Kronos News'tan Arman Yavuz 27 Kasım'da başlayacak Zarrab Davası'nın iddianamesinde yer aldığı belirtilen çarpıcı ayrıntıları kamuoyuyla paylaştı. İşte o yazı:
‘Peygamberden değil Tanrı’dan dilenmek için Erdoğan’a gittim’
Tarih 12 Nisan 2013. Günlerden Cuma. Serin mi serin bir Ankara akşamı. Kavaklıdere Noktalı Sokak’ta yığılmış onlarca polisi görenler “çok mühim birileri gelecek herhalde” demeden geçemiyor. İşin doğrusu öyle…
Sheraton Ankara Hoteli’nin önündeyiz. İçeride az sonra politika ve iş dünyasının ağır toplarını ağırlayacak bir düğün var. Kapıda, heyecanlı olduğu her halinden belli bir adam misafirleri karşılıyor.
Bir türlü yerine oturmayan şık papyonunu eşi düzeltiyor. İtalyan kesim – siyah yakalı lacivert takımını yine İtalyan bir rugan ayakkabıyla kombine eden bu adam dönemin Maliye Bakanı Zafer Çağlayan’dan başkası değil.
Gözü, sürekli beyaz manşetinin altında pırıl pırıl parlayan saatinde. Ama bu saat daha sonra o çok meşhur olacak “peçete faturalı” Patek Philippe değil.
“Nerede kaldı yahu?” diye hayıflanıyor. Çevre güvenliği almaya gelen korumalardan biri kulaklığından aldığı o bilgiyi iletince rahatlıyor: “Beyefendi ulaşmak üzere!”
Çok geçmeden gecenin en önemli misafiri kaşmir paltosuyla aracından iniyor: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan!
“Beyefendi”yi en az düğün sahibi kadar heyecanla bekleyen biri daha var: Reza Zarrab!
Zarrab, İstanbul’da işini gücünü bırakıp düğüne gidiş sebebini Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’a gayet iddialı bir cümle ile ifade ediyor. İşte, Diyanet İşleri Başkanlığı Fetva Kurulu’nun ‘afaroz’ bile edebileceği o cümle, 4 yıl 6 ay 14 gün sonra, Newyork Güney Bölgesi Savcısı Joon H. Kim tarafından kaleme alınan ek iddianamede şöyle yer alıyor:
“Düşündüm ki, yirmi dört Peygambere dilenmektense yalnızca Tanrı’dan dileneyim! Ben de Başbakan’a gittim…”
ZARRAB ERDOĞAN’I İŞARET EDİYOR
Artık malumunuz. Tüm engelleme girişimlerine karşın Zarrab Davası 27 Kasım’da başlıyor. Görünen o ki kirli çamaşırlar bir bir ortaya saçılacak. Daha duruşmalar başlamadan peşi sıra yayınlanan savcılık belgeleri bunun bir göstergesi.
İşte o belgelerden biri Savcı Joon H. Kim’in ofisi tarafından mahkemeye ulaştırıldı. İkinci iddianame niteliğindeki bu belgede Erdoğan’ın ismi ilk kez üzeri kapatılmadan açık bir şekilde yer aldı.
Oysa ki, daha önce yayınlanan belgelerde isimler tümden karartıldığı için Zarrab’ın siyasi bağlantıları anlaşılamamıştı. En azından kamuoyu önünde… Ancak şimdi o “siyah bantlar” bir bir kaldırılıyor.
Kaldırılan siyah bantların altından önce Zafer Çağlayan ve Süleyman Aslan’ın adları çıkmıştı. Erdoğan özellikle Çağlayan’ı canhıraş bir şekilde savunmuştu. Hatırlayalım o sözlerini: “Çağlayan Ekonomi Bakanı olarak o dönem hükümetimizin kararlarını uygulamıştır… ABD’deki davadan çok pis kokular geliyor!”
Peki ne oldu da Erdoğan’ın daha önceleri kapatılan ismi yeni iddianamede açıkça yazıldı? Akla ilk gelen, savcıyla işbirliği yapan Zarrab’ın bütün bağlantılarını açıklamış ve bunu da jürili mahkemede teyid edecek olması.
MEMURUN BAHŞİŞİ…
Hatırlayın ne diyordu Zarrab? “orospu ile memurun bahşişini başında verin!” Rıza Sarraf’ın “sistematik” bahşişleri şu anda her biri cezaevinde olan polisler tarafından yazılan fezlekede şu satırlarla ifade edilmişti:
“Rıza SARRAF ile Zafer ÇAĞLAYAN arasındaki rüşvet anlaşmasının tezahürünün, sadece sistemin işlevselliğini koruma ve kollama hareketiyle sınırlı kalmadığı, yeni sistemde Rıza SARRAF’ın para çevirme eylemlerinde büyük önem arz eden Halk Bank ile ilgili ihtiyaç duyduğu bağlantıyı, Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman ASLAN ile tanıştırarak sağladığı anlaşılmıştır. Rıza SARRAF liderliğindeki örgüte bu şekilde katılan Süleyman ASLAN’ın da Rıza SARRAF’la rüşvet ilişkisi geliştirdiği, hatta belli bir döneme kadar Süleyman ASLAN’a verilen rüşvetin Zafer ÇAĞLAYAN’a verilen bindelik rüşvet içerisinde sayıldığı, sonradan her iki şahsa verilen rüşvetlerin ayrı ayrı hesaplanmaya başladığı anlaşılmıştır. Daha sonradan sahte evraklara dayalı transit gıda ticaretiyle para döndürme sisteminde, Süleyman ASLAN’ın, Rıza SARRAF’ın gerçekte olmayan ihracat bedeli havalelerine rüşvet karşılığında göz yummasına Zafer ÇAĞLAYAN’ın da yol verdiği anlaşılmış, Zafer ÇAĞLAYAN, Süleyman ASLAN ve Rıza SARRAF’ın bu konularla ilgili lüks otellerde buluşarak toplantı yaptıkları tespit edilmiştir.”
