ANAP ve DYP'yi ne bitirdi ?

‘Merkez Sağın Kısa Tarihi’ni yazan siyaset bilimci Nuray Mert iki partinin bitiş sebeplerine ilişkin önemli açıklamalar yaptı.

ANAP ve DYP'yi ne bitirdi ?

Biri Menderes biri Özal mirası olan, merkez sağın iki büyük partisi ANAP ve DYP bugün çökmüş durumda. İki partinin neden bittiğine ilişkin pek çok yorumda bulunuldu ve açıklama getirildi. ‘Merkez Sağın Kısa Tarihi’ni yazan siyaset bilimci Nuray Mert ise bunu 90’larda askeri darbenin olmayışına bağlıyor. Çünkü ona göre darbeler merkez sağı tazeliyor. Merkez sağı hangi partinin temsil ettiği, ANAP ve DYP’nin, AK Parti karşısında ve DP şemsiyesi altında merkez sağı kurup kuramayacakları, geçtiğimiz seçim öncesinin tartışmaları arasındaydı. Seçim olsa da olmasa da siyaset hep gündemimizde. Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan ‘Merkez Sağın Kısa Tarihi’ adlı kitap, siyaset konuşmayı sevenlerin hoşlanacağı bir kitap. Siyaset bilimci ve Radikal gazetesi yazarı Nuray Mert, Selis Yayınlarından çıkan kitabında, 1950’lerden bugüne uzanan siyaset yolunu, sağ şeritten seyrederek anlatıyor. İlginç tespitler ve kuşatıcı analizlerle örülen kitap, okuruna, günümüz sağ siyasetini arka planı ile kavrama, gündemdeki gelişmeleri anlama olanağı veriyor. Kitabın yayınını vesile kılarak Nuray Mert ile merkez sağı, AK Parti’yi, gündemi konuştuk. Geçen seçimlerdeki çekişmelerden gördük ki, ‘merkez sağ’ denen yer çok önemli ve kıymetli. AKP’nin sağdaki muhalifleri bu yeri ona kaptırmamaya, ‘merkez sağ’ı birleştirmeye çalışıyor, AKP ise bulunduğu yerden hayli memnun. Neresi olduğu konusunda bir ihtilaf var gibi de görünüyor, ‘merkez sağ’ tam olarak neresi? Sistem açısından da toplumsal rıza açısından da ana dalgalar tarif eder merkez sağı ve merkez solu. Dediğiniz itibar da son zamanlarda icat olmuş bir itibar. İstikrar ve iktidarı çağrıştıran bir yer olduğu için merkez sağa ilgi arttı. İtibarın artmasının bir nedeni de şimdi merkez sağı dolduran AKP’nin üzerinde bir gölge olması. AKP o gölgeden kurtulmak için kendini merkezde tarif etme ihtiyacı içine girdi haklı olarak. Ama onun ötesinde merkez sağ zaman içinde çok fazla itibar kaybına uğradığı, çöktüğü ve itibarsızlıkla anıldığı için AKP ‘merkez’ tanımından kaçındı. O yüzden ‘muhafazakar demokrasi’ tanımını benimsedi. O kadar itibar kaybetmiş bir yapının içine girmek istemedi. ‘Muhafazakar demokrasi’ merkez sağın bir açılımıdır. Doğrudan merkez sağ demek yerine bunu tercih etti. ‘Merkez sağ’ bu kadar hararetli bir biçimde bir de Refah Partisi’nin yükselişinde tartışılmıştı. Şimdi AKP’nin... Kavramın bu iki dönemde tartışılması neye işaret ediyor? Merkez sağın ideolojik, sosyolojik arka planı bellidir; öncelikle dindar muhafazakarlık ve milliyetçilik... 50’lerde DP, Cumhuriyet’in fazlasıyla seküler çizdiği milli kimliği, dinsel, yerel ve tarihsel öğelerle daha sahip çıkılır yaptı. DP bunu yaparken Cumhuriyet’in kurumlarını da teyit etti, toplumla devlet arasında bir bağlantı, özdeşleşme sağladı. Şimdi Türkiye’de bu çizgiyi ılımlı kılacak modernleşme çizgisinin serüveni de zikzaklı olmuştur. 1950’lerde şehirleşmiş modernleşmiş bir merkez sağda, milli kimliğin, dindarlığın ön plana çıktığı ama bunun demokrasi ve Cumhuriyet kurumlarıyla bağdaşır ölçüde ılımlı, uzlaşır olmasını sağlayacak bir sosyolojik arka plan yoktu. Çünkü merkez sağı ortaya koyan kitlesel desteği kalıplar, demokratik süreçler içinde tutmak aslında zor bir şeydir; her zaman merkezden kaçmaya eğilim besler bir hali vardır. Dolayısıyla merkezden kaçma, demokratik süreçlerin dışına kaçma kuşkusu, merkeze doğru çekme kaygısı kendisini gösterdi. Samimiyetle itiraf etmek gerekir ki merkez sağı da tahkim eden askerî müdahalelerdir. Oysa yaygın kanaat, merkez sağın önünde engel olduğudur askerî müdahalelerin... Bir başka açıdan baktığımızda da askerî müdahaleler merkez sağın devam etmesini sağlamıştır. Tıkandığı yerde her zaman bir müdahaleyle birlikte nefes almıştır o toplumsal dinamik. Bütün müdahalelerde demokratik süreç kesintiye uğruyor; ama merkez sağ tazelenerek, devlet tarafından da desteklenerek çıkıyor. Merkez sağın hikâyesini içeriden görenler, Özal’ı, askerin istemediği bir adam ve halkın askere bir tepkisi olarak görürler. Çünkü Türkiye’de her siyasi akımın bir romantik hikâyeye ihtiyacı vardır. Turgut Özal, 12 Eylül stratejilerini temsil eden biriydi ve öyle iktidar oldu. Hatta ilk yaptıkları iş Kenan Evren’e plaket vermekti. Yani diyeceğim askerî darbelerin bu sürece ilişkin paradoks rolleri de olmuştur. Hatta 90’ların ortasında merkez sağın çöküşü askerî darbe yoksunluğundandır. Onu tazeleyecek bir şey olmadı ve iş yolundan çıktı. Her 10 yılda bir darbeyle tazeleniyor merkez sağ damar. Bugün de merkez sağın geldiği yeri de 28 Şubat’a borçluyuz. Bugün AKP’nin güçlü bir şekilde gelmesi, 28 Şubat’ta RP’ye müdahale edilmesi mi? Tam öyle değil. Bir revizyon yaptı, bunu itiraf etmek lazım. Türkiye’de siyasi hareketler kendi revizyonlarını yapamıyorlar. Bu yakınmamız gereken bir şey. Sağ siyasi hareketler, kendi değişimlerini yapamayınca, askerî müdahale ile mecburen gerçekleştirmişler. Demek ki normal koşullarda bunu gerçekleştirmek mümkün. 28 Şubat olmasaydı AKP de olmayacaktı. Sağ siyaset, neden demokratikleşme ve gelişme çizgisinde, bu tür müdahalelerin olmadığı bir ortamda kendisini gerçekleştiremiyor? Olmayan bir şey üzerine fikir yürütmek aşırı spekülasyon oluyor. Ama hayıflanacağımız kısmı, siyasetin kendi içerisinde samimi sorgulamalar yapamaması... Tembel öğrenci gibi sivil siyasetin de kendini sorgulama zaafının olduğunu düşünüyorum. En yakındaki örnek Refah Partisi. Ben 28 Şubat’a çok karşı çıkmış bir insanım; Refah Partisi’nin kapatılma davasını da, gerekçeli kararı da hukuki bir metin olarak görmüyorum. Ama 28 Şubat’a gelinen ortamda RP’nin sorunsuz bir siyasi hareket olduğu da söylenemez. RP söylemi, o dönemin İslamcılığı sorunlu idi. Türkiye’nin demokrasi tecrübesi, Batı dışı dünyada yabana atılır bir tecrübe değil. Ve yabana atılacak bir siyasi kültürümüz yok. Böyle bir kültürel altyapısı olan ülke olarak da baktığımızda siyasal İslam problemli idi, kendi kültürel dünyamız açısından da çok yavandı. Peki bu kadar aklı başında insanın bulunduğu yerde, neden insanlar zora gelmeden, ‘bu da söylenecek laf değil, dilimizi biraz değiştirelim’ deme cesaretini gösteremediler? Böyle bir talihsizlik var. Hâlâ var İslami kesim açısından. ‘Dili değiştirme’ konusundaki talihsizlik bütün eğilimler için geçerli değil mi? Evet, genel olarak. Bu toplumun kültürel mirası, siyasal arka planı bu kadar dara düşmeden sorgulanabilir diye düşünüyorum. Şimdi tartışmaktan vazgeçtiğimiz konular aynı gerilimle tartışılmaya başlandı. Yine samimiyetsiz bir ortam var. Türkiye’nin geldiği yerde şeriat devletinden bahsetmek Türkiye’yi hiç tanımamak demektir. Şerif Mardin gibi bir sosyoloğun röportajı kötü bir röportaj. İçinde haklı olduğu şeyler var; ama o noktada böyle bir isimden beklediğiniz bir şey mi? AKP’nin hâlâ gizli ajandası var mı bilmiyorum. ‘Var’ diyebiliyorsanız, bu Türkiye’yi ve buradaki süreçleri tanımamakla, bilmemekle alakalı. Cumhurbaşkanı adaylığında Abdullah Gül tercihine siz de itiraz etmiştiniz ve bu itirazınızla, pek çok konuda mutabık olduğunuz ‘İslamcı’ meslektaşlarınızla ayrı düştünüz... Şimdi durum nasıl? Ben AKP iktidarını 4,5 yıl boyunca eleştirdim. Ama genel tablo içerisinde AKP’nin sağladığı siyasal istikrar var. Yani 4,5 yıl içinde bazı şeyler yavaş yavaş gündemden düştü, bu başarıldı. İnsanlar başörtülü bir başbakan eşine alıştılar. Bu normalleşme sürecinde bu rehabilitasyonun daha ileriye taşınabileceğini düşünüyorum. Cumhurbaşkanlığında da AKP’de üç kişiden birinde, eşi başörtülü birinde ısrar edilmesinin bu havayı bozacağını düşündüm. Toplumsal olaylarda ısrarın bir manası yok. Normalleşme sürecinde Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığının iyi bir fikir olmadığını söyledim. Bakın 4,5 sene sonra Gül’ün adaylığının açıklanmasından itibaren çok gergin bir tartışma ortamı ortaya çıktı, 4,5 yıl öncesinin gerisine gidildi. Buna işaret etmeye çalışıyorum. Bundan sonra ne olur onu bilmem. İlla askerî darbe olması gerekmiyor, demokratik ortamın gerilemesi için. Bir atmosferin yakalanması ile ilgili. Demokrasi bir atmosferdir bence. Bütün mesele o atmosferi ılımlı hale getirmek. Atmosferi ılımlı hale getirmede neden hep AK Partililer dikkatli davranmak zorunda? Herkes göstermeli elbette. Benim 15 yılım ‘Neden hep bunlar dikkat etti?’ demekle geçti. Şimdi bu tarafa bir şey söylemek hakkımı kullanıyorum. Ben kendi içinden çıktığım çevreye çok ağır eleştiriler yönelttim. Şimdi 15 yıl geçti, burası da benim çevrem oldu. Müsaade ederseniz şimdi burayı eleştireyim. Arkadaşlık ettiğim, vakit geçirdiğim arkadaşlarımın çoğu türbanlı. Dolayısıyla bu çevrenin içerisinde de ‘biraz da kendimize bakalım artık’ diyebilecek durumda hissediyorum kendimi. Bu konuda hiç komplekse kapılmam. Duyduğum kaygıda da haklı olduğumu düşünüyorum Anayasa değişikliği nasıl olacak bilmiyorum; ama kadük çıkarsa bu cumhurbaşkanlığının yarattığı gerginlikten olacak. Daha ferah bir zamanda daha rahat bunları tartışıp daha da açılım gerçekleştirilebilirdi diye düşünüyorum. Tavırlarınız, teorisi ve tarihi kadar siyasetin pratiğini de iyi yapacağınızı gösteriyor. Bunca siyasi analizden, akademik çalışmadan sonra aktif olarak siyaseti düşünüyor musunuz? Tüm söylediklerime rağmen siyasete soldan bakıyorum, eşitlikçi siyasetlerden yanayım. Bunun da Türkiye’de değil dünyada da bir karşılığı yok. Bu şartlar altında, eşitsizliğin olduğu bir dünyada siyaset yapacaksınız, bunu içime sindirmem doğrusu. Vicdanımın sesine uygun hatırlatmalar yapmayı daha uygun görüyorum. Siyaset değerli bir iştir, siyaset yapanları önemsiyorum, onlarla istişare ediyorum. Çünkü toplum hakkında karar veriyorlar. Hepimiz siyaset yapıyoruz aslında; siyaset başkasının haliyle ilgilenmek, kaygısıyla kaygılanmaktır çünkü. Apolitik olmayı asla kabul etmem, bencillik olarak görürüm. ZAMAN
<< Önceki Haber ANAP ve DYP'yi ne bitirdi ? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER