Ruşen Çakır'ın
röportajı
Arınç: Ben doğrucu Davut’um.
Hükümete benim üzerimden vuranlar olabilir. Bazı beklentileri karşılanmamıştır. ’Buna vurursak
cumhurbaşkanı olabilir, ötekisi de zaten baş
bakan. Bu üçlüden birisi yumuşak malzeme, onun üzerine gidelim’ demiş olabilirler...
Bülent Arınç’ı,
Refah Partisi’nin en parlak hatiplerinden biri olduğu, konuşma kasetlerinin elden ele dolaştığı 1980’li yıllardan beri tanırım. Kendi deyimiyle “doğrucu Davut” olan Arınç’ın hayranları da çoktur, kendisinden hiç hazetmeyenler de. Arınç’la bugüne kadar birkaç röportaj yapmıştım ama herhalde en ilginci bugün okuyacağınız olacak. Çünkü, inanılır gibi değil ama AKP’nin üzerinde en fazla spekülasyon yapılan ismi bundan böyle “düz bir milletvekili.”
Edindiğim bilgi ve izlenimlere göre AKP’nin gelecek kongresinde yönetime girecek ve muhtemelen
Hayati Yazıcı’nın
Haluk İpek’e devretmiş olduğu “Teşkilattan sorumlu genel başkan yardımcılığı” görevini üstlenecek. Yani AKP ona emanet edilmiş olacak. Kongreye kadar da biraz dinlenecek, siyasi gelişmeleri yakından takip edecek ama “eksikliklerini giderecek.” İşte Arınç’la yaptığımız 45 dakikalık sohbetten bazı satır başları.
En kıdemli Milli Görüşçü
Arınç şu an
TBMM’deki en kıdemli Milli Görüşçü. 1969’da 21 yaşında
Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’nde okurken Milli Nizam Partisi’nin kuruluşuna katılmış ve
Gençlik Kolları Başkanlığı yapmış. 1974-80 arası Milli Selamet Partisi
Manisa İl Başkanlığı yapan Arınç 1980 darbesiyle siyasi yasaklı olmuş. 1986’da RP
MKYK üyesi olarak
siyasete dönüş yapmış ve 1995’te ilk kez Manisa
Milletvekili seçildi. “Bugün 60 yaşına girmiş kır saçlı bir adam olarak siyasete devam ediyorum” diyen Arınç’a ilk olarak “Milli Görüşçülük nasıl bir şey?” diye sordum. “Bugünkü konuşmamızı Milli Görüş üzerine mi yapacağız?” diye sorup anlattı: “Evet biz Milli Görüş geleneğinden geldik, yetiştik. Çok basit olarak özetleyecek olursak: Önce ahlak ve maneviyat yani maddi ve manevi anlamda
kalkınma.
Milliyetçilik anlamında değil ama vatanını, toprağını, bayrağını sevmek; millici olmak. Batı’nın sistemlerini değil de milletimizi bin yıldır var eden temel düşünce esaslarına sahip olmak ve bunlarla kalkınmak. ”
Adil düzen“ bunun
ekonomik yönüydü. ”Milli Görüş öze dönüştür“ deniyordu.
Tarih,
inanç, dil, kültür birliği ana damarları oluşturuyordu. Biz Milli Görüş’te kendimizi görüyorduk.”
’Acı gerçekleri gördük’
Arınç Milli Görüş geçmişiyle açık açık ilk hesaplaşanlardan biriydi. Kendisine neden koptuklarını sorduğumda hemen 28
Şubat dönemini anlatmaya başladı: “Çocukluğumuzdan beri attığımız ‘
Erbakan Başbakan’ sloganı nih
ayet gerçek olmuştu. Bir yıl içinde iyi de bir ivme yaşandı ama dışarıdan müdahalelerle hükümet
istifa ettirildi. O tarihte yaşadığımız olaylar
Türkiye’de yaşadığımız gerçeğini çok acı bir şekilde önümüze serdi. Türkiye’de siyasal
iktidarların sadece
halk desteğiyle ayakta durabilme gücüne sahip olmadığını gördük.”
Arınç bütün bu gelişmelere karşı Erbakan ve yakın çevresinin gerekli adımları atamadığını söyledi ve şöyle devam etti: 28 Şubat’ta iyice tıkandığımızı gördük ve öteden beri parti politikalarını eleştiren bir grup
arkadaş ‘biz çok farklıyız, bize müsaade’ dedik. FP
mağdur olarak seçimlere girmesine rağmen üçüncü parti olabilmişti. Giderek marjinalleşiyorduk. Uzun tartışmaların ardından
AK Parti’yi kurtuluş olarak kurduk.
