Başarılı, sağlıklı ve güvenilir bir
seçim süreci geçirdik. Bu
sistem ile imkânsız gibi görünen gerçekleşti. Anayasa'nın amir hükmüne rağmen temsilde
adalet ile yönetimde istikrarın birlikte olamayacağı önyargımız yıkıldı. Parlamento'daki temsil, ideale en yakın oran,
siyasi istikrar konusunda endişeli değiliz.
Yemin törenini medenice hallettik.
Meclis, başkanını takdire şayan bir uzlaşma ile seçti. Büyük ihtimalle
cumhurbaşkanı seçimi için de aynı cümleleri kuracağız. 'Çok
şükür bunu da kazasız belasız atlattık.' diyeceğiz.
Hafızalarınızı yoklayın; aylarca başkanını seçemeyecek Meclis'te geçici başkanlığı elinde bulundurmak için partilerin en
yaşlı üye aradığı iddiaları vardı. YSK'nın referandumu iptal edeceğinden, cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in hükümeti kurma görevini
AK Parti lideri Tayyip Erdoğan'a vermeyeceğine kadar en
akıl dışı senaryolar bile yazılıp çiziliyordu. Geldiğimiz noktada bu
uçuk senaryoların hiçbiri tutmadı. Krizseverlerin son umudu
cumhurbaşkanlığı seçimi. Bunca olumlu gelişmeye rağmen ben de endişelenmeye başladım. Ancak endişemin sebebi başka.
Başbakan Erdoğan'la yardımcısı
Abdullah Gül arasındaki seviyeli ilişkinin zarar görmesinden kaygılıyım. Gül cumhurbaşkanı da olsa veya eski konumunda da kalsa Erdoğan'la yakın çalışma arkadaşlığını sürdürecek. Seçimden sonra
doğal olarak Gül'ün adaylığını destekleyenler ve karşı çıkanlar ayrışması yaşanıyor. Tuhaf olan ve risk barındıran ise tarafların kendi görüşlerini ifade etmekle yetinmeyip, Gül'ün ve Erdoğan'ın sözcüsüymüş gibi davranmaları.
Medya işgüzarları yüzünden başbakan ile yardımcısının medya üzerinden birbiriyle mesajlaştığı havası oluştu. Saatler süren ikili üçlü toplantılar yapan AK Parti lider kadrosunun kerameti kendinden menkul sözcülere ihtiyacı var mı?
Medyada süren bilek güreşinin tarafları mücadelenin şiddetini gittikçe artırıyor. Bir tarafta bugüne kadar neredeyse hiçbir siyasi öngörüsü tutmamış karavanacılar var. Halk her defasında onların söylediklerinin aksini yapıyor. Seçimden sonra ağızlarından dökülen 'meğer biz uzayda yaşıyormuşuz' sözü gerçeğe fazla da aykırı değil. Abdullah Gül'ün adaylığını
kriz vesilesi olarak görüyorlar. Karşı görüştekileri kemikleştirdikleri için 'acaba bilerek mi yapıyorlar?' şüphesi oluşuyor. Kendi görüşleri olarak söylense anlamı olmayacağını düşündüklerinden Başbakan'ın gayrı resmi sözcüsü rolüne bürünüyorlar. Beri tarafta ise
demokrasi ve millet iradesi savunuculuğu yaparken kırıp dökenler duruyor. Başta söylediğim 'medya üzerinden mesajlaşıyorlar' yargısını pekiştirmeme özenini göstermiyorlar. Sözlerinin
yaptırım gücünü artırmak için Gül'ün savunucusu ve sözcüsü şeklinde anlaşılacak tarzda davranmakta beis görmüyorlar.
Erdoğan ve Gül kendileri üzerinden sahnelenen bu güç gösterisine olumlu veya olumsuz tepki vermiyor. Herhalde herkesin eteğindeki taşı dökmesini bekliyorlar. Çok ağır sınavlardan geçerek bugüne gelmiş bir ilişkiden söz ediyoruz. İkilinin arasının bozulma ihtimali düşük. Ancak yaşananlar tabanda bir ayrışma ve bölünmeye yol açabilir. Basındaki keskin çarpışma tabanda kırılmalarla sonuçlanabilir. Öyle ya da böyle Türkiye'nin en az beş yılını yönetecek olan kadronun, cumhurbaşkanlığı sürecini yönetirken bu hassas dengeyi de gözetmeleri gerekiyor.
BÜLENT KORUCU - ZAMAN