK’nın üzerine yürüyor. Abdullah Gül ise Amerika’nın iktidar planları içerisinde roller üstleniyor.
‘Abdullah Gül hala cemaat bağlantılı’ mı demek istiyorsunuz?
Suç anlamında söylemiyorum ama F…’nün dostu olduğu biri. Siyasi planda Fethullah Cemaati’ne daha yakın. En azından onlarla yakınlığını sürdürüyor.
Tayyip Erdoğan’lar Fethullah Cemaati ile büyük bir savaşa koydular ve kelleyi ortaya koydular, Abdullah Gül o savaşta Fethullah Cemaati’nin müttefikleri cephesinde kaldı.
Ve bir iktidar projesi oluşturuldu. O projede Abdullah Gül, Kemal Kılıçdaroğlu, Fethullah Gülen, HDP…
İYİ Parti de şimdi o projenin içine dahil edildi. Amerika’nın tutumuna bakarak da anlayabiliriz, Amerika Abdullah Gül’ü tutuyor, beğeniyor, seviyor, ama Tayyip Erdoğan’ı sevmiyor.
Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay gibi gazeteciler hapiste. Bu kişiler cemaate yakın gazete ve televizyonlarda boy gösterseler de cemaatle ‘organik bağı olmadığına kanaat getirilen’ isimler. Bunun yanı sıra dindar kimlikli, kürt kimlikli, her kesimden birçok gazeteci de cezaevinde. Türkiye bir gazeteci hapishanesine döndü adeta. Bu konularda hükümetin ve yargının yaklaşımını nasıl karşılıyorsunuz?
Biz hiçbir gazetecinin, gazetecilik faaliyeti yüzünden, haber yaptığı için hapse atılmasına taraftar değiliz. Ama o adını saydığınız kimseler hakikaten gazetecilik faaliyetiyle mi yoksa F… ya da PKK bağlantıları nedeniyle mi hapishaneye atılmış, tutuklanmışlardır?
Bunu saptayacak olan tabi ki Türk yargısıdır. Saydığınız isimler, Ergenekon-Balyoz tutuklamaları sırasında çok açık bir şekilde F…’nün tertiplerinin hizmetindelerdi.
Örneğin; benim 23 bin G3 tüfeğini bir otomobilin bagajında Genelkurmay Başkanlığı ile birlikte Irak’a geçirdiğimi manşetlerden yazdılar.
25 bin G3 tüfeği, 20 adet TIR’a ancak sığıyor. Ve 2 kilometrelik bir konvoy. Bunu kalktılar, bir otomobilin bagajına sığdırabildiler.
Niçin? Çünkü F…’nün tertiplerinin hizmetinde oldukları için.
Bunlar eylem değil mi?
Can Dündar ve MİT tırları davası nedeniyle Akın Atalay da içeride Cumhuriyet’ten. Bütün bunlardan önce MİT tırları haberini ilk yapan gazetenin Aydınlık olduğu hatırlandığında MİT tırları davasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Burada bir devlet sırrının ifşası mı var?
Bakın şimdi orada da, dikkatli incelemenizi sizden rica ederim dava dosyasını. Aydınlık bu haberi yaptığında henüz bir yayın yasağı yoktu. Bu bir, ikincisi diyor savcı; Can Dündar o haberi tamamen hükümeti devirme kapsamında, o kasıtla yaptı.
Ben savcılığın dediği doğrudur değildir demiyorum. Aydınlık’ın niçin soruşturmadan takipsizlikle çıktığını söylüyorum. Yine burada savcı diyor ki; Aydınlık Gazetesi ise bu haberi gazetecilik amacıyla, kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla yapmıştır.