Girseydi Türkiye’de ne olabilirdi? DYP-ANAP neden birleşemedi? Mumcu’nun ‘Bedelini canımla öderim’ dediği ne?
Tarafları, son dört aydır kamuoyunun gündeminde. Taraflardan biri
Anavatan Partisi Genel Başkanı
Erkan Mumcu, diğeri
Doğru Yol Partisi veya şimdiki adıyla
Demokrat Parti’nin eski Genel Başkanı
Mehmet Ağar. Sağdaki birleşememe konusunda merak edilen sorular var. Taraflardan
Erkan Mumcu, cumhurbaşkanlığı
seçimi sürecinde
Meclis Genel Kurulu’na girmeyerek 367 kanalını açık tutup
erken seçime yol açan isim aynı zamanda. Onun için hiç uzatmadan konuya girmek gerekiyor. Partisini seçimlere sokamayan Erkan Mumcu, yaşadığı süreçle alakalı muhafazakâr medyayı da sorumlu tutuyor. Merak edilen sorulara verdiği
cevapları kuvvetlendirmek için “Büyük puntolarla yazın bunu. Bugüne kadar
topluma açıkça beyan ettiklerimin dışında gizli, örtülü bir şeyim çıkarsa bedelini canımla ödemeye hazırım.” diyor.
Kim ne
derse desin
cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Türkiye olağanüstü bir dönem geçirdi. Bu, Erkan Mumcu’nun o dönem sarf ettiği sözlerine de yansıdı. Onun için, röportaja, duyduğumuzda bizi hayrete düşüren Mumcu’nun o sözlerini
tefsir etmesiyle başlayalım istedik…
-9. Olağan Büyük
Kongrenizde yaptığınız bir konuşmada “Eğer biz sağduyulu davranmasaydık milletin yüzü kana bulanmıştı. Ama biz araya kendi kafamızı, benliğimizi koyduk. ‘
Milletin başına bela gelecekse, bizim başımıza gelsin’ dedik.” diyorsunuz. Bu sözlerin perde arkasında ne var? Beklediğiniz bir provokasyon ya da başka bir sıkıntı mı vardı?
Biz aynı
ülkede yaşamıyor muyuz? Yani cumhuriyet öncesini bir tarafa bırakalım. Bu ülke, cumhuriyet döneminde otoriter devlet uygulamalarıyla ya da devlet otoritesinin kötüye kullanılması diyebileceğimiz uygulamalarla büyük acılar, ıstıraplar çekmedi mi? 28
Şubat’ın acısı, ıstırabı bitti mi? Türkiye, toplum hayatına yönelik devlet otoritesini ve gücünü kullanan emrivakilere
yabancı bir ülke mi? Yani böyle bir şey olsa idi ilk defa mı başımıza gelmiş olacaktı?
-Yani bir
darbe…
Hayır efendim. Sözgelimi 12
Eylül darbesini yapan
generaller neyi kullandılar toplumsal hayatın üzerinde? Hangi kudreti kullanıyorlar? Devlet kudretini, devlet gücünü. Yani
Genelkurmay Başkanı’nın bugünlerde yeniden hatırlattığı şu içinde ‘laikliğe sözde değil özde bağlı
cumhurbaşkanı istiyoruz’ diyen açıklamasını o günden sonra yaşanan dört ayın olguları ile bir daha okuyun. O değerlendirmeden sonra bugüne kadar olanlara bakın. Göreceğiniz
manzara açıktır. Sözlerimin anlamı da… Yani Türkiye bana göre…
-Beklenilmeyen bir sürece giriyordu.
Girmekteydi,
evet.
-Neydi bu süreç?
Girmişti de aslında. Bunun bir bölümü de yaşanmıştır.
-Daha açık konuşalım.
Daha ne kadar açık konuşayım? Ne söyleyeyim yani? Siz sorunuzu sorun ben açıkça cevap vereyim.
-Kan nereden çıkar? Şiddetten çıkar.
Hayır, orada kastettiğim şey tabii ki mecazi bir şey. Yani iki kişi
kavga ediyor, siz araya giriyorsunuz, biri
yumruk yemesin diye. Ama yumruk sizin suratınıza patlıyor. Fakat arkadaki diyor ki ‘ben onu dövecektim, sen mani oldun.’ Yani buna söylenecek söz yok. Buna ancak insaf dersiniz!
-Bir tarafı bulduk, hükümet kanadı. İkincisi kim?
Bir tarafı hükümet kanadı değil. Bence hükümetin
siyasetine şu ya da bu biçimde yapay olarak oluşturulmuş bir kutuplaşma stratejisi gereği angaje olmuş on milyonlarca vatandaştan bahsediyorum. İşte bakın 28 Şubat kimi
hedef aldı? Devlet memurlarını, üniversite
öğretim görevlilerini, öğrencileri, işadamlarını, genel olarak kitlenin maneviyatını, psikolojisini. Öyle değil mi? Yani kim mutazarrır oldu bu süreçte? Milletin kendisi, herkes. Muhtıra üstüne söylediğim sözlere bakın. Bu seçimin sonuçlarını da ilan eden sözlerdir onlar. Siz öyle yaptıkça 1950’den beri yaşanılan deneyimi bir kez daha yaşayacaksınız. Artık
akıllanın.
BENİM DUYUMUM VECDİ GÖNÜL İDİ
-Bu konuda geçen haftaki açıklamayı nasıl buldunuz?
Yani hiçbir ders alınmamış. 1950’de, 54’te, 65’te, 83’te, 2002’de ve 2007’de aynı şey. Ya bir şeyi öğrenmek için kaç kere tecrübe etmek lazım. Türkiye sorunlarını
demokrasi içinde çözebilir. Demokrasilerde çare tükenmez.
-Ama o süreçte cumhurbaşkanlığı seçimine öylesine
kilitlenmişti ki bazı kesimler, seçtirmemek üzere…
Gerçek şu.
Hükümete yapılan bir telkin, hatta belki hükümetle varılan bir mutabakat var. Bu mutabakatın öngördüğü
cumhurbaşkanı adayı ne
Abdullah Gül ne
Bülent Arınç ne
Tayyip Erdoğan.
-Siz biliyor musunuz?
Doğrudan tanığı olmadığım; ama çok çeşitli kaynakların doğruladığı ve iddia edildiğinde de muhataplarının yalanlamadığı bir şey. Bir başka cumhurbaşkanı adayında mutabık kalınıyor. Benim duyumum Vecdi
Gönül. Fakat
adaylık için müracaatlarının süresinin dolması ile açıklanan isim üzerine ortaya derin bir hayal kırıklığının ve buna yönelik şiddetli aldatılmışlık duygusu ile dolu tepkinin bir biçimde açığa çıktığını görüyoruz.
-Peki siz genel kurula girip girmeme kararınızı ne zaman verdiniz?
O gün
Cuma namazını kıldıktan sonra. Katılmama kararı verdim.
-
Hüseyin Kocabıyık anlatıyor, 16:45 ile 17:30 arasında bir
telefon geliyor, dışarıya çıkıyorsunuz. Bu telefon kimden geldi peki?
Hüseyin Kocabıyık yalan söylüyor. İspatı şudur. Ben telefonlarımın ayrıntılı dökümlerini hayatımın istenilen hangi kesiti için talep ediliyorsa koyarım ortaya. Ben böyle bir görüşme yapmadım. Kimse bana böyle bir telkinde bulunmadı. Bana cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmamam yönünde en
küçük bir telkin gelmedi. Bana garip gelen şey de zaten budur.
-Gelmesini bekliyordunuz…
Bu kadar yüksek bir gerilim yaşanırken, girilmemesi yönünde yüksek bir
tansiyon taşıyanların dönüp bana bir şeyler demesini, diyebileceğini beklerdim. Yani bu umulabilen bir şeydi. Zaten insanlar da buradan akıl yürütüyorlar. Ama kâinatta hiçbir şey sonsuza kadar gizli kalmaz. Bütün mukaddesatıma and içerim ki,
Allah’ın bir kulu bana bu yönde bir telkinde bulunmamıştır. Ama tersi yönde telkinlerde bulunanlar olmuştur, girin diye. Telkinden öteye organize baskılarda bulunanlar da olmuştur.
-Hükümet kanadından mı?
Hayır, hükümete sempati duyan çevrelerden. Hükümet tarafından derseniz mesela
Melih Gökçek çok ricacı olmuştur.
-
Randevu almadan gelmiş diyorsunuz.
Evet, ama bunu böyle kabalık etti filan demek anlamında söylemiyorum. Çok yakın 150 metre kadar mesafe bir yere geldikten sonra haber verdi.
ERDOĞAN’IN ALEYHİNE GÜL’ÜN LEHİNE
-Ne söyledi size?
Özünü söyleyeyim size. Ayrıntısını söylemek şık değil çünkü.
-Hiçbir şey sonsuza kadar gizli kalmaz!
Tamam ama yani ben kamuoyunun bilmek hakkı olan her şeyi söylüyorum. Tayyip Erdoğan’ın aleyhinde, Abdullah Gül’ün lehinde konuştu.
-Son 4 ayda
Demirel’le hiç görüştünüz mü?
Hayır. Bir TV programından sonra bir
kutlama telefonu açmıştır bana, o kadar.
-Demirel malumunuz birçok ismi yönlendirmiş bu dönemde.
Ya benim açık beyanlarım var. Demirel’e bu üç yıl içinde doğrudan, cepheden saldıran en az on beyanatım var. Yani ben anlamıyorum ki. Demirel’in benim hakkımda ne düşündüğünü merak ediyorsanız son günlerde verdiği beyanlara bakın. Yani neyi ima etmeye çalışıyorsunuz.
-Soruyorum, bir şey ima etmiyorum.
Boş ver böyle gidelim.
-Siz ne ima etmeye çalışıyorsunuz?
Kafanızda bir argümanla gelmişiniz. Senin zihninde olmasa bile açıkça söylüyorum, muhafazakâr medyanın yarattığı yönlendirme ile benim çok değer verdiğim milyonlarca insanın zihninde yanlış imgeler oluşmuştur.
-Bu süreçte muhafazakâr medyayı bu işlerden tamamen sorumlu görüyorsunuz.
Hayır, hayır. Tamamen sorumlu filan görmüyorum. Sorumluluğu olduğunu söylüyorum.
-Birleşmeyi kim engelledi size göre?
Bunun cevabını ben bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum. Nasıl engellendiğini biliyorum; ama niçin engellendiğini bilmiyorum.
-O zaman nasıl engellendi diye sorayım?
Süreç çeşitli ihmallere, savsaklamalara rağmen bizim ısrarımızla bir yere kadar geldi. Fakat sonradan anladığım kadarı ile gerçekleştirmek gibi bir niyet olmadığı için önce 2 Haziran’da kesildi. 2 Haziran’da kesilmiş olmasının görünür nedeni protokolde yazıldığı gibi eş zamanlı kongre taahhüdünün DYP tarafından yerine getirilmemiş olmaması idi. Sürecin yeniden canlandırılma kararının verildiği 8 Haziran günü saat 15’te, mutabık kaldığımız çerçeveye sadık kalarak YSK’ya (
Yüksek Seçim Kurulu) gidip Anavatan olarak katılmayacağımızı Yeni Demokrat Parti çatısı altında katılacağımızı ilan ettik. Bundan 1 saat sonra vardığımız mutabakatın artık geçersiz olduğunu, bu işin bittiğini
arkadaşlarımıza DP kanadı ifade etti ve biz elimizde dosyalarımızı aldık, geldik. Bunun şeyi nedir ben bilmiyorum. Kimse bana buna dair bir açıklama yapmadı. Kamuoyuna da yapmadı. Kamuoyuna tam tersi dendi ki ‘devam ediyor.’ Evet, ben bu kadarını biliyorum.
-Mehmet Ağar’ın gazetelerde “Kimin kiminle görüştüğünü ben biliyorum da kimsenin istikbali ile uğraşmak istemiyorum.” diye bir sözü var. Sizi itham ediyor, kiminle görüşmüşünüz?
Benim kamuoyunun bilmediği hiçbir kimse ile ilişkim, hiçbir görüşmem yok. Ben bu tutumu son derece ahlâk dışı buluyorum. Gel televizyonda her şeyi anlat diyoruz.
-Burada sizin
Tuncay Özkan’la görüşmenizi kastediyor olabilir mi?
Ne görüşmem var
Tuncay Özkan’la?
-Görüşmediniz mi?
Yok böyle bir şey.
-Emekli askerlerle görüştünüz mü bu süreçte?
Hayır yok. Emekli askerler geçmişten bugüne zaman zaman bana çeşitli sitemler ifade etmişlerdir.
-Yakın zamanda
emekli olanlar dâhil mi?
Yok. Eskilerden bahsediyorum. Yani en yakın zamanda emekli olanı herhalde Tuncer (Kılınç) Paşa’dır. ‘Ak Parti’ye gitme’ dedi, gittim.
-Bu birleşememe çok kişiyi ilgilendiriyor mu sorumlular olarak, yoksa bir tarafta Mehmet Ağar bir taraf Erkan Mumcu mu var sadece?
Vatandaş, bir tarafta Mehmet Ağar, bir tarafta Erkan Mumcu var zannediyor. Ama benim anladığım kadarı ile bir tarafta Mehmet Ağar bir de mutfakta birileri var.
-İş dünyası mı engelledi birleşmeyi size göre?
Bilmiyorum.
-
Asker mi istemedi?
Bilmiyorum.
-Hükümet kanadı…
Engelleyici kararların tamamını Mehmet Ağar verdi. Dolayısıyla bilse bilse o bilir.
-Sizi istemedi o zaman?
Sorun sadece kişisel olarak ben değilim.
-Kim olduklarını tahmin ediyorsunuz bunların?
Tahminle kimseyi zan altında bırakamam. Bunun açığa çıkmasının mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu da televizyonda karşılıklı konuşmak.
İŞİTTİĞİM SÖYLENTİLER ÜRKÜTÜCÜ
-Bu sizin sözünüz: “Konunun bütün yönleriyle açığa kavuşmasının, Türkiye’nin siyasi yapısı, bazı siyasi karakterleri ve siyasete müdahil olan çevrelerin amaçları ve siyaset üzerindeki kapasiteleri konusunda da çok aydınlatıcı olacağını umuyorum.” Siyasete müdahil olan çevreler dediğiniz karanlık, nokta burası.
Karanlık olan ne var? Türkiye’de siyasete müdahil çevrelerin kim olduğunu bilmiyor muyuz? Çeteler çıkıyor,
sermaye çıkıyor, cemaatler çıkıyor, askerler çıkıyor, konjonktüre göre çok çeşitli etki çevreleri çıkıyor ortaya.
-Büyük Kongre’de yaptığınız o konuşmanızdan da yola çıkarak soralım, bir darbeyi mi önlediniz?
Şimdi kabul edilebilir bir adayın cumhurbaşkanı olması üzerine varılan mutabakatı, benim var olduğunu ileri sürdüğüm zannettiğim mutabakatı, taraflardan biri bozunca, diğer tarafın içine düştüğü hayal kırıklığı ile nasıl bir tepki göstereceğini öngörmek kolay değil. Bunu ancak bu mutabakatı yapanlar neyin mutabakatını nasıl yaptıklarını bilenler bilebilir. Ben bilmiyorum. Ama sonradan ortaya çıkan tablo bize bu hayal kırıklığının çok derin olduğunu göstermiştir. Bu hayal kırıklığı kendisini bir
muhtıra ile ortaya koymuştur. Yani bu hayal kırıklığının muhtıra ile ortaya konulması bizim seçimlere katılmayıp birinci turda seçilememiş olması üzerinedir. Yani 367 kanalının açık olduğu süreç içerisindedir. Peki, biz girmiş olsaydık ve seçim yapılmış olsaydı bu hayal kırıklığı kendisini nasıl ortaya koyacak, öfkesini nasıl ifadelendirecekti? Bunu ben bilmiyorum. Ama bu ihtimali öngörmek için allâme olmaya gerek yok. Bu ülkede yaşıyor olmak yetiyor.
-Tahmin ediyor musunuz?
Buna dair söylentiler işitiyorum. İşittiğim söylentiler ürkütücü. Ama bunları hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
-Ama bir
duman görmüşünüz de?
E kardeşim siyasetçi birtakım öngörüler… Yani şunu mu duymak istiyorsunuz? ‘Ben, girersek darbe olur diye korktum, onun için…’ Ben diyorum ki işin ucunda anayasa değişikliğini gördüm. Bu benim basiretim. Gördüm ve oldu. Ya niye bunda başka bir anlam... Ha süreçte adamlar mutabakat yapmışlar, mutabakattan caymışlar, birileri öfkelenmiş, muhtıralar hazırlanmış, muhtıradan bakanlarına haber verilmiş, bakanları başbakanlarına haber vermemiş, bir dünya facialar yaşanmış, ben bunları bilmiyorum. Ben bunları sonradan öğreniyorum. Yani biz buna inanmıyoruz diyebilirsiniz. İster inanın ister inanmayın. Ben neye inanıyorsam, neyi biliyorsam onu söylüyorum. Bunun hükmünü tarih verecek.
-Bu süreçte Erkan Mumcu ismine rastlamak hiç mümkün olmayacak mı?
Büyük puntolarla yazın bunu. Bugüne kadar topluma açıkça beyan ettiklerimin dışında gizli, örtülü bir şeyim çıkarsa bedelini canımla ödemeye hazırım.
Tarihin herhangi bir kesitinde benim beyanımı yalanlayacak herhangi bir
delil ortaya çıkarsa yalanımın bedelini canımla öderim. Bu kadar net konuşuyorum kardeşim. Daha ne diyeyim yani. Allah Allah!
-Çarkın arasında ezildiğinizi düşünüyor musunuz?
Çok net değil mi? Bu konuda beni en çok takdir etmesini umduklarım, en çok da hak ve hukuku için mücadele ettiklerim suçluyorlar.
-Kendi memleketinizden tepkiler var mı size?
Türkiye’nin her yerinden var, kendi memleketimden olmaması mümkün mü? Bu meselede muhafazakâr medyanın, intisap zincirlerinin marifeti ile halkta yaratılan intiba ‘Erkan Mumcu bu konuda halka
ihanet etti.’ Yani bizim çocuğumuzdu, bize ihanet etti. Millet bunu muteber insanların ağzından duyduktan sonra kendini savunmaya çalışan bir Erkan Mumcu’ya
kulak kabartmayacaktır. Bundan daha
doğal ne olabilir? Kalsın bizim hesabımız mahşere. Bazı şeylerin hesabı mahşere kalır.
-Muhafazakâr gazeteler üzerine çok duruyorsunuz…
Diğerlerinin benim hedef kitlem üstünde ikna edici hiçbir etkisi yoktur. Hiçbir etkisi olmamıştır. Onların sadece dezenformatik etkisi olur zaman zaman. Hiçbir zaman yapıcı, olumlu kanaat inşa edemezler. Onlar kimin yanında ise millet onların karşısındadır. Yani Türkiye’nin tarihi bunun delilleri ile doludur. Ben de bunu idrak edemeyecek kadar bir adam değilim. Benim sitem ettiklerim bu sitemi hak edenlerdir. Bulundukları yerin mesuliyetini gereğince taşımamış oldukları için.
-Bugün tekrar aynı süreçlerden geçseniz aynı karara varır mısınız?
Tabi varırım. Bu, sorunu ilânihaye çözecek bir çözüm fırsatıydı.
Anayasayı değiştirerek mührü milletin eline vermek yâni. Mührü milletin eline bir kere verdin mi bir daha hiç kimse alamaz ondan. Ak Parti’yi bugün yeniden iktidara getiren, mührün 1950’de bir kere milletin eline verilmiş olmasıdır.
-Sorun burada zaten. Sizin böyle söylediğiniz bir şeyi başkaları bir yerlere barikatlar kurarak, çeşitli oluşumlar teşekkül ederek yapmak istiyor.
Çözüm ne? Demokratik meşruiyeti olmayan yöntemlerl
e devlet otoritesini millet iradesinin aleyhine kullanmak isteyen ya da kullanabilen çevrelere karşı ne yapılacaktı. Soru bu. Cevabı da şu. Bunların bu kudretlerini mümkün kılan, onlara o enerjiyi gönderen şalter kapatılacaktı. Yani bir dev kudreti ile Meclis’e gelen millet enerjisi, geldiği yerde karın tokluğuna imeceye dönüşüyor. Bu, milletin talihsizliğidir. Bu düzenin millete karşı kurduğu bir tuzaktır. Bunun yöntemi cumhurbaşkanlığına Erdoğan’ı veya Gül’ü seçmek değil, mührü götürüp milletin eline vermek. Şimdi millet yeni seçimlerde sorumluluğunu aldı. Ben milletin önüne mührü kendisine vermek ve bundan sonra bu sancıları bir daha yaşamamak fırsatını sundum. Benim beklediğim şey bir teşekkürdür. En azından kıymetinin bilinmesidir.
SİYASETE DEVAM EDECEĞİM
-
Ankara’da uzun süre yaşamak sağlığa zararlı oluyor diye de bir sözünüz var. 12 yılı doldurdunuz siyasette. Devam edecek misiniz?
Yani hiç kimse 3-5
nöbetini sürekli tutmaktan hoşlanmaz. Yeter ki nöbet yerinde nöbet tutacak birisi olsun. Daha ne diyeyim.
-Yok mu şu anda hiç kimse?
Varım diyorsan gel.
-Bunda sonraki süreçte siyasete devam edecek misiniz peki?
Tabiî ki devam edeceğim.
-Kolayına kaçmayarak
istifa da etmeyi düşünmüyorsunuz.
Şimdi bir
hesap vereceğim. Öyle veya böyle bir partinin seçime hangi nedenle olursa olsun katılamamış olması hesabı verilmesi gereken bir durumdur. Ama ben siyasete hevesle girmedim. Daha başlarken bir sorumluluk duygusu ile girdim. Sorumluluklarımı ortadan kaldıran bir ferahlık yok ki Türkiye’de. Yani nöbeti devralıyoruz arkadaş, sen de git biraz istirahat et dense çok isterim.
GRUP KURMAM HATAYDI
-Mumcu ailesi Yalvaç’a bir başka yerden mi gelmiş yoksa hep oralı mıydı?
Hep oralı olmuş.
Türkmen’dir ailemiz, Yörük.
-Rüyalardan faydalanıyorsunuz hayatınızda. Nerelerde faydalandınız bundan? İlk çocuğunuzun adını da
rüyada etkilenerek koydunuz değil mi?
Evet. Bir gün rüyamda gördüm, ismini de söyledim, o ismi de koydum oğluma İbrahim diye.
Üniversitede hukuk eğitimi yapacağımı da rüyamda gördüm. Fakat bana özel bir şey değildir bu rüya konusu. Kendime dair bir gizem yaratmaya filan çalışmıyorum. Bir gün bir arkadaş topluluğunda bir şey anlattım. Nerede ise meczup ilan edeceklerdi. Bana son derece doğal gelen şey. Benim rahmetli
dedem, yazları bağ beklerdi. Bağ beklerken de kırmızı bağ toprağının üzerine, biz göynek deriz, ak göynek ve dizine kadar ak donuyla oraya uzanır ve güneşlenirdi herhalde. ‘Dede ne yapıyorsun’ diye sordum.
Çocuk muhayyilemde kalan şey. ‘Oğlum, alıştırıyorum kendimi’ demişti. Cenazesine yetişememiştim, sınavım vardı. Çok severdim dedemi. Kimliğimin teşekkül etmesinde çok büyük payı olduğunu şimdi bugün idrak ediyorum. Kabrinin başına gittim, o kırmızı toprağı görünce aklıma, çocukluğumdan o enstantane geldi. Gülümsedim, ben de uzandım yanına. Ölümünden birkaç gün sonra idi. Sonra kendimce dedemin o ‘kendimi alıştırıyorum’ sözündeki hikmeti idrak ettim ve zaman zaman bunu tekrar ettim, kimsenin olmadığı yerlerde. Burada bir hikmet olduğunu düşünüyorum. Bunu da, yani ‘burada bir hikmet var’ı çok dost bildiğim insanlara anlattım. Vay efendim, bunu böyle bir döndürdüler, dolaştırdılar, yani kendinde gizli kudretler vehmeden bir meczup ilan edeceklerdi neredeyse.
-Bunu, son dönemlerde de yaptınız mı?
Zaman zaman yalnız kalabildiğimde yapmışımdır. Bu konularda imtina edişimin nedeni buradaki benim de aradığım hikmete kulağını tıkamış adamların diline zevzeklik edecekleri bir malzeme vermiş olma kaygısıdır. Bundan da ben bizar olmam, hikmetin kendisi bizar olur.
-Bu husustan faydalandınız mı hayatınıza yön verirken?
Hayatımın tamamına böyle yön vermeye gayret ediyorum. Mesela istihare. Herkes nasıl yaparsa ben de öyle yapıyorum. Kendi irademin, idrakimin yetmediği noktalarda buna müracaat ediyorum tabi.
-Sağduyum bana son süreçte de bunu yaptığınızı söylüyor.
Evet.
-Orada mı karar verdiniz genel kurula girmemeye?
Bunu anlatmak istemiyorum. Yani bunun kimin ağzında neye döneceğini bilmiyorum. Burada bırakalım. Buradan istihare müessesesinin zarar görmesini istemiyorum. Çıkamadım işin içinden ve kendi inandığım metotlarla danıştım. Aldığım cevaba göre de yolumda yürüdüm. Memnunum, müsterihim, kâniyim, muknîyim. Adam gibi de dimdik duruyorum. Şundan sorumlu olabilirim. Vatandaşın seçici modunu, duygusal durumunu dikkate almayan bir
iletişim kurmaktan sorumlu olabilirim. Ama o duygusal duyusal durumun sorumlusu ben değilim.
-Avukatlık yaptınız mı hiç?
Hiç yapmadım. Stajını yaptım ama.
-Üniversiteyi ne zaman okudunuz?
15 Eylül 1980’de
kayıt yaptırdım. Valla dürüst olmak gerekirse
12 Eylül’ü önce sevinçle karşıladık. Aklım onaylamadı, ama içim sevindi. Bunu dürüstçe
itiraf etmeliyim. Bununla 12 Eylül’ü ve onun uygulamalarını tasvip ettiğim anlamı çıkmasın.
-Yazı Dergisi’nde ne kadar yazdınız?
1980’de çıkardık onu iki kişiydik. Ben 5. sayıya kadar yazdım.
-Partinizin seçimlere giremediği o kritik süreçte tatile gitmeniz de eleştirildi?
Türk medyasına göre ben hâlâ Prag’dayım.
-Hiç gitmediğiniz de söyleniyor.
4 yılda bir tekrarlanan sahne tasarımcıları fuarı vardı. Eşimin eserleri de sergileniyordu. Cuma günü gittim
pazartesi döndüm.
-22 Temmuz’da oyunuzu kime attınız, DP’ye mi?
Onu müsaade ederseniz söylemeyeyim.
-Geçmişe dönük herhangi bir safhada pişmanlık duyuyor musunuz?
Kişi eğer pişmanlık duymuyorsa, değişmiyorsa yaşamıyor demektir.
-Neyden pişmanlık duyuyorsunuz?
İtirafta bulunmamı mı istiyorsunuz?
-Son süreçten pişman olmadığınızı biliyoruz.
Grup kurmam büyük bir hata idi. Anavatan Partisi’ne genel başkan olmak için acele etmemeliydim,
Hazine yardımı alma durumuna rağmen. Bir de hislerimle değil aklım konuşmalıydım. Mizacım aklımdan çok kalbimi kulağıma ya da dilime getiriyor. Aslında bunun bir
nimet olduğunu düşünüyorum. Ama bal da çok muhteşem bir nimettir. Fakat yanında kuru ekmek olmadan olmaz. Yani kendime dair aslında beklenenden çok daha ileri bir özeleştiri yapıyorum.