#
etiket' title='CHP haberleri'>CHP Genel Başkanlığı için
aday olduğunu açıklayan
işadamı Umut Oran'a göre, bugünkü parti
yönetimi delegelerin yönetimini ve
iktidarını hedefliyor. Mevcut CHP yönetimi
Türkiye'nin iktidarına talip değil ve
ülke sorunlarıyla ilgilenmiyor
# CHP Genel Başkan Adayı
Umut Oran 'Bu çıkışımın yeni bir
siyaset anlayışının çıkışı olacağına yürekten inanıyorum. Bu anlayışa, bu çıkışa katılacak olanlar siyaseti meslek edinmişler değil, ülkesine
hizmet etmek isteyenler olacaktır' diyor
İSTANBUL - Umut Oran, sosyal demokrat
genç bir işadamı. Tekstil sektöründe Anadolu'daki yatırımlarıyla ve çok sayıda
sivil toplum kuruluşunda yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Oran, son olarak CHP Genel Başkanlığı'na adaylığını açıkladı ve partinin kıdemli başkanı Deniz Baykal'ın hedefi haline geldi. Umut Oran
başkanlık öyküsünü
Radikal'e anlattı:
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanlığı'na aday olma meselesi nerden çıktı? Tamam sosyal demokrattınız, bu işlerle ilgiliydiniz. Siz mi karar verdiniz, yoksa bir ekip mi teşvik etti?
Bu uzun bir süreç aslında. 2005'ten beri sürekli olarak bu konuda bir
baskı var. Hemen hemen her yıl ortalama 30-40 ile gidiyorum. Orada üniversitelerin, odaların, il genel meclislerinin çalışmalarına katılıyorum. Hep ekonomiyi, bölgesel
kalkınmayı anlatıyorum. Bazı yerlerde projeler de yapıyoruz. 2005 yılında Türkiye Giyim
Sanayicileri Derneği Başkanlığı'nı bıraktıktan sonra bana sürekli siyasete girmem konusunda baskı var.
Size 'Siyasete gir' derken mutlaka CHP Genel Başkanı mı ol diyorlar?
Kimse bana git siyasete gir demedi. Bana keşke şu CHP'nin başına geçsen denildi. Bugüne kadar çok enteresandır, bunu belki yüz kere duydum topluluklardan. Ortaya çıkan şey şuydu: CHP'nin başına geçseniz iyi olur. Böyle bir beklenti oluştu. Bir de 2005'in ortalarından itibaren 10
Aralık çalışmaları başladı. 10 Aralık ile beraber birtakım ortak
akıl toplantıları yaptılar. Bu toplantılarda
Erdal (
İnönü) Bey de, Altan (Öymen) Bey de vardı. Hem CHP'den insanlar hem de CHP'nin dışladığı insanlar vardı. O zaman da solda birkaç tane lider adayı ismi zikredildi. Orada adı geçen iki üç kişiden birisi de bendim. Sonra bana da bu konuda kamuoyundan bir baskı geldi. Bu konuda benim de görüşlerimi sordular.
O zaman ben şöyle düşünüyordum: CHP'de bugünkü parti içi yönetim tarzının, yönetim şeklinın kırılması çok zor. O zaman daha sosyal demokrat, daha demokratik, daha insanı merkez alan bir parti ortaya çıkartılması şart. Daha sicil esaslı bir parti gerekiyor. Bu baskı esasında böyle bir süreci başlattı. Ondan sonra benim 20-25 kişilik bir çalışma ekibim oluştu.
Yani 2005'ten itibaren süreç başladı aktif olarak. Ben uzun yıllardır siyaset yapmasam da sonuçta Türkiye'nin önemli sorunları ile uğraşıyorum. Bunlar
ekonomik kalkınma, iş, aş, göç, sosyal
patlama, güvenlik sorunları, kadın istihdamı, gençlerle ilgili çalışmalardır. Dolayısıyla siyasetin içerisinde siyasi bir kimlik sahibi olmadım ama her duyarlı ve sorumlu vatandaş gibi sivil örgütün içinde kanaat önderi olarak yer aldım. Yaptığım çalışmalar hakkında CHP yönetimini ve Deniz Bey'i de bilgilendiriyordum. Deniz Bey de sonuç itibarıyla sevdiğim, saydığım bir liderdir. Türkiye siyasetine önemli katkıları olan biridir. Ama CHP şu andaki haliyle
halka rağmen siyaset yapıyor. Halkın nabzını, halkın
gündemini tutamıyor.
Nereden buraya geldik? Neden böyle oldu? Birkaç kez daha CHP yönetiminde yer alma fırsatım oldu. Ama bu kararı ben bir türlü veremedim. Şöyle veremedim, çünkü ben sivil toplum örgütlerinde çalışırken bir şey üretiyordum. Türkiye'deki siyasete girdiğiniz zaman ise şu risk var: Siyasetin sistemsizliğinin bir parçası olursanız bir şey üretemezsiniz. O zaman niye gireceksiniz siyasete, etiket veya statü peşinde değilseniz? Siyasete girdiğiniz zaman sizin bir alanınızın ve tanımınızın olması gerekir. Sivil toplum kuruluşlarında ise Türkiye'nin öncelikleri ve önemli sorunlarıyla ilgili proje üretiyorum, dünyayı izliyorum. Üretmekle birlikte onu
uygulama imkânına sahip oluyorum. Bunun en somut örneği Adıyaman'daki
tekstil kümelenme projesidir, GAP'tır. Bunun sonuçlarıyla, öğrendiklerimle, gözlemlediklerimle projenin bir parçası olarak Bolu'daki
fabrikamı kurdum.
Genel başkanlığa talip olduğunuza göre CHP'den bu yapısıyla, bu siyaset anlayışıyla umudunuzu kestiniz o zaman...
Hayır, kesmedim. Mevcut sistemi kabul etmek benim kafamda hep soru işaretidir. En son geldiğim süreçte şu var: Adaylığımı açıkladıktan sonra Deniz Bey de söylemiş Umut'a ihtiyacımız var diye. Gideceksiniz partiye, parti meclisine alacak sizi. Ama şu andaki CHP yönetimi, parti içi
demokrasi, örgütlerle
iletişim, üyelerin ve delegelerin
seçim sistemi, genel başkanlık
seçim sistemi açısından özlenen bir yapı değil. Türkiye'deki yüzde 10'luk
barajı eleştirirken genel
başkan adayı olmak için delegelerin yüzde 20'sinin desteğini almak gibi baraj koymuşuz partide.
Benim ne yapmam lazım? Siyasete gireceksem iki yol var: Birincisi, mevcut sistemsizlik veya benim uygun görmediğim, Türkiye'yi bir yere götüremeyen siyaset anlayışı var. Burada başrol oyunculardan bir tanesi CHP. Bugünkü yönetim şekli, parti içi demokrasi, delege seçim sistemine baktığınızda sosyal demokrat partiye uygun olmayan anti demokratik bir uygulama var. Genel başkanın el vermesiyle parti meclisine gireceksiniz, bir iki sene bekliyeceksiniz ardından diyeceksiniz ki ben bu genel başkana karşıyım. Eğer baştan beri hisleriniz, inacınız buysa bunları saklamakla genel başkana haksızlık yapmış oluyorsunuz. Bu etik ve ahlaki bir davranış olmuyor. Çünkü Genel Başkan atama usulüyle sizi partiye alıyor. Ondan sonra birçok süreçte onun savunduğu politikaları savunuyor, altına imzanızı atıyorsunuz. İki sene sonra üç dört
arkadaş diyorsunuz ki bu genel başkanla olmuyor. Bu bana göre hem genel başkana,hem de delegelere yapılan etik dışı bir davranış bu. Fikirleriniz baştan uyuşmuyorsa o zaman bunu açıkça ifade etmeniz, söylemeniz lazım.
Siz bunu yapmadınız.
