"
Merkez stratejisine
hizmet edecek, yolu açabilecek çatışmalar-çekişmeler formüle ediliyor. 50'den gelen rahatsızlıklar henüz çözülmedi, nihai hesaplaşma hala olmadı" diyor Prof. Dr. Sarıbay...
Üslup ve siyasetin dip fotoğrafı
Duyarlılığına, nezaket ve seçkin üslubuna pek itibar ettiğim Ahmet Selim dün Zaman'da, yakın dönem siyasi tarihimizde birbiriyle
rekabet eden liderlerin ilişkilerinden, üsluplarından örnekler verdi ve sözü bugüne,
Baykal'a getirdi ve -eminim ki içi acıyarak- şu hükmü verdi: “Sayın Baykal herkesi özletti ve arattı. 1950'den beri siyasetle ilgilenirim, Baykal'ın şimdiki imajına benzer bir siyasi portre hatırlamıyorum. Ne
Meclis içinden ne Meclis dışından.”
Yeni Şafak'ta birkaç ay önce yayınlanmış bir manşetin başlığıydı “Deniz Seviyesi”.
CHP lideri Deniz Baykal'ın,
Başbakan Erdoğan'a -eşini kastederek-
örtü başınızı örter ama ayıplarınızı örtemez sözleriydi haberin konusu. Şimdi de 70 yaş tartışması var gündemde.
Siyasetçi hoşgörüsüz, tahammülsüz, eleştiriye gelmiyor, çok çabuk coşkuya kapılıyor ve aklından çok duygularını, önyargılarını kullanıyor, kendi
politika ve projelerini anlatmak yerine ötekini “sözle döverek” tabanına
mesaj göndermekle yetiniyor.
Hedef basite indirgenince, üslup da sertleşiyor, nezaket ve insaniyet boyutu kayboluyor.
“Efsane Başbakan
Erbakan”ın acil ihtiyaçtan hızlandırılmış konferansları da üslup açısından tartıldığında siyasetin geldiği seviyeyi vermeye yeterli.
Siyasi liderler siyaset üretmek yerine birbirleri için üslupsuzluk üretiyorlar. Hakkaniyet ve denge kaygısı hiç yok. Üslup ki, sahibinin kişiliğini, derinliği, sığlığını verir. Siyasette bariz bir üslup problemi var ve bununla siyaset irtifa kaybı var, öteki değerleri de aşındırıyor.
Önümüzde seçim var ama toplumda bir seçim heyecanı yok. Normal bir süreç yaşamıyoruz, ya millet ya devlet şeklinde bir dayatma var. 22 Temmuz'da bizden neyi seçmemiz isteniyor?
Cevabı net değil. Ortada bir oyun var ve sanki bu oyunu olgunlaşmamış, siyasete yeni girmiş kişiler oynuyorlar. Biri bir şey söylediği zaman diğeri hemen refleksif olarak karşılık veriyor, söylenenenin değeri-önemi-anlamı-yapılabilirliği üzerinde durulmadan tüccar zihniyetiyle “ben daha ucuza yaparım” söylemi hakim.
Liderler ekranlarda ve meydanlarda boy gösteriyorlar fakat kaygadan, gürültüden ne dedikleri pek anlaşılmıyor. Seçimler, cumhurbaşkanlığı krizi, mazot ve ip olmak üzere üç şeye indirgendi...
Terör bile bir figüre indirgendi... Bu parti ülkeye neyi getirir, neleri değiştirmek istiyor diye sorduğumda, siyaset bilimiyle uğraşan biri olarak cevabım yok ve üzülüyorum. Siyasetin anlamsızlaştığı bir ortam var. Halk da soyut ve pasif bir konumda tasarlanıyor, meydanlardaki kalabalık görüntü yetiyor. Burada partilerin tutumları birbirini besliyor.
Demokrasi ve özgürlükler için bütün partilerin mazeretleri var, kimi Meclis'e girmek istiyor, kimi daha çok vekil...
Evet ama siyasette
ihmal edilen çok önemli bir “güven”kavramı var.