Kendisine “FP kapatılmasaydı da ayrılır mıydınız?” diye sorduğumda “Bu çok önemli bir soru, Aşil’in topuğu gibi” dedi ve devam etti: “Çünkü biz o siyasi harekette doğduk ve yetiştik. Ordan kopmak kolay değildi. Eleştirilerimizin hiçbir etkisi olmayacağını biliyorduk. Bu çizgiyle bir yere varmak kolay değildi. Ama ’ayrılın o zaman’ demek kolay, ayrılmak zordu. Sadakat denen bir şey vardı. Bir vesile olması lazımdı ’ayıpsız bir
ayrılık’ istiyorduk.”
Arınç’a “Niye parti dışından bazıları size ’günah keçisi’ muamelesi yapıyor? Neden ‘Arınç olmazsa AKP daha iyi olur?’ diyorlar?” diye sormadan önce açıkçası biraz ürktüm. Ama o yine “doğrucu Davut” olarak dümdüz konuştu. Önce “Biz partiyi, parti tabanını, milletvekillerini biliriz” diye girdi ve bu tür saldırıların parti dışından ve özellikle medyadan geldiğinin altını çizdi. Sonra sözlerini şöyle sürdürdü:
’Diline düşecek biri miyim’
“Hükümete vurmak kolay değil birileri için. Bugün vurur ama yarın bir şey bekleyebilir. Bir şey bekleyeceği birine kolay kolay vuramazlar. Birisine vurmalı ki onunla herhangi bir çıkar ilişkisi olmasın. İkincisi, eğip bükemedikleri insanlarla uğraşırlar. Ben onların eğip bükemediği biriyim. Doğrucu Davut’um. Doğru bildiklerimi söyler, konuşurum. Hükümete benim üzerimden vuranlar olabilir. Bazı beklentileri karşılanmamıştır. ’Buna vurursak cumhurbaşkanı olabilir, ötekisi de zaten başbakan. Bu üçlüden birisi yumuşak malzeme, onun üzerine gidelim’ demiş olabilirler.”
Arınç hem “Bizler onurlu insanlarız.
Kişilik haklarımıza, özel hayatımıza,
aile yaşantımıza girilmesi bizi çok üzer. Yaptıklarımızla eleştirilmek isteriz. Karşıma fikirlerle çıksınlar. Yanlışımız varsa düzeltiriz ama doğru bildiklerimizi de her zaman her yerde savunuruz” diyor, hem de hiç şikayetçi olmadığını, bu sayede bazı kişilerin karakterlerini öğrenmiş olduğunu söylüyor.
Ve bir aşamadan sonra isim de veriyor: “Bir insan korkusunu, endişesini bu kadar açık eder mi? Benim yeniden
TBMM Başkanı olup olmamamı pazarlık konusu yapabilir mi? Yani biz Ahmet Hakanların, Özköklerin diline düşecek kadar basit insanlar değiliz. Onlar yaptıklarıyla kamu vicdanında yargılanacaklar. Bizler de medyada gerçek, dürüst, vatansever, işini iyi bilen insanları takip etmeye devam edeceğiz.”
28 Şubat’ın hayrı
Arınç’a bir zamanlar “ne zaman AB taraftarı oldunuz?” diye sorduklarında “28 Şubat’tan beri” demişti. Ben de kendisine “28 Şubat hayırlı mı oldu sonuçta?” diye zor bir soru sordum bir ayet ve bir hadisle
cevap verdi: “Ayette ’Sizin hayır gördüğünüzde şerler, şer gördüğünüzde hayırlar gizlenmiş olabilir’ diyor. Ayrıca ’olanda hayır var’ diye bir hadis var. 28 Şubat keşke olmasaydı, böyle bir
kesinti yaşamasaydık. Fakat sonuçta 28 Şubat’ı yapanlar yanıldılar. Bu sadece o günle sınırlı kalmadı. Bugün de aynı kafayla hareket edenlerin ne kadar büyük bir yanılgıya düştüklerini görüyoruz.
‘
Abdullah Gül asla partizanlık yapmaz’
Arınç, Gül’ün cumhurbaşkanlığından son derece mutlu olmuş. Kendisine 1
Mart tezkeresinin geçmemesindeki katkılarını hatırlatıp şöyle sordum: ”Gül de aynı şekilde hükümetten gelen bazı atamaları, kanunları geri yollayabilir mi?” Lafı dolandırmadan cevapladı:
”Sayın Cumhurbaşkanımız çok iyi bir devlet adamıdır. Asla partizanlık yapmaz. Ne kadar zor olursa olsun mutlak anlamda tarafsız bir cumhurbaşkanı olmak zorundadır ve olacaktır. Teslimiyetçi olmayacaktır, ama yürütmenin, yasamını gücünü bilir ve cumhurbaşkanlığının sorumluluğunu da bilir.