Ve Rıza Sarraf artık büyük oynayacaktı. Bundan böyle Peygamberlere (!) dilenmekten ziyade direkt Tanrı (!) ile muhatap olacaktı.
TANRIYLA (!) BULUŞMA…
Düğünden bir gün öncesi. 11 Nisan 2013 Perşembe. Yine fezlekeden okuduğumuz kadarıyla Reza Zarrab, Zafer Çağlayan ve Süleyman Aslan İstanbul Conrad Otel’in 11. katındaki suitte de bir araya geliyor. Bu toplantı da İstanbul polisi tarafından an be an takip ediliyor.
Başbakan Erdoğan’la bir gün sonraki düğünde buluşma fikrinin, Conrad Otel’in 11. katındaki suitte alınmış olabileceği de ihtimal dahilinde. Erdoğan o günlerde resmi bir gezi için Moğolistan’da. Ek iddianamede yer alan bilgiye göre Zarrab, yaptığı işlere ‘destek ve koruma sağlamak amacıyla’ Başbakan Erdoğan ile bir araya gelmeye çabalıyor. Aradığı fırsatı Zafer Çağlayan’ın oğlunun düğününde buluyor.
BERABER YÜRÜDÜK BİZ BU YOLLARDA…
Ertesi gün…
Erdoğan’ın peşi sıra konuklar da düğüne akın etmeye devam ediyor. Adı sekiz ay sonra gazete manşetlerinde Çağlayan’la yan yana yer alacak olan İçişleri Bakanı Muammer Güler de düğüne koşanlar arasında.
Ana yemekte milföy hamurunda somon, et tandır, ravioli ve pilav var. Misafirlerin damak keyfi tamam. Peki kulakların keyfini kim sağlayacak? Sahnede tanıdık bir isim: Ebru Gündeş.
Emine hanım ile birlikte gelen Başbakan Erdoğan’ın keyfi yerinde. ‘Beraber yürüdük biz bu yollarda’ şarkısında Ebru Gündeş ile düet bile yapıyorlar. Keyfi yerinde olan biri daha var. Gözlerden ırak salonun bir köşesinde olanı biteni seyreden Reza Zarrab.
Öyle ya, ‘kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez’ misali, Reza Zarrab da düğünde sahne alan eşi için para talebinde bulunmamıştı. Bu ayrıntı damat Kaan Çağlayan’ın vereceği şu ifadeyle oraya çıkacaktı: “Reza Zarrab ile ikili dostluğumuz vardır. Daha doğrusu aile dostluğumuz vardır. 8 ay önce düğünümde sağ olsun, eşi gelip sahne almasına rağmen sadece sahne masrafını talep ettiler. Onun dışında herhangi bir ücret talep etmediler. Aile dostluğumuz dışında kendisinden hiçbir şey almadık veya vermedik. Kendisi sadece dostluğunun gereği bana bir takım elbise almıştı ve bir de beğendiğim bir valizi hediye etmişti.”
O valizin için boş muydu dolu muydu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki, Reza Zarrab o akşam Başbakan Erdoğan’la buluştu ve konuştu. Bu iddia New York Güney Bölgesi Başsavcılığı’nın ek iddianamesinde şu cümlelerle yer alıyor:
“Zarrab, Erdoğan’la her ikisinin de 12 Nisan 2103’te tarihinde katıldığı Çağlayan’ın düğününde konuştular. Zarrab ve Aslan (Süleyman) bu konuşma hakkında elektronik iletişimle fikir alışverişinde bulundular.”
İddianamede yer alan bilgiye göre, Zarrab ve Süleyman Aslan 16 Nisan 2013 tarihinde bu kez telefonla konuşuyor. Ek iddianamede “Kaydedilen arama” olarak belirtilen bu konuşmada Zarrab, Erdoğan ile yaptığı görüşme hakkında ayrıntılı bilgiler veriyor. Zarrab, Aslan’ın ‘banka satın alımında durum nedir?’ sorusu üzerine şu cevabı veriyor:
“Düşündüm ki, yirmi dört Peygambere dilenmektense yalnızca Tanrı’dan dileneyim! Ben de Başbakan’a gittim… Gittim ve düğün günü konuştuğumuz konu hakkında düşündüklerimi açıkladım. Başbakan’a yeniden gideceğim ve söyleyeceğim: ‘eğer onaylarsanız bana lisans verin. BDDK’ya lisans almak için gideceğim’ dedim”
Hani derler ya, “Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz!” Bu noktada akıllara gelen soru: Zarrab’ın Tanrısı (!) kaç göz verdi?
27 Kasım’dan itibaren hep birlikte göreceğiz.