BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN ESKİMEYEN YOL ARKADAŞI: HÜSEYİN BESLİ
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan'ı anlatan "Bir Liderin Doğuşu" kitabını Ömer Özbay ile birlikte yazdı. Erdoğan ile tanışıklığı 1976 yıllarına kadar gidiyor. 1991
seçimlerinde, Erdoğan RP
İstanbul 7. Bölge 1. sıra
milletvekili adayıyken, o da
Üsküdar,
Ümraniye ve Şile'den oluşan
bölgede kontenjan adayıymış.
Hani Erdoğan'ın önce milletvekili seçildiği sonra mazbatasının geri alındığı seçimlerde. O gün milletvekili olmak için "kaderi zorlamayan" Erdoğan RP İstanbul İl Başkanı olmuş. İşte Erdoğan'la beraber çalışmaya o il
yönetim kurulunda başlamışlar, o gün bugündür Erdoğan'ın yol arkadaşı. Geçen dönem milletvekiliydi, şimdi
Başbakanlık'ta. Erdoğan'ı
büyükşehir belediye başkanlığına taşıyan 1994
yerel seçim kampanyasında da Erdoğan'a yüzde 50'yi getiren
12 Haziran seçim kampanyasında da bulundu. 1994 yılından beri hiç seçim kaybetmeyen Erdoğan'ı ve ekibini onunla konuştuk.
RÖPORTAJ: Seda ŞİMŞEK (
[email protected])
ERDOĞAN KARNINDAN KONUŞMUYOR
* Sizin bir "Kasımpaşalı Tayyip Erdoğan" tarifiniz var.
Kasımpaşalılık, belki bugün delikanlılıkla karşılanabilecek bir kavram.Tayyip Erdoğan söz konusu olduğunda delikanlılık onda bir sahicilik, bir samimiyet, bir adam gibi adam duruşunu temsil ediyor. Ona da çok yakışıyor. Cebinde kırmızı bir mendil gibi taşıyor delikanlılığı. Bu anlamda dünkü Tayyip Erdoğan ile bugünkü Tayyip Erdoğan arasında hiçbir fark yok.
Engin Alan konusunda yapılan polemikleri hatırlayalım,
Çanakkale Savaşı
kutlama törenlerinde ayağa kalkmadığı için YAŞ'ta
terfi etmesine
itiraz ettiğini söylerken de, hatta "bilseydim
Mehmetçik Vakfı'nın başına geçmesini engellerdim" derken de o delikanlı tavrı sergiledi. Bu tavrı insanların hoşuna gidiyor. Tabiri caizse karnından konuşmuyor,
maske takmıyor. Hem iyi hem de kötü sayılabilecek özelliği dilinin yüreğine çok yakın olmasıdır.
1994'TEN BERİ BİRLİKTE
* Başbakan Erdoğan'ın 1994 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayıyken seçim kampanyası ekibi,
Hüseyin Besli, Nabi
Avcı, Özkul Eren ve Ali İbiş'ti. Bugün kimler kaldı o
ekipten?
Kule İletişim adına
Nabi Avcı, Özkul Eren,
Özhan Eren seçim kampanyasını yürütmüştü. Ben Hüseyin Besli olarak o kampanyada, kampanyayı yapan şirket ile başkan arasındaki köprüydüm. Kampanyanın 2 tarafında da yer aldım. Son kampanyada Nabi Avcı
Eskişehir milletvekili adayıydı. Özhan o gün olduğu gibi bugün de kampanya
müziklerini yaptı. Ben buradayım. Sadece Özkul dışarıda. Seçim Koordinasyon Merkezi Başkanı o zaman
Mustafa Ataş'tı şimdi de Mustafa Ataş.
Erol Olçak 94 seçimlerinde Fatih Belediye Başkan adayı olan Mehmet Ali Şahin'in kampanyasını yapmıştı ama, seçimlerden sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde basın danışmanlığı kadrosunun içinde yer aldı. Yani, 1994'ten beri birlikte çalışan bir ekip var.
SAHİCİ DAVRANIYOR
* Sizce
Recep Tayyip Erdoğan 1994 yılından beri neden hiç seçim kaybetmiyor?
Öncelikle, her ortamda sahici davranıyor. Vatandaşa temas etmesini biliyor ve bu temas sonucunda mutlaka olumlu bir sonuç alıyor. İnsanlar onu kendilerinden biri olarak görüyor, Tayyip Erdoğan'ın başarısını kendi başarısı olarak algılıyor. Teorik tartışmalarla
vakit geçirmiyor. Denediği ve birebir sonuç aldığı yöntemlerin takipçisi oluyor ve bunu da sürekli geliştiriyor.
* Başbakan, RP'deyken bir seçim kampanyasında müzik kullanan ilk isim değil mi?
Geçmişte içinde bulunduğu partide birçok ilke
imza attı, ilk kez kadınların siyasi alana çekilmesi, seçim kampanyalarında müzik kullanılması gibi. Kurumsal olarak ilk
uygulama 1994 yılı yerel seçimlerinde İstanbul'da "Refah'ın vakti geldi" parçasıyla yapıldı. O müziği de Özhan yapmıştı, çok başarı sağlayan bir parçaydı. 1994 kampanyası
efsane bir kampanyadır, Erol Olçak kusura bakmasın ama hâlâ aşılmamış bir kampanyadır. O müzik de çok tutmuştu, 1995 genel seçimlerinde bütün
Türkiye'de partinin müziği haline geldi. Bugün bile hatırlanır.
ŞARKI DOPİNG OLDU
* Sizce "Bir daha"
şarkısının oy oranına etkisi ne oldu?
İnanılmaz bir etki oluşturdu. Oy katkısı var mıdır yok mudur onu bilemiyorum, ama
AK Partililer'in kendilerine güvenini artıran bir
doping gibi oldu. Seçim ortamını genel olarak yumuşattı. Sadece AK Partililer değil, dinleyen herkes takılmaktan ve katılmaktan kendisini alıkoyamadı. Bu, Özhan'ın söyleyişi ile bir nasip meselesidir, 1994'ten beri RP ve AK Parti'ye müzikler yaptı. Topraktaki enerjiyi aldığını söylüyor, ona katılıyorum.
KEMANI KİM İYİ ÇALIYORSA BULUR VE VE ORKESTRAYA YERLEŞTİRİR
*Bu ekipteki herkes birbiriyle çok iyi mi anlaşır?
İnsanın olduğu her yerde büyük ya da
küçük çatışmalar, ayrılıklar vardır, mesele buna rağmen birlikte iş yapabilmektir. Demek ki bu insanlar birlikte iş yapmayı becerebiliyor. Tayyip Erdoğan'ın
orkestra şefliğinin çok büyük katkısı vardır. Tayyip Erdoğan iyi bir
keman virütözü,
kanun üstadı değildir, ama en iyi kemanı kimin çalacağını bulur ve orkestranın en uygun yerine yerleştirir. Uzmanlığa saygı gösterir, popüler olması sebebiyle bir örnek vereyim, Özhan Bey'in "Bir daha"sı üzerinde de görüş teatisinde bulunulmuştur, ama sonunda uzmanlığa saygı gösterilmiştir.
*
Kıskançlıklar, büyük
kavgalar olur mu aranızda?
Bu yürüyüşü durduracak büyüklükte kavgalar, çatışmalar hatırlamıyorum, ama insanın olduğu yerde çekememezlikler olur. Orkestranın ahengini sürekli bozduğu gözlemlenen kişi bir sonraki aşamada ister istemez devre dışı kalmıştır.
SON BALKON KONUŞMASI AYDIN ÜNAL'IN ELİNDEN ÇIKTI
* Kaç
balkon konuşması yazdınız?
"Birinci şahıs" kipiyle sorduğunuz için bu soruya
cevap vermem. Çünkü, her birinde bir çok insanın emeği vardır.
* Kaç tane balkon konuşmasının içinde oldunuz?
1994'de belediyeyi devraldığımızda bir, mahkumiyet kararı çıktıktan sonra iki, AK Parti kurulduktan sonra her genel seçimden sonra yapılanlar. En az 5 tane. 2007'de yapılan konuşma hariç diğerlerinin içinde varım.
* Son balkon konuşması nasıl yazıldı?
Seçimlere 10-15 gün varken balkon konuşması gündeme gelmeye başlamıştı. Bu nedenle seçim gününe kadar zihinsel altyapı oluşmuştu. En son Başbakan'ın çizdiği çerçeve doğrultusunda kamuoyuna ulaşan konuşma Aydın Ünal'ın elinden çıktı.
* Siz kavga eder misiniz Başbakan ile?
Yok, edemem. Bir kere sadece Başbakan ile değil, hiç kimseyle kavga edemem. Benim ilişkilerim bağlamında bugün Başbakan, dün de başkanımdı, bu konumdaki kişilerle kavga edilmez. Ama, bu söyleyecek sözüm varsa onu sakınmak anlamında değildir. Tayyip Erdoğan da bir itiraz varsa, kimin hangi amaçla kendisine itiraz ettiğini bilir. Dışarıdan bakıldığında belki görülmeyen bir Tayyip Erdoğan vardır, mesela
MKYK toplantısında herhangi bir konu hakkında çoğu kez tekrar olması pahasına 50 kişinin tamamının fikrini alır.
* Başbakan'ın kavga etmekten hoşlandığı kimse yok mudur?
Tayyip Bey'in takıldığı insanlar vardır, Ali İbiş bunlardan birisiydi. Çevresinde her zaman takılmaktan hoşlandığı insanlar vardır. Bunun başka bir düzlemde değerlendirilmesi gerekir. Kendisine yöneltilen görüşlere karşıysa, bunu tartışmaktan kaçınmaz. İlla bir uzlaşmaya varılması da gerekmez. Çoğunlukla uzlaşma sağlanır, ama bazen de her iki taraf da başladığı noktada konuşmayı bitirebilir.
"BUGÜN DEĞİL, 14 YIL ÖNCE YENİ ANAYASA İÇİN UZLAŞMA" DEDİ
* Başbakan Erdoğan balkon konuşmasında anayasanın
toplum tarafından yapılması gerektiğini ve uzlaşma için herkesin kapısını çalacağını söylüyor. Başbakan'ın nasıl bir anayasa tahayyülü var?
Başbakan'ın zihnindeki anayasa herkesin "benim" diyebileceği bir anayasa yapmak, hiç kimseyi dışarıda bırakmayan, ötekileştirmeyen, hiç kimseye ayrıcalık tanımayan bir anayasa yapmak. Bu fikir aslında yeni de değil. Belediye başkanıyken 28 Şubat'ın o vandal terörü devam ederken, 13
Aralık 1997'de düzenlenen bir
demokrasi sempozyumunun kapanış konuşmasında, o gün açıkladı yeni anayasa tahayyülünü.
* Nasıl açıkladı?
"Bir Liderin Doğuşu" kitabımızda, bu sempozyumda Başbakan'ın yaptığı konuşmanın tam metni mevcuttur. "Hukukun üstünlüğünün gerçek mânâda tesis edilebilmesi için anayasanın
yönetici seçkinler tarafından topluma bildirilen bir çerçeve olmaktan çıkarılması ve toplumun kendisinin üreterek devlete deklare ettiği bir çerçeve olması gerekmektedir. Hukukun özeti olan anayasının konsensüsle yapılmasının tek yolu budur. Eğer anayasa toplum tarafından üretilip devlete deklare edilen bir çerçeve olmazsa, demokrasi bütün cazibesini kaybeder, sadece seçime indirgenmiş olur. Bu durumda da seçimle işbaşına gelmiş olan bir hükümetin antidemokratik yollarla görevden uzaklaştırılmasını engelleyen hiçbir mekanizma var olamaz ve toplum, hak ve hürriyetlere sahip çıkma konusunda tüm gücünü kaybeder...Oysa anayasanın teşekkülü toplum içerisindeki serbest tartışmaların sonunda varılan bir konsensüsle olursa hem hukuku anlamlı kılacak demokratik çerçeve hem de demokrasiyi koruyacak bir üstün hukuk mantığına kavuşulabilir." diyor.
* Sizce bu meclis kompozisyonunda yeni bir anayasa yazılabilir mi?
Bence
Meclis'in anayasa yapıp yapamayacağı tartışması anlamsız bir tartışmadır.
Anayasa yapmanın tam da yeri meclisdir, bunun için illa bir kurucu meclis aranması anlamsızdır. Seçimle gelen bir meclis değil, atanan bir meclis mi anayasa yapsın denilmek isteniyor? Kaldı ki, yeni meclis, belki de
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en büyük temsil gücüne sahip. Seçimlere
katılım oranı yüzde 87 ve toplumun yüzde 96,5'i mecliste temsil edilmektedir. Bu tarihi bir fırsattır.
BARAJ KORKUSUYLA TOPARLANDILAR
* Kampanyanın başlangıcında MHP'ye ağır eleştiriler yöneltilirken son haftalarda
hedef tahtasında BDP yer aldı. Bu söylem değişikliğinin sebebi neydi?
Tayyip Erdoğan interaktif bir kampanya yapar, mitinglerde meydanlardaki insanlarla diyaloga girer, kampanya sürecinde bütün tepkileri kendisi yakından izler. Sık sık kamuoyu araştırmaları yaptırır. Başlangıçta MHP'nin
barajın altında kalabileceğinden söz ediliyordu. Bu söylemler çeşitli nedenle partiye uzak duran ülkücülerin toparlanmasına neden oldu. Bir değişiklikten söz edeceksek bunun görülmüş olmasına bağlayabiliriz. BDP'ye gelince bu önceden kurgulanmış birşey değildi, daha çok onların eylemlerine ve söylemlerine cevap olarak gelişmiştir.
*
Sağlıkta yaşanan gelişmelere vurgu yaparken Başbakan, kendisinin de bu sıkıntıları yaşadığını anlattı.
1987'de Zile'ye giderken Gerede'de bir
trafik kazası geçirirler, kaburgaları kırılmıştı. Hastaneye vardıklarında bir
hasta bakıcı “Emekli sandığına mı SSK'ya mı bağlısınız” diye soruyor. “SSK'lıyız” deyince hastabakıcı “Biz bakamayız SSK hastanesine gideceksiniz” diyor, bakmıyorlar. Kaburgaları kırık bir insana “SSK'lı mısın
emekli sandığına mı tabisin” diye sorulan bu soru sağlık reformunun ana dinamiğidir.
ILGAZ'DAKİ SİLAHLI SALDIRI YORUMU
1994'TEN BERİ BİR EL PEŞİNİ BIRAKMIYOR
*
Kastamonu mitinginden sonra Ilgaz'da yaşanan saldırı ilk anda bana 1994 seçimlerinde Erdoğan'ın Samandra seçim bürosuna yapılan ve bir kişinin hayatını kaybettiği saldırıyı, Pınarhisar'daki ve Siirt'ten milletvekili adayı olduğunda da yaşadığı suikast girişimlerini hatırlattı.
İster istemez insanın aklına geliyor. İnsan vücudunu ortadan kaldırarak toplumu dizayn etme, toplumu yönlendirme düşüncesi aslında arkaik, ilkel bir düşüncedir. Kastamonu ve benzer olaylar bizim toplumumuzda hâlâ bu düşünceyi taşıyan insanlar olduğunu gösteriyor. Ne töre cinayetlerini ne kıskançlık cinayetlerini ne paradan kaynaklanan cinayetleri ne de aşiret kavgalarını anlayabilirim. Eğer bir kutsaldan bahsedilecekse candan daha kutsal birşey yoktur ve ben kutsalını kaybetmiş insanlardan korkarım.
* Bir el 1994'ten bu yana her seçimde Tayyip Erdoğan'ın peşinde sanki.
Evet, bunu söyleyebilirim. Bu durum, Osmanlı'nın son devrinden ve cumhuriyetin kuruluşundan bu yana var olan, bu toplumun derin çelişkisi ve çatışmasıdır aynı zamanda. O zamanlardan beri bir grup toplumu yönetme hakkını kendisine verilmiş bir armağan olarak görür. Tayyip Erdoğan ile birlikte cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ilk kez bu sınıfın dışında birisi yönetme erkini ele geçirmiştir, hâlâ bunun hazımsızlığı yaşanıyor.
"BİZİM FORMAMIZI GİY" MESAJI
* Bu bombalarla, kurşunlarla göz dağı mı veriliyor ya da verilmek istenen
mesaj nedir?
"Senin hakkın değil böyle bir statü" diyorlar, "yetenekli olabilirsin, bizim formamızı giy, bizden yana ol, bizim karşımızda olma" diyorlar, hatta bazen uzlaşma
teklif ediyorlar.
* Erdoğan ile uzlaşmak mı istiyor bu el?
Evet,
çiftlik sahibi ile çiftlik kahyası arasındakine benzer bir uzlaşma. Çiftlik sahibi kahyanın başarılı olmasını ister, çünkü sonunda kazanan ve büyüyen kendi çiftliği olacaktır, ama kahya
akşam yemeğinde çiftlik sahibi ile aynı masaya oturmaya kalktığında o zaman kavga çıkıyor. Tayyip Erdoğan bunu yapmıştır. Masanın başına oturmuştur. Kendisini çiftliğin sahibi zannedenler bunu hazmedemiyorlar.
DİNDARLARI MERKEZE TAŞIDI, ŞİMDİ KÜRTLER'İ TAŞIMAYA ÇALIŞIYOR
* Sizce bir
siyasetçi olarak en çok neyi başarmayı istiyor?
İki sorumluluğu siyasi hayatı boyunca daima göz önünde bulundurmuştur. Tarihsel sorumluluğunu, cumhuriyetin ulus devlet ideolojisine ters düşen özelliklerinden dolayı dışladığı, ötekileştirdiği
halk kesimlerini devletle barıştırmak ve bu ikisi arasında Tanzimat'tan bu yana sürüp giden soğukluğu ortadan kaldırmak şeklinde özetlemek mümkün. Bütün siyasi hayatı boyunca bunu yapmaya çalıştı. Bir başka özelliği ise kendisi ile birlikte hareket eden toplumu dönüştürmesi. İlk siyaset yaptığı partide kravat takmak, parti teşkilatlarına ayakkabıyla girmek tartışılırken, bugün teşkilatlara baktığınızda en
modern, teknolojiyi kullananan,
iletişim araçlarından en iyi faydalanan, bireyselliklere olabildiğince saygılı, farklılıkları zenginlik olarak gören bir parti var.
BİRE BİR YAŞADI
* Başbakanlık makamında siyasette gerçekleştirmek istediklerini gerçekleştirebildi mi?
Başbakanlığı döneminde sorumluluk mevkiindeydi, sorumluluğun gereği olarak öteden beri söyleyegeldiği şeyleri uyguladı. Ötekileştirilen kesimlerin merkeze taşınması bağlamında başarılı olmuştur. Kendisinin de ifadesiyle dünün zenci görünen insanları bugün Türk siyasetinin ve yönetim erkinin merkezinde oturmaktadır. Bu çabalar hâlâ sürmektedir. Sistemin dindarlarla birlikte en çok ötekileştirdiği ve asimile etmek istediği
Kürtler ile d
e devleti barıştırmaya, onları da merkeze taşımaya çalışmaktır. Tayyip Bey bu süreci çok sıcak, bire bir yaşayarak geldi, raporlar okuyarak değil. Mesela, 1980'li yıllarda Konya'daki bir ankesörlü telefonda annesi ile
Kürtçe konuştuğu için gözaltına alınan arkadaşı bugün AK Parti milletvekili.
DUVARLARI YIKTI
* Yüzde 50'nin sırrı sizce nedir?
Rejimin öteden beri ötekileştirdiği bütün katmanlarla irtibat kurarak onlarla devlet arasındaki duvarları yıktı, dün sistemin dışına itilmiş bütün unsurları sistemin içine çekti. İnsanların hayatına bir anlam kazandırdı. İdeoloji ve yaşama biçimi dayatmaksızın hizmeti bir
ibadet gibi gördü ve siyasetin amacına hizmeti koydu. Bu samimi tavır vatandaş tarafından okundu ve tasvip gördü.