Esasında burada ben bir anlamda ezberi bozdum, bu yolu izlemeyi
tercih etmedim. Bu sistemsizliğin içine girip de yıpranmış bir isim olmaktansa, yeni bir anlayışı, yeni bir siyaset yapma biçimini, yeni bir parti içi demokrasiyi, yani tepeden tırnağa yeni bir anlayışı temsil ettiğimi de ifade ederek ve Türkiye'nin öncelikle çok zor bir süreçte bulunduğunu, bu süreçte de gençler olarak, iş insanları olarak, kanaat önderleri olarak veya duyarlı vatandaş olarak gelişmelere bir şekilde müdahil olmamız gerektiğini düşünerek böyle bir girişimde bulundum.
Bu kendi kendine olmadı. Yani
akşam yatıp, sabah kalkıp da CHP'ye genel başkan olacağım demedim. Hep şuna baktım: İnanıyor muyum, güveniyor muyum, her şeyiyle benimsiyor muyum, o zaman varım. Yoksa onun içinde yer almamın anlamı yok. Bunu hem kendi üretkenliğim, hem de ülkeme ve topluma sağladığım fayda açsından değerlendirdim.
Tamam, bunlar iyi, güzel, doğru da pek alışık olmadığımız şeyler. Ama aday gösterilmeniz için belli sayıda delegenin bunu istemesi lazım. Biz de biliyoruz ki bu delegeleri genel başkanlar seçer, CHP'de de öyle. Delegeler niye aday göstersinler sizi?
Bir kere kurultaya bir ay kala böyle bir karar vermek çok büyük risk. Ama bunu zamanlama olarak doğru buldum. Türkiye'nin 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesi başlayan süreçte iktidarıyla, muhalefetiyle içeride saçma sapan bir gündemle uğraştığını gördüm. Dışarıda çok büyük ekonomik sorunların yaşandığı bir dönemde Türkiye'nin bu gündemi büyük talihsizlik. Siyaset son derece yanlış önceliklerle, yanlış gündemlerle Türkiye'nin önünü kapatıyor. Burada ne AKP ülkeyi yönetebiliyor, ne de CHP mevcut sorunlara çözüm üretebiliyor. AKP bir yandan da rejimin bazı temel değerleriyle oynuyor, buna karşılık devletin sigortaları da ister tasvip edin ister etmeyin buna
cevap veriyor.
Ben de bu süreçte, bu kaotik ortamda böyle bir çıkış yapmayı doğru buldum. Bu bir anlamda bu kötü siyasete sivil bir müdahale. Türkiye'nin bu kadar kötü yönetilmeyi hak etmediğine inanıyorum. Siyasete bakıyoruz Cumhurbaşkanına mecbur kalmadıkça gitmeyeceğim diyen ana muhalefet partisinin başındaki kişi gidiyor. Konu ve gündem belli olmasına rağmen başka şeyler konuşuyorlar. Niye konuşulmadı diyorsun? Cumhurbaşkanı açmadı deniliyor. O zaman sen aç onun için gitmedin mi oraya. İşte bunlar klasik siyasetin Türkiye'nin önünü tıkadığını gösteriyor. Türkiye yönetilemiyor. Doğru yönetimde
diyalog, sağduyu, toplumsal mutabakat şart. Yani iktidar olsun muhalefet olsun bir karar alırken ilgili kurumlarla zaman zaman biraraya gelmek durumunda. Sadece cenazede, sadece merasimde biraraya geliyorlar. Bu anlayışın değişmesi lazım. Bu anlayışı değiştirmek için de risk almamız lazım. Sivil toplum örgütlerinde yıllarca gerçek bir
lobi yapsanız da, karar verici olmadığınız sürece etkili olamıyorsunuz.
Aldığınız riski delegeler takdir edecek mi? Sizi aday gösterecekler mi? Bu sefer olmasa da bunun sonrası var mı diyorsunuz?
