Ak Parti'ye dışarıdan bir öğüt: Aman bu sefer dikkat!
Önce şu soruya
cevap arayalım:
Ne dersiniz,
Anayasa Mahkemesi'nin iki önemli
davaya ilişkin karar gerekçelerinin birer gün ara ile açıklanması sizce de tuhaf kaçmadı mı?
(Bu sorgulamada, Anayasa'nın "iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanmaz" (madde 153) şeklindeki hükmünün niçin kaale alınmadığını –artık bıktığımız için- hatırlatmıyoruz bile.)
Söz konusu karar gerekçelerinin ilki 50, ikincisi için ise 750 sayfaya yakın.
Dolayısıyla, gerekçeleri aylardır bekleyen kamuoyu açısından gerekçelerin birer gün ara ile açıklanması gerçekten
sürpriz olmuştur. Sanki Mahkeme, bu iki gerekçeyi kaleme alma işlemini tamamlayıp bir nefes aldıktan sonra işin açıklanma faslına geçmiştir.
Anayasa'nın 10. ve 42. maddeledinde yapılan değişikliğe ilişkin açılan iptal davası 5 Haziran'da karara bağlanmıştı.
Ak Parti'nin kapatılması davasına ilişkin karar ise iki aya yakın bir süre sonra, yani 30 Temmuz'da çıkmıştı.
Ama gerekçeler - ikisinin birden hazır tutulduğu besbelli olduğundan-- birer gün ara ile açıklandı. Bu durumda sorabiliriz herhalde:
İkincisinin yanında çok ufak kalan ilk davaya ilişkin karar gerekçesinin –davaların sonuçlandırılması tarihleri de göz önüne alınarak- kaleme alınıp açıklanması için beş aya yakın bir süre beklenilmesinin ne gereği vardı?
Ayrıca bu davaya (10. ve 42. maddeler) ilişkin gerekçenin (Karşıoy fasılları hariç) neredeyse orta
öğretim müfredatı içinde yer alan bir "yurttaşlık bilgisi" dersinin-kitabının içeriğinin sınırlarını aşmayan bir "tez" çerçevesinde kaleme alındığı hatırlandığında, bu gecikmeyi anlamlandırmak daha da güçleşmiyor mu?
Neyse, işin aslını bilmiyoruz tabii ki; belki de Mahkeme, bu birbirinden "hoş" iki gerekçeyi bir arada açıklayarak haklarında dile getirileceği muhakkak olan eleştirilerin bir çırpıda yapılıp bitmesini amaçladı.
Mahkeme'nin
Anayasa değişikliğine ilişkin
kanun hakkında verdiği
iptal kararı gerekçesinin analizine –üzerinde çok konuşulduğu için- girmeyeceğim. Bu metnin Karşıoy yazıları dışında son derece sıkıcı bir tekrardan ibaret olduğunu bilmeyen kalmadı herhalde.
Anayasa Mahkemesi'nin 89'daki iptal kararından başlayıp sