Kadir Gürcan / samanyoluhaber.com
Pilot Kim Olsun... John Travolta Nasıl?
Türkiye'nin ekonomik çöküşü hızlı ilerliyor ve bunu, yavaş yavaş toplumun her kesimi hissetmeye başladı. “Pazardaki Ayşe Abla bunu bilmez!” ezberi çok hızlı bozuldu. Bundan böyle Saray merkezli sarsıntıların artçı sallantılarını, zavallı ülkenin hayati bütün uzuvları hissedecek. Bu psikoloji, alelade deprem yaşamaktan daha ızdıraplı. Süreklilik kesbeden bu artçılar, İstanbul için beklenen muhtemel büyük kıyamet senaryolarından daha tesirli olacak gibi. Kolay mı, cüzdana ve maaşa dokunacak!
İyi ama, Türkiye'nin kan kaybettiği tek konu ekonomi değil ki! Bir kaç yıl önce Türk halkının TV dizilerine merakını eleştiren bir araştırmacı “Sinek gibi ekrana yapışıp, dizi seyrediyoruz!” diye hayıflanmıştı. Şimdi öyle mi? Sezon içinde başlamadan biten, yarıda kesilen, bekleneni vermediği için erken havlu atan diziler, şans eseri sezonu kesintiye uğramadan bitirebilen dizilerden daha fazla. Artık halk televizyon seyrederek avunacak gibi görünmüyor.
Yeni nesil bütün aktör ve aktrisleri bir projede toplasanız da değişen bir şey yok. Güzellik deseniz var. Boy, endam, yürüyüş fazlasıyla mevcut. Abdülhamid Han'ı oynayan da, Fatih Sultan Mehmet'deki Aspirin kılıklı aktör de çakıldı. Ertuğrul'un hali ortada.Yerli dizilerin bu kötü durumu, insanın içini acıtıyor. O kadar açılıyor, saçılıyor, kavga ediyorlar, saç-saça, baş-başa kapışıyor, birbirlerine olmadık şeyleri söylüyorlar ama reytingler yüz güldürmüyor. Ne festivaller tat veriyor ne de, Sonbahar kreasyon reklamları.
Dünyanın en ucuz ve en yaygın eğlence vasıtası olan televizyon, özellikle Türkiye gibi ülkelerde, uzun kış geceleri için daha bir önemli. Seksenli yıllarda, yılbaşı gecelerinde o günün duayen aktör ve aktristleri çok pahalı tekliflerle ekranda kendilerini göstermeye ikna olurlardı. Şu an ne toptan ne de perakende bu standarttaki bir sanatçı prestijinden bahsedilmiyor. Birkaç gün önce, Orhan Baba'nın aniden hastahaneye kaldırılması, bizim neslin bu yüzden yüreğini hoplattı.
Hafta içinde, idari tarz ve müstebit tavırları birbirine oldukça benzeyen iki liderin şahsi tasarrufları iki farklı ülkede benzer infiallerle karşılanınca, sezonun ilk iki bölümünde havlu atan dizilerin neden başarısız olduğu gizemi çözülmeye başladı. Hangi hikaye ve senaryo, beş yüz milyonluk bir uçak ile, Türkiye'de canlı yaşanan insanlık dramı üzerine inebilir ya da Venezuela'dan, hiç üşenmeden gelip İstanbul'da keyfine göre bir ziyafete yumulan bir diktatörü bütçelendirebilir? Ürettikleri film ve dizileri dünyaya seyrettiren Hollywood yönetmenleri bile buna cesaret edemiyorlar. Sonra, filmin tamamından bahsetmiyoruz; bir oyuncu ve tek sahne. Çok fazla anlatım da yok. Bu kadar anlaşılır bir sahne için söze ne hacet! Bir haftadır, bütün ülkenin, hatta Pazardaki Ayşe Teyze'nin mevzusu da bu.
Bizim de dahil olduğumuz ülke kategorilerinde tek kişilik oyuncu ve bilindik senaryoların, devlet imkanlarıyla sürdürülmesi sürpriz değil. Suriye, Mısır, Güney Afrika, Venezuela'da otuz-kırk yıl önce başlayan bu Pembe (!) diziler bizde yeni yeni piyasa yapıyor. Ama ne başlamak! Çöken ekonomi üzerine 500 milyon dolarlık uçan bir Saray ile inmek, kimin aklına geldiyse, senaryo açısından fena bir buluş değil.
Bu espriyi çözmek bize kalmamalıydı! Yaklaşık bir asırdır, şöyle ya da böyle sinema ve gösteri sanatları ile meşgul olmuş duayen sanatçılarımızın bunu sezip, çömez ve çaylak yeni yetmelere durumu izah etmeleri gerekirdi. Bütün şöhret ve cazibelerine rağmen, bir kaç bölüm sonra final yapan genç oyuncular depresyona giriyorlar. Hatta bir kaç beceriksiz sanatçı, iş bulamadığı için, ateizm'e kaymakla bile burun buruna geldi. Değmez be birader!
Bütün bu savrulmuşluk ve dağılmışlık psikolojisine girmeden, mevcut duruma alışmak en makul yol. “Tilki, kendi inine sığamadığına bakmaz, kuyruğuna bir de çalı bağlarmış!” esprisiyle, Saray'ın kendi başına açtığı uçak belası üzerinden üretilen senaryo ve gündem rüzgarına katkıda bulunalım. Böylece hem eğlenir hem de bundan sonra, senaryoyu daha ilginç hale getirecek sürprizlere kendimizi alıştırmış oluruz.
Malum, devletliler, açılışını yaptıkları faaliyet ve yatırımlar önünde hatıra resmi çektirmeyi severler. Bir önceki emanetçi başbakanımız, iş makinalarına binip, şantiyelerde tur atmaya bayılırdı. Şimdilerde ne ile vakit geçirdiğini kimse bilmiyor. Tren ve tramvay açılışlarında kondüktör ya da halk değişiyle makinist koltuğundan görüntü vermek öteden beri denenen alışkanlıklardandır. Gerçi, yerli otomobil üretemediğimiz için, Sayın Başkan ve eşrafı Alman mühendisliklerine mahkum olmuş durumdalar ve oradan görüntü veriyorlar ama, olsun. Bu kadar kusur kadı kızında da olur. Şimdi asıl mesele Katar'dan Hediye (!!!) olarak gelen uçağın pilot kokpitinde kimin, nasıl poz vereceği. Buraya oturtulacak pilotun, Türkiye'de izlenme şansı yüksek “Saray Entrikaları!” (Bu isim şimdi aklıma geldi. Fena da durmadı hani!) dizisinin bundan sonraki kaderi için çok önemli.
Oprah Winfrey, son yirmi yılda Amerikan televizyonlarının, gündüz kuşağında en çok seyredilen kadın programı yapımcı ve sunucusu olma liderliğini elinde bulunduruyor. Afrikan-Amerikan olmasına rağmen, kamera önündeki başarısı, onu bütün Amerika'ya sevdirmiş. Hatta önümüzdeki yıllarda, ABD Başkan adayları arasında ismi anılan bir kaç kişiden biri. Beş yıl kadar önce OWN ismiyle geniş bir media network'u da kurdu. Ekrana taşıdığı her şey prim yapıyor. Seyircilerini taltif edip, ilginç hediyelerle de programına olan ilgiyi sürekli canlı tutuyor.
Oprah'ın seyircilerine yaptığı sıra dışı sürprizlerden birisi de, sezon boyunca seçtiği talihlileri Avusturya Gezisine götürmek oldu (2010). Sezon Final programında, stüdyonun geniş hangarına seyircileri taşıyacak uçağı da soktu. Stüdyodaki alkış ve neşeyi görmelisiniz! Ama, show dünyasının duayeni olan Oprah asıl sürprizi sona saklamış. Seyahat için hazırlanan uçağın ekranlara yansıyan burun kısmının heyecanı sürerken, bu egzotik serüven için hazırlanan uçağın kokpit kapısından bütün seyircilerin aşina olduğu bir aktör, pilot kıyafetiyle beliriverir. Kim olduğunu tahmin bile edemezsiniz! Olivio Newton John ile başrolleri paylaştığı, Grease (1978) filmiyle genç kızların rüyalarını dolduran John Travolta, talihli seyircilerin neşelerini zirveye taşır. Travolta, uçak kullanma hobisi bilinen ve pilot lisansı olan bir kaç Hollywood artistinden birisi.
Beş yüz milyon dolarlık bir yatırım ile, Türkiye'nin eğlence piyasasına zengin bir giriş yapan Saray ve Saray eşrafı için de, sıradan, Türk, İranlı veya adı-sanı bilinmeyen Rus bir pilot mu, yoksa John Travolta mı uygun olur? Peki bu kadar pahalı bir projenin figüran ihtiyacı nasıl çözülecek? Pazardaki Ayşe Teyze, Muslukçu Mehmet, Fırıncı Hasan türünden seksen milyonluk zavallı Türk Halkı bu trajedinin çaresiz figüranlarıyız.Yetmez mi?