Kurultayda Genel Başkanı seçecek olanlar 1213 delege. Fakat bu 1213 kişi şu ana Türkiye Cumhuriyeti'nde bir
azınlık halindeler. Şöyle bir psikoloji içindeler: Daha önce genel merkeze karşı çıktıkları için bazı il yönetimlerinin başına gelenler benim başıma da gelebilir. Bu bir korku yönetimi. Hem parti içi korku var hem de CHP'li delege şu anda bölgesinde azınlık konumunda. CHP delegesi olması ona herhangi bir avantaj getirmediği gibi sistemden kopuk bir hayat sürdürüyor. Anadolu'dan, yerelden, gençlerden, kadınlardan kopuk bir parti yönetimi sonuç itibarıyla delegeleri de büyük bir yalnızlığa itiyor.
Bir kere şöyle bir sıkıntı var. Bu parti iktidar olmayı hedeflemiyor. Bu parti kronik bir şekilde muhalefette kalmayı hedefliyor. Bu parti Türkiye'nin sorunları ile ilgilenmiyor. Bu parti yalnızca 1213 delegenin organizasyonuyla ilgileniyor oysa ki Türkiye 72 milyon kişinin yaşadığı bir ülke.
Adaylığınızı açıklayacağınıza Deniz Baykal'a birlikte bunları düzeltmeyi teklif etseydiniz daha iyi olmaz mıydı?
Bugüne kadar ağzımdan çıkan her sözü Deniz Bey'le hep paylaştım. Olmaz demedi. Ama öncelikler farklı. Bugünkü parti yönetiminin öncelikleri, delege organizasyonu, delegelerin yönetim şeması, o delegelerin atanması, oluşturulması. Orada mutlak bir iktidar var. CHP yönetimi sadece bu delegelerin yönetimini ve iktidarını hedefliyor. Türkiye'nin değil.
Adaylık için gereken oyu aldınız ama seçimi yine Deniz Bey kazandı. Ne olacak? Atmazlarsa parti üyesi olarak bir dahaki genel kurula mı hazırlanacaksınız?
Hep Türkiye'de siyasete girilmez, Türkiye'de siyaset kirli bir alan denildi. Bugün en güvenilmeyen insanlar siyasetçiler. Çünkü biz böyle söyleye söyleye birilerine buraları bıraktık. Özellikle CHP'de yönetimin yaşı emeklilik düzeyine gelmiş ama altta bir şey yetişmiyor. Ama Türkiye burada da CHP alternatifsiz olmamalı. İlla ki siyaseti meslek edinmiş insanlar siyasette görev alacak diye bir şey yok. Yani önemli olan sizin birikiminiz varsa tecrübeniz varsa, kadronuz varsa son derece demokratik biçimde ortaya çıkıp ortaya koyarsınız. Önümüzü tıkayan en önemli olay şu anda bence seçim sistemi, Siyasi Partiler Kanunu. Bu değişmediği sürece bir şey olmuyor. Yola çıktığımda her olasılık vardı. Her sonuçta yola devam edeceğim. Bugüne kadar 15 yılda sivil platformda yapmış olduğum çalışmayı artık siyasi platforma taşıyacağım.Türkiye'nin alternatifsiz olmadığını, Türkiye'de sivil mantalitede siyaset yapılabileceğini ortaya koyacağım, göstereceğim.
Şu andaki mevcut CHP yönetimi kötüdür, değişmelidir demiyorum. Ben bir anlayışın değişmesi gerektiğini ve artık yeni bir anlayışa ihtiyaç olduğunu söylüyorum. Ben onların üzerinden siyaset yapmayı doğru bulmuyorum. Yapmışlardır, hizmet etmişlerdir. Benim anlayışım şu mevcut yönetim şunu yaptı, bunu yaptı değil. Ne yapacağımızı anlatmamız lazım. Bu ülkenin önünü nasıl açacağımızı, siyaset anlayışını nasıl değiştireceğimizi anlatmalıyız. Şu anda CHP'nin yeni bir tüzüğe ihtiyacı var. CHP yerelden nasıl daha iyi besleneceğini, gençlerle nasıl iletişim kuracağını,
işçi sendikalarıyla,
iş dünyasıyla nasıl ilişkiler kuracağını belirlemeli.
