Cuma akşamı İstanbul'daki Hyatt Regency Oteli'nde bir gazeteci grubu ile bazı AKP
yönetici ve milletvekili
adayları bir araya gelerek, partinin
seçim beyannamesini ve son dönemde meydana gelen olayları konuştu.
Yemeğe AKP'den Ömer
Dinçer (2'nci Bölge),
Nimet Çubukçu (2'nci Bölge),
Ertuğrul Günay (1'inci Bölge), Ayşenur Bahçekapılı (2'nci Bölge) ile AKP kurucularından,
Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesi
Ayşe Böhürler katıldı.
Ben bazı (yoksa "hepsi" mi demeli?) AKP'lilerin zihninde şu sorunun dönüp durduğunu gözlüyorum:
" Başka türlü davransaydık Cumhurbaşkanını seçebilir miydik? " Bu sorunun cevabı, hem
evet, hem de hayır.
"Hayır" seçemezlerdi... AKP grubunun
cumhurbaşkanını seçmemesi için iki, üç yıl öncesine uzanan bir
hazırlık, bir plan, hatta bir
operasyon olduğu artık apaçık ortaya çıkmış durumda.
O mitingler üç beş günde mi organize edildi?
İlhan Selçuk boşuna mı mevcut Cumhurbaşkanı ile fikir alışverişinde bulundu? Sezer, Atatürkçü Düşünce Derneği'ne niye para yardımı yaptı sanıyorsunuz? " 367 gereklidir " komikliği, " uzlaşma şarttır " uydurması durup dururken mi akıllara geldi?
Genelkurmay internet sitesindeki
bildiri, Baykal'ın gerginlik politikası ve " çatışma çıkar " şantajı birer tesadüf mü? YÖK'ün bir " siyasi parti ",
Anayasa Mahkemesi'nin ise "
senato " rolüne soyunması tarihin cilvesi mi?
"Evet" seçebilirlerdi... Bunun olmazsa olmaz ölçütü şudur:
Başbakan siyasete müdahale eden bir genelkurmay başkanını görevden almak istediğinde, " kesinlikle onay vermeyecek " bir kişiyi aday göstermek.
Gelelim ikinci konuya...
" Sizin hayat tarzlarına müdahale edeceğinizden korkan bir kitle var. Bir yolunu bularak onları ikna etmelisiniz " deniyor.
Hayır, onlar asla ikna olmaz! AKP'liler ağızlarıyla kuş tutsa, nüfusun yüzde 25 ila 30'unu oluşturan o kitlenin önyargısını kıramaz.
Çünkü o kitlenin diline " takiye " diye bir sihirli kelime verildi... Diyelim ki Abdullah Gül'ün eşi
Hayrunnisa Gül, türbanını çıkarıp başını açarsa ne olur?
Hiç! " Takiye yapıyor, şeriatı getirdiklerinde tövbe edip tekrar kapanacak " derler.
Dolayısıyla o kitleyi ikna etmek için uğraşmak,
vakit ve enerji kaybıdır.
Değinmek istediğim üçüncü konu, sözünü ettiğim yemekte konuşulmadı. Olay şu...
Deniyor ki " AKP'nin taban kadrolarını Milli Görüşçüler ele geçirdi. " Bu iddialarına bir de " kuramsal " dayanak buldular: Din sosyolojisinin en önemli adlarından Prof. Şerif Mardin'in bir süre önce, " Mahalle baskısı, partiyi siyasal İslam'a çekebilir... Parti üst
yönetimi de bu baskıya
boyun eğebilir " demesi.
Bence gerçek tam tersi...
Süreç öbür yana doğru işliyor:
1) Gayet iyi örgütlenmiş bir parti olan AKP; içe kapanık, aşırı muhafazakar ya da din devleti isteyen kesimleri bile yerel ve ulusal siyasete katarak modernleştiriyor ve demokratlaştırıyor . Kadınlar ve erkekler bir araya gelerek çeşitli sorunlara çözüm arıyor, projeler yürütüyor. Siyaset yapmak, oy toplamaya çalışmak kendilerinden farklı olan kesimlere karşı daha hoşgörülü olmalarını sağlıyor.
2) Hükümetin ekonomi ve eğitim politikaları da muhafazakâr kitlelerin yeni teknolojilerle ve
yaşam biçimleriyle tanışmasına yol açıyor. Mesela bu dönemde 5 milyon kişi hayatında ilk defa uçağa bindi! Okullara dağıtılan 500 binden fazla bilgisayar sayesinde
doğu bölgelerinde yaşayan çocuklar dahi "
email" adresine sahip oldu.
Saadet Partisi, AKP'yi niye 'ahlaki' açıdan eleştiriyor sanıyorsunuz? Çünkü Milli Görüşçüler, bu dönemde yaşanmakta olan ve kendi tabanlarını aşındıran modernleşme sürecinden rahatsız.