Siyaset sahnesine ‘demokrat’ kimliği ile çıktı, ‘emanetçi’ olarak tanındı, “
Menderes’in avukatı” diye nam saldı. 28
Şubat’ta
siyaset arkadaşlarıyla beraber bir dönüşüm yaşadı. Şimdi,
Ergenekon’u savunuyor. Peki, o demokrat mı,
darbeci mi?
Hüsamettin Cindoruk,
demokrasi için verdiği mücadeleyle tanındı. Sağ
seçmenin gözünde 28 Şubat’a kadar sadık bir ‘Demokrat Partili’ olarak bilindi. Aslında “
Yassıada’da
Adnan Menderes avukatlığı”, Türk milletinin ona verdiği en ayrıcalıklı unvandı. Bu sayede yıllarca
halkın gözünde bir ‘demokrasi kahramanı’ olarak kalmayı başardı. Fakat avukatlığın doğru çıkmaması, imajını yerle bir etti. Adalet Partisi’nde başlayan siyasi hayatı Büyük
Türkiye, Doğru Yol ve Demokrat Türkiye partilerinde devam etti. Kimseyi kızdırmayan siyasi üslubu, darbelere karşı duruşu, Süleyman
Demirel’e sadakati, ihtiraslı olmaması siyasette yükselmesini sağladı. Bu özellikleri onu kariyerinde gelebildiği en yüksek noktaya, yani
TBMM Başkanlığı’na kadar taşıdı.
Siyasi alana ‘demokrat’ kimliğiyle çıkmıştı Cindoruk. Ama ona en çok yakıştırılan sıfat emanetçilikti. 12
Eylül’ün en zor günlerinde DYP’nin başına geçmiş, siyasi yasağı bitince Demirel’e bırakmıştı yerini. 1999’da DTP lideri olarak girdiği seçimlerden yüzde bir bile oy alamadı (0,58).
Seçmen, Cindoruk’u 28 Şubat’ta
darbecilerle aynı safta görmüş ve cezalandırmıştı. Bunun üzerine hem genel başkanlıktan
istifa etti hem de siyaseti bıraktı. Ama hiç uzak kalamadı,
Ankara’daki hareketlilikten.
AK Parti’ye karşı açılan cephe siyasetinde o da vardı.
Hükûmete yaptığı sert eleştirilerin yanı sıra ilginç değerlendirmeleriyle gündeme geldi. Her gün farklı bir televizyon kanalında âdeta muhalefetin
gönüllü avukatı gibi kendini gösterdi. 2007’deki seçimlerde
baraj altında kalan DP’nin başına geçmek istedi. Fakat
Mehmet Ağar’la anlaşamadı. Bayrağı
Süleyman Soylu devralmıştı. O da 29
Mart seçimlerindeki başarısızlık sebebiyle istifasını açıklayınca ‘emanetçi Hüsamettin’e tekrar gün doğdu. 16
Mayıs’ta yapılacak DP kongresinde genel
başkan adayı olduğunu ilan etti.
Ankara kulislerinde konuşulanlara göre Cindoruk, Demirel’in talimatı ile adaylığını açıkladı. Aslında 76 yaşındaki emanetçiyi siyasete sevk eden amil ne politika aşkı ne de liderlik sevdası. İddiaya göre, 2011 seçiminde AK Parti’nin tek başına iktidar olmaması için yeni bir siyasi arayış başladı.
Demirel’in desteklediği bu hareketle merkez sağdaki partilerin tek çatı altında bir araya gelmesi hedefleniyor. Konuşulanlara bakılırsa Cindoruk, DP çatısı altında Anavatan ve Abdullatif Şener’in kuracağı partiyi birleştirecek. Mesut Yılmaz başta olmak üzere eski ANAP’lı, DYP’li bakan ve milletvekillerini bir araya getirecek.
Hatta ulusalcı ve sol kesimden siyasetçileri de bu ittifaka dâhil ederek merkez sağda alternatif oluşturacak. Bu ‘kutsal’ ittifakın asıl lideri daha sonra bir konsensüsle belirlenecek. 2011 seçiminde CHP ve MHP’nin yanı sıra bu ‘kutsal’ ittifak da Meclis’e girebilirse AK Parti iktidarına son verilecek. (Bu iddiaları sormak için üç kez aradığımız Cindoruk, yoğunluğunu gerekçe göstererek sorularımıza
cevap vermedi.)
Bu senaryoda en önemli görev kuşkusuz ‘emanetçi Hüsamettin’e düşüyor.
27 Mayıs’tan sonra siyasete atılan, milletvekiliği,
bakanlık, parti genel başkanlığı, Meclis başkanlığı gibi birçok görevde bulunan Cindoruk, şimdi daha ciddi ve farklı bir misyonla siyaset sahnesinde. Ancak bu kez işi oldukça zor. Çünkü artık ne demokrat kimliğinden ne de “Menderes’in avukatı” imajından bir eser kaldı. Son on yıldaki tavır ve duruşuyla çizgisini 180 derece değiştirdi. “28 Şubat amacına ulaşmıştır.” dedi, başörtüsü yasağını savundu, Ergenekon’u ‘ıvır zıvır’ olarak tanımladı. Sanıkların yargılandığı
Silivri Mahkemesi’ni ise ‘Guantanamo mahkemeleri’ne benzetti. 27
Nisan’daki e-
muhtırayı desteklerken,
Köşk seçiminde ‘367 şartını’ doğru buldu. İsmi ‘emanetçi Hüsamettin’den ‘367 Hüsamettin’e çıktı.
Abdullah Gül’ün
cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkarken, “Gül benim cumhurbaşkanım değil.” dedi. Aslında onun imajını yerle bir eden kişi
Aydın Menderes’ti; “Cindoruk, hiçbir zaman babamın avukatlığını yapmadı. Aileden birinin dahi avukatlığını üstlenmemiştir. Menderes'in avukatı olarak tanıtıldığında sessiz kalmış, böyle tanıtılmasında pişkince bir memnuniyet içerisinde gözükmüştür." Bu sözler, sadece tarihî bir yangıyı düzeltmedi, aynı zamanda büyük bir krallığı da çökertti.
Cindoruk’un en ilginç çıkışlarından biri yıllarca ‘muhafazakâr, mukaddesatçı’ olarak bilinmesine rağmen Türkiye’nin kurtuluşunu solda görmesiydi.
Merkez sağın akıl hocalığını yapan eski
tüfek, “Ben sağın en solundayım.” dedi. Türkiye’de Müslümanlığın laiklikle çatıştığını iddia etti.
İmam hatip liselerini ‘ruhban okulu’na benzetti. Bütün bu ‘sabıkalarına’ rağmen merkez sağı toparlamak için hiç üşenmeden “Gençlerin önünü açmak lazım. Ben de gencim.” diyerek kolları sıvadı. Ama daha ilk tepki liderliğine soyunduğu partiden geldi. DP Genel Başkanı Süleyman Soylu’nun “
Hüsamettin Cindoruk ve zihniyeti partiyi ele geçirebilir, buna nasıl engel olacaksınız?" sorusuna cevabı ilginçti: “Hiç merak etmeyin. Ben bırakıp gidiyorum; ama darbeci zihniyet asla partiyi ele geçiremez. Partimiz buna izin vermez. Hüsamettin Cindoruk da olmaz, arkadaşları da olmaz."
Hayatının en önemli kırılma noktasını 28 Şubat sürecinde yaşadı Cindoruk. Refahyol hükûmetinin yıkılması için DYP’deki istifaları örgütleyerek postmodern darbeye zemin hazırlayan siyasi oyunun içinde yer aldı. DYP’den ayrıldıktan sonra kurduğu DTP ile Mesut Yılmaz hükûmetine destek verdi. Bir iddiaya göre DTP, Refah-Yol hükûmetini düşürmek için kurulmuştu. Bu militarist tavrı sebebiyle ‘demokrat ve sağ siyaset çizgisine
ihanet etmek’le suçlandı. Aslında bütün darbelerde Cindoruk hep bir aktör olarak ön plandaydı. 27 Mayıs’ta demokrat,
12 Eylül’de emanetçi, 28 Şubat’ta ise darbe savunucusuydu. 1999 seçimlerinde Meclis dışında kalarak cezalandırılınca ‘Ben bir şemsiye partisi kurdum, halk şemsiyeyi ters çevirdi ve bana oy vermedi.” diyerek istifa etti. Siyasetten uzak kaldığı bir dönem başladı ve artık ‘akil adam’ rolündeydi.
Uzun süre sessizliğe bürünen Cindoruk, Türkiye'nin 11. Cumhurbaşkanı’nı seçme sürecinde yaşadığı sert kamplaşmada ortaya çıktı. 367 şartının mucidi
Sabih Kanadoğlu ve CHP ile aynı safta idi. Kanadoğlu gibi kanal kanal gezerek 367 tezini savundu.
27 Nisan’daki ‘e-muhtıra’da ise bildirinin yanında yer aldı. Bildiriye karşı AK Parti hükûmetinin istifa etmesi gerektiğini savundu. Demokrasi üzerinde kara bulutların gezdiği bir süreçte eski tüfeklerin, statükonun yanında yer alarak AK Parti’ye yönelttikleri sert eleştiriler hâlâ hafızalarda. Cindoruk,
kapatma davasıyla ilgili aleyhte görüş bildiren bir
yargıç gibi hareket ederken, Demirel başörtülülerin okumak için Suudi Arabistan'a gitmesini bile
tavsiye etmişti. “Demokrat olmak kolaydır ama demokrat kalmak zordur.” sözünü doğrularcasına Ergenekon soruşturmasında da tarafını belli etti emanetçi Cindoruk: “Bu darbe teşebbüsü olamaz. İki tabanca, üç pompalı tüfekle darbe yapılmaz.”
Mehmet Ağar ve
Erkan Mumcu'yu sağ siyaset çizgisinden
tasfiye eden tek hareket, Köşk seçiminde 367 şartını bile bile Meclis'e gitmemeleri olmuştu. Seçmen demokrasiyi sabote eden tavrı affetmemiş ve DP'yi sandığa gömmüştü. Kalan ömrünü ne yapıp edip siyasetin içinde geçirmeye kararlı olan Cindoruk, şimdi DP’nin başına geçmek istiyor. Aslında sabıkası Ağar ve Mumcu’dan çok daha fazla; ama onlar gibi günah çıkarmaya yanaşmıyor. Eski tüfeğin siyasete dönmesi ile ilgili en çarpıcı tespiti
Başbakan Yardımcısı ve
Devlet Bakanı Bülent Arınç yaptı: “80 yaşındaki Cindoruk DP’ye ilaç olacaksa bu durum bitmiştir, el Fatiha.”
AKSİYON