Eşi
Türkiye`yi
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ‘ şikayet’ etmiş olan bir kişi hiç
cumhurbaşkanı olabilir mi? Hatırlarsanız, bayan Gül’ün İnsan Hakları Mahkemesi’nde
dava açması
Dışişleri Bakanı’nın eşi olduğu için de öteden beri
eleştiriliyordu.
Büyük medya bu sözde eleştiriyi o kadar çok tekrarladı ve sorgusuz sualsiz herkesçe kabullenilmesi gereken bir
doğallık içinde sundu ki, çoğu kimse bu bakış acısının kelimenin tam anlamıyla saçma sapan olduğunu farkedemez hale geldi. Söz konusu olanın bir yurttaşımızın hakkını
araması olduğunu düşünürsek, bu eleştirel yaklaşım aynı zamanda gayri medeni ve savunanları açısından utanç verici bir durumdur. Öyle ya, insanın en doğal hakkını kullanmasını bir kusur olarak gören ve göstereneler için başka türlü düşünülebilir mi?
Bayan Gül’ü
hedef alan sözde eleştiri başka bir açıdan da utanç verici; çünkü
AİHM’de hak aramanın niteliği hakkında ortalama vatandaşın yeterince bilgi sahibi olmayışının istismarına dayanıyor. Zaten aynı çevreler yıllardır AİHM’in bizim için ‘
yabancı’ bir merci olduğuna insanları ikna etmeye çalıştıklarından, bir vatandaşın bu mahkemede dava açmasının Türkiye’yi yabancılara şikayet etmek olarak algılanması kolaylaşıyor. Daha da ilginci, yabancı düşmanlığı ile kabileci mantığın bir karışımından oluşan bu tutumun sahiplerinin aynı zamanda kendilerini çağdaşlığın temsilcisi - üstelik de münhasır temsilcisi- sanmaları ve saymalarıdır.
Şu halde, bu sahte çağdaşçıların yanıltmacasını iyiden iyiye ifşa etmekte yarar var.
Hak aramak hiç şüphesiz insanların en doğal hakkıdır. Bundan dolayı, hiç kimse hakkını aradığı için muaheze edilemez, kınanamaz. Mahkemelerde dava açmak ise bu hakkı kullanmanın en tipik ve çoğu zaman da en etkili yoludur. Hak aramak, haksızlığa uğrayan veya uğradığına inanan herkesin başvurabileceği meşru bir yoldur ve onsuz diğer haklar da işlevsiz olacağından onlar kadar doğaldır ve temel önemdedir. Araçsal bir değerin, aracı olduğu değer veya değerler kadar asli değere sahip olduğu bundan daha göze çarpıcı başka bir örnek var mıdır, doğrusu şu anda hatırlamıyorum. Bu özelliğinden dolayı, hak arama Anayasamız tarafından da bir temel hak olarak tanınmıştır.
Öte yandan, hak aramanın uluslararası boyutu ve buna bağlı olarak uluslarası mercilerde hak arama bütün dünyada gitgide daha fazla öne çıkmaktadır. Bugün hemen hemen bütün devletler
ülke içi hak arama yolları yanında uluslararası hukukun öngördüğü birçok hak arama yolunu da tanımış durumdadırlar. Türkiye’de de bu özellikle böyledir. Nitekim, T.C. vatandaşları hem
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne hem de BM İnsan Hakları Komitesi’ne bireysel olarak başvurarak ilgili
sözleşmelerde tanınan haklarını arayabilirler.
Burada özellikle önemli olan nokta, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türk vatandaşları için yabancı bir merci niteliğinde olmamasıdır. Çünkü, Türkiye söz konusu mahkemeyi de kurmuş olan Sözleşme’yi onaylamış ve bilahare kişilere bu mahkemeye bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Mahkemenin oluşumunda Türk
yargıç da vardır. Dolayısıyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkler için kesinlikle ‘yabancı’ bir merci değil, bizim yargı düzenimizin bir parçasıdır. Diğer mahkemelerimizden tek farkı,
Ankara’da,
İstanbul’da veya Türkiye’nin herhangi bir yerinde değil de
Fransa’da görev yapıyor olmasıdır.
Öyleyse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne hak aramak için başvuran hiç bir
Türk vatandaşı kusurlu veya suçlu olmadığı gibi bu yola başvurmak da ne zuldür ne de hak kaybına gerekçe teşkil eder. Bu meseleyi hala, Türkiye’yi kendi içine kapalı
modern bir kabile gibi gören zihniyetle değerlendirmek çağdışılığını bırakın artık.
MUSTAFA ERDOĞAN - STAR