Güven demokrasinin bel kemiğidir. Siyaset tamamen stratejik bir oyuna dönüştüğünden siyasette “güven” diye bir olgu yok. Güven kendi içinde bir bilinçlilik halidir. Siyasilerin,
iktidarın ordu gözünde çatışma ve çekişmeye sebep olan taraflarından biri de budur, yani söylenenlerle yapılanlar arasındaki tutarsızlık gözüktüğünde güven bunalımı doğuyor. Churchill'e atfedilen bir söz var; siyasetçi gelecek seçimi, devlet adamı gelecek nesli düşünür. Bu şık bir durum değil, fakat tutum böyle. Liderler olgunluk gösterip, eleştiriyi makul karşılamıyor, kitlesini coşturmak için on katıyla
yanıt veriyor. Bu kavgada kazanan yok. Hepimiz yıprandık, siyasetin inandırıcılığı da kalmadı, kurumsallaşma imkânı da.
CHP cephesi, seçim kampanlasını devlet-millet çatışması ekseninde yürütüyor, AK Parti'de “millet” kavramı üzerinde yoğunlaşıyor. Gerçekte böyle bir çatışma var mı? Siyaset ve çevresinde yaşanılanlar normal gözükmüyor, 1950'ye benziyor mu?
50'nin yarattığı çatlamalar onarılmadı, üstü örtük şekilde devam eden süreç nüksediyor.
Ne tür çatlamalar var?
Bu çatlamalar aslında yapay şeyler üzerine oturuyor.
Millet-devlet karşıtlığı, demokratlar-demokrat olmayanlar, laik-anti laik gibi kökleri tamamen ma-nüplatif olarak formüle edilmiş çatışmalardır.
HERKES MERKEZE OYNUYOR
Yani bunlar iktidara giden yolda gerektiğinde kullanılan söylemler mi?
Bizim siyasi köklerimizden gelen bir meseledir devlet iktidarını ele geçirmek. Devlet iktidarını ele geçiren “toplumu en iyi ben yönetirim, çünkü dağıtım daha hakça yaparım” der. Demokratsanız da böyle söylersiniz, sosyalistseniz de. Biz de hep merkeze yönelik mücadeleler var, merkezci olmayan parti yok. Ötekiler figüratif kalıyorlar. Sol olduğundan herkesin şüphe ettiği CHP, merkeze en fazla oynayan partidir. Merkez stratejisine hizmet edecek, yolu açabilecek çatışmalar-çekişmeler formüle ediliyor. 50'den gelen rahatsızlıklarımız henüz çözülmedi, nihai hesaplaşma hâlâ olmadı.
Demokratlar açısından hesaplaşma mı?
İki taraf açısından da. Demokratlar kendilerini “
mağdur” taraf olarak sunuyor, CHP'liler de, 'bunu hak ettiniz, çünkü demokrasiyi katlettiniz' diyorlar. Fakat bu tezi ileri sürenlerin daha sonraki tutumları ve söylemleri demokrasiyle hiç bağdaşmıyor. Merkez iktidarı ele geçirmek bir güç ilişkisi olduğundan hukuk yok oluyor. Hukukun yok olduğu yerde ne olacağı kestirilemez, egemene uygun bir hukuk oluşur.
BÜTÜN PARTİLERİN HEDEFİ DEVLET İKTİDARI
Bugün açısından tablo nedir?
Bugün açsından benzer bir tablo. AKP de merkeze oynamak istiyor, bunun taktiksel bir tarafı var, çünkü hukuk içinde yer almasına rağmen bazı güçlerce meşru sayılmıyor. AKP kendini meşruiyet dışı ilan edenlere karşı mücadele veriyor, taktikler geliştiriyor. Fakat o da merkezi hegemonik bir şekilde ele geçirmek istiyor.
Partiler, siyaset felsefeleri farklı olsa da iktidar algısı aynı...
İktidar algısı hiç değişmiyor. Parti içindeki tutumlara baktığımızda bunun hiç değişmediğini görüyoruz. Hegemonik bir tutum, devlet iktidarını ele geçirdikten sonra toplumu
düzenleme arzusu bütün partilerde var, farklı kelimelerle aynı
özden bahsediyorlar.
Bir de siyaset kurumu çok mu zayıf?
Bizde genel anlamda kurumlaşma zayıf ve bu siyasete de yansıyor.
SİYASETİN TEK SORUNU ASKER DEĞİL
Siyaset kurumu zayıf ama askeri kurumlar güçlü ve köklü. Buradaki kurumsal farklılık demokrasiyi nasıl etkiliyor?
Demokrasiyi etkiliyor ama adece bu yönüyle etkilediğini söylemek eksik olur, çünkü demokraside kendi bakışımızın nihai belirleyici olduğundan vazgeçmemiz gerekiyor. Modern toplum farklılaşmış, dolayısıyla işlevsel olarak kurumsal bir toplumdur. Yani her bir yapının, kurumun sistemi bellidir. Siyasetteki sorun askerin daha kurumsal olmasında aranmamalı.
Pratikte?
Bunu ne besliyor, tarihsel ve geleneksel olarak tanınmış olan role bakmak lazım. Bunu sadece bir kuruma yüklemek, çeşitli dönemlerde başında bulunan insanların hırsıyla açıklamak eksik olur. Bu rolü biçen geniş bir kesim var. Burada
halkı da spot altına alıp eleştirmek lazım, sık sık “biri gelsin,
demir yumruğunu vursun, bu işi halletsin” diyor.
DEMOKRASİ SİYASİ İNANÇSIZLIKTIR
Bizim fikrimizle aramızda duygusal bir bağ var, seviyoruz fikrimizi ve kolay kolay eleştiremiyoruz kendimizi, paralelimizde yürüyenleri...
Bizde demokrasi perestlik var; putperestlik gibi bir şey. Demokrasiyi kutsal bir şeye dönüştermek demokrasiyle bağdaşmaz, onunda eleştirilecek yanlarının olduğunu bilmemiz lazım. Putlaştırmaktan vazgeçmek lazım, demokrasi bir anlamda siyasi
inançsızlıktır. Kendisini inanç haline getirdiğiniz bir rejimin gideceği yer bellidir.
Bu anlamda CHP ve AKP aynı tuzağa düşüyorlar mı?
Aynı tuzağa düşmüyorlar, aynı tuzağı kendileri hazırlıyorlar. Gelecek için de aynı tuzağı beraberce hazırlamış oluyorlar. AKP'nin demokrasi vurgusu, temsil ettiği kesime yönelik baskılara başkaldırıdır. CHP'nin demokrasi vurgusu da temsil ettiği kesimin yaşam tarzının tehlikede olduğu tezidir. Esasında ikisi de farklı yerlerde durarak aynı şeyi söylüyorlar. İkisinde de toplumu
terbiye etme isteği var ki.
AKP savunmada CHP saldırgan MHP ip atıyor
Söylem analizi açısından baktığınızda meydanlara inen partiler size nasıl bir fotoğraf veriyorlar?
AK Parti kendini savunmada hissediyor, lideri kendisine yapılan eleştirileri karşılıyor,
cevap veriyor ve bu arada 4,5 yıllık icratlarını sıralıyor. CHP saldırı halinde, satrançta şah demenin peşinde. DP,
birleşme sürecinde çıkış yakalar gibi oldu ama tutum bu işi hakkıyla götürebileceğine dair izlenimleri sildi. MHP ise beni şaşırttı, diğer partilere göre daha ağırbaşlı, daha tutarlı, daha bilinçli ve geleceğe hazırlanıyor gibi görünürken, ip atarak kendini birden anlamsız bir polemiğin içine soktu.
Bahçeli, Başbakan Erdoğan için “En büyük siyasi terörist” dedi...
Siyaseti korku aracına çeviren bir insan portresi çizmeye çalıştı ki, bence haksız, o sözün karşılığı yok.
SİYASET İKİ KUTUPLU GİTMEZ
Fakat AKP ve CHP haricinde güçlü bir alternatifin olmadığı görüşü baskın toplumda. Siyasette iki kutuplu bir Türkiye ihtimali var mı?
Türkiye sosyoljik olarak bunu reddeder. Türkiye'nin dünya içindeki yeri iki alternatif arasına sıkışacak darlıkta değil. Türkiye çeşitlendi, farklılaştı, çok mesafe kat etti. Bunu artık iki kutba, iki görüşe indirgeyemezsiniz. Fakat dünyada olan şey Türkiye'de de oluyor, yani mümkün olduğunca farklılıklar siyasi temsil düzeyinde sınırlı tutulmak isteniyor. Belki biz
Amerikan sistemine özeniyoruz ama onun bir tarihselliği var.
Demokrasi uzlaşmamadır
Dayatılan bir “uzlaşma” kavramı var. Çankaya yolunda dilimize pelesenk oldu. CHP'nin uzlaşmaya yüklediği anlamın siyaset biliminde karşılığı var mı?
Hayır,
modern siyaset biliminde demokrasinin “uzlaşmama” olduğu söyleniyor. Türkiye'de uzlaşmayla kastedilen; sessiz sedasız uyumlu bir topluma dönüşelimdir. Fakat Çankaya seçiminde uzlaşmayı
Anayasa gösteriyor zaten.
Anayasa CHP'ye yetmiyor, “sindirilmiş” ilkeler dayatıyor, olmazsa krizle tehdit ediyor...
Belirleyici olan Anayasa'dır, uzlaşmanın kuralları orada var. Ben yaparsam doğru, sen yaparsan gayrı meşru demek inatlaşmadır, tehlikeli bir şeydir.
CHP DEMOKRASİDE SAMİMİ DEĞİL
CHP'nin bir partiyi gayri meşru ilan etme gücü var mı?
Gücünü bilemem ama hakkı hiç yok. CHP liderinin, Anayasa Mahkemesi'nden istenilen doğrultuda karar çıkmadığında çatışma yaşanır sözleri çok talihsizdi. Demokratlık iddiası taşıyan kimse bu sözü söylemez. Şimdi CHP liderinin demokrasiyle ilgili endişelerini kim samimi bulabilir ki? 23 Temmuz'da demokrasi için bir şans doğacağına dair inanç yok kimsede.
23 Temmuz sabahı demokrasinin güçleneceği algılaması yoksa, toplum siyasetsiz kalmakla karşı karşıya. Bu demokratik sistemi tehdit eden bir sürece dönüşür mü?
Eğer böyle olursa kötü seçenekler üzerinde durulur. Ya da kötü siyaset sınıfının egemenliği onanmış olur, bırakınız yapsınlar birakınız devam etsinlere dönüşür. Türkiye'de siyaset halkı yönetime katmadan iktidarını yürütebilme sanatına dönüştü. Ne yazık ki halk da siyasetin bu şekilde yapılmasını kabullendi.
Bir anormallik var, biz siyaseti gereğinden çok fazla abarttık da şimdi sıkıntılarını mı yaşıyoruz? Yani bir açından normalleşme süreci mi?
İyi bir tespit, her şeyi siyasileştirdik ve artık
mide fesadına uğradık. Bir kısım tavırlar bununla ilgili. İkinci tavır ise, artık buradan bir şey çıkmaz inancı. Üçüncüsü de; siyaset sınıfının siyasetin bu olduğuna dair tekrarlanan tavrı. Bu 60'lardan beri tekrarlanıyor. Eski liderlerle bu günkü liderler arasında nüanslar var.
Bugün, “artık siyasetten bir şey çıkmaz” görüşü baskın gelirse ne olur?
Güce endeksli bir siyaset anlayışı hakim olur, bu da otoriter rejim, içe kapanan despotik bir yöneliş olur. Bu olasılık güçlü değil, toplumların kendi üzerine düşünmesi diye bir olgu var. Fakat bizim zaman zaman pire için yorgan yakan bir tarafımız da yok değil.
Selçuk, hayal kırıklığı oldu
İlhan Selçuk'la, MHP arasındaki yakınlaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konuda rahat konuşamayacağım. Gençliğimde İlhan Selçuk'u okuyarak, fikirleri doğrultusunda dünyayı algılamaya çalışmıştım. Dürüstlük, hakkaniyet, demokratlık… diyordu. Şimdi kişisel bir hayal kırıklığı yaşadığımdan söyleyeceklerim pek hoş olmayabilir. Bu ilişkiye MHP açısından bakarsam, MHP'nin zaten baştan bir imajı var ve bu ilişkide imajiyla ters düşen MHP değil, İlhan Selçuk'tur. MHP kendini İlhan Selçuk'a kullandıracak bir parti değildir.
YENİŞAFAK