Bu çıkışımın yeni bir siyaset anlayışının çıkışı olacağına yürekten inanıyorum. Bu anlayışa katılacak olanlar siyaseti meslek edinmiş olanlar değil ülkesine hizmet etmek isteyenler olacaktır. Bu başlangıç önce kar tanesi, kartopu ve sonrasında çığ olacaktır. Ben değişimin adayıyım ve bir şeyleri değiştirmeye adayım. Benim en önemli güvencem de bu partinin kurultay delegelerinin sağduyusudur. Onlara güveniyorum.
Adaylığımı açıkladıktan sonra hem CHP'lilerden, hem de diğer partilere oy vermiş insanlardan çok olumlu tepkiler aldım. Yurtiçinden, yurtdışından çok sayıda insan bana ulaştı. Hepsi 'Türkiye'de oy verecek parti yok. Bu söylemle bunu gerçekleştirirseniz oyumuz sana' diyorlar.
Umut Oran kimdir?
Umut Oran, 1963'te doğdu. Orta ve lise öğrenimini Saint-Benoit
Lisesi'nde, üniversite öğrenimini ise
Marmara Üniversitesi İİBF
İngilizce İktisat'ta tamamladı. İş hayatına Koç Holding'in tekstil şirketi
Bozkurt Mensucat'ta başlayan Oran, 1992 yılında kendi şirketi Domino Tekstil'i kurdu. Hazır
giyim sektöründe faaliyet gösteren Domino Tekstil, 1997 yılında Bolu'da 'Anadolu'da istihdam yaratma' amacıyla 600 çalışanlı fabrika kurdu. 1993 yılında Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği'ne (TGSD) üye olan Umut Oran, 2002'de başkanlığa seçildi ve 2005 yılına kadar başkanlık görevini sürdürdü.
TGSD başkanlığına seçildiği yıl Dünya Hazır Giyim Federasyonu başkanlığı, 2006'da ise Türkiye Konfeksiyon ve Hazır Giyim Sanayi
Meclis başkanlığı yaptı. TGSD'ye başkanlık ettiği dönemde 'Anadolu'da Yatırımı ve
İstihdamı Teşvik
Projesi' ile Dünya Gazetesi '
İhracat Temelli Bölgesel Kalkınma Projesi Ödülü'nü, 2003 yılında Platin
Ekonomi ve Aktüalite Dergisi'nin 'Sosyal Sorumluluk Ödülü'nü, Junior Chamber Türkiye tarafından düzenlenen 'Türkiye'nin En Başarılı Genci Yarışması 2003' yarışmasında da, 'İş Dünyası, Ekonomi ve Girişimcilik Ödülü'nü aldı. GAP Kalkınma Platformu Yürütme Kurulu,
ÇYDD ve CHP üyesi olan Umut Oran, İngilizce ve Fransızca biliyor.
16 yılı Oskar'la geçti
Milyonlarca kişi Umut Oran'ı 26
Eylül 2007'de gazetelere verdiği 'Vefalı dosta
veda ve teşekkür' başlıklı ilanla tanıdı. İlanda Umut Oran, 16 yılının her anını birlikte geçirdiği köpeği Oskar'ın kaybıyla duyduğu acıyı anlatıyordu.
Önce
kanser olan sonra da gözlerini kaybeden Oskar, çok zorlu geçen son altı yılda bile Umut Oran'ın yanından hiç ayrılmamıştı. 44 yaşındaki işadamı Umut Oran,
protokol yemekleri ve toplantılar dahil gittiği her yere götürdüğü
Japon kökenli Akita İnu cinsi Oskar için Bolu'daki evinin önüne de
mezar yaptırdı. Oran sabah 07.00'de işe giderken yanına aldığı köpeğiyle bazen beş saatlik toplantılara bazen de protokol yemeklerine katılırdı. Umut Oran, köpeğinin büstünü fabrikanın girişine koydurmuş, tablosunu da çalışma odasına asmış.
RADİKAL