Söz tarafsızlıktan açılmışken “peki siz tarafsız bir
Meclis Başkanı oldunuz mu?” diye sormadan edemedim. Yine açık konuştu: “Meclis’i yönetirken tamamen tarafsız hareket ettim, kimse bir şey söyleyemez. Ama Meclis’in yasama ve egemenlik yetkisi ve siyasetle ilgili konularda konuştum, daha ötesine geçip gereğini yaptım. Bana kızanlar veya eleştirenler oldu. Ben Meclis’i hor ve hakir görenlere, Meclis’i susturmaya çalışanlara, saltanatlarını sürdürmek isteyenlere cevap verdim ve bu birilerinin hoşuna gitmedi. Ben Milli
Güvenlik Siyaset Belgesi’ni, laikliğin yeniden tanımlanmasını, kamusal alanı Meclis’te konuşmayacağım da nerde konuşacağım?”
Sivil plakaya binecek
Arınç, yeni dönemde
sivil plakalı
Renault Laguna’ya binecek. Bakanlık istemeyen Arınç, Meclis
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi Başkanlığı (KEİPA) yapacak.
‘Kabineye girerim’ diye endişelenmiş
Arınç iki hayalinin olduğunu ve bunların ikisinin de gerçekleştiğini söylüyor: Biri Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi, diğeri AKP’nin yeniden tek başına iktidar olması. AKP’yi
Prens Sabahattinler, Serbest Fıkralar çizgisi içine yerleştiren Arınç onun bu çizgi içinde bir
yıldız olduğuna inanıyor. “AP ve
ANAP, AK Parti’nin yaptıklarının onda birini yapmıştır. AK Parti de yapabileceklerinin üçte birini yapmıştır” dedikten sonra partisinin üç dönem tek başına iktidar olması halinde Türkiye’nin gerçek anlamda çağ atlayacağını ileri sürüyor.
Dinlenmek istedim
Peki bu arada kendisi ne yapacak? Neden hükümette değil? Arınç başından beri hükümete girmek istemediğini söylüyor ve şöyle konuşuyor: Niye hükümette yer almak zorundayım? ’Mesleğim avukatlıktır’ dedim ’
Adalet Bakanı olmak istiyor’ dediler. Dilimin ucuna ’25’ geldi ’
Kültür Bakanlığı’ dediler, halbuki aklıma bile gelmemişti. Ben hükümete girmek istemedim, bir süre dinlenmek istedim. Bunu Tayyip Bey’e de söyledim.
“O girmenizi istedi mi?” diye sorduğumdaysa “O sadece beni dinledi. İki kere görüştük ve istemediğimi söyledim. Bana anlayış gösterdiğini de kabineyi açıkladığında gördüm” cevabını verdi. Yani Arınç son ana kadar “ne olur ne olmaz” demiş ve Erdoğan’ın kendisini bakan yapmaması üzerine derin bir nefes almış.
Şener’e saygı duyuyorum ama...
Arınç’a
Abdüllatif Şener’in tercihi hakkında ne düşündüğünü de sordum. “Tercihine saygı duyuyorum” dedi “ama” diye devam etti: “Kendisine de söyledim: Bizler başkaları gibi değiliz. Her hareketimiz, her sözümüz tüm partiyi ilgilendirir. Biz bir karar vereceğimiz zaman partinin yetkili insanlarıyla görüşerek bu düşüncemizi açmamız lazım. Bu danışma mekanizmasına ihtiyaç duymadan kendi kararımız açıklarsak bu partiye zarar verebilir. Siyaset elbette bir gün bitecek, bitmesi de lazım. Bugün siyasetten ayrılma kararı verecek olsam eşimle, yakın çevremle konuşurum ama en son partimin başındaki insanlarla mutlaka görüşmem gerekir. Uygun görürlerse kararımı çok rahat açıklarım.”
Siyaseti bırakır mı?
Özetle Arınç’ın Türk siyaset sahnesinden çekilmesini bekleyenlere acı bir haber: Arınç’ın siyaseti bırakması için sadece kendisinin istemesi yetmiyor, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AKP ileri gelenlerinin de buna onay vermesi şart.
(
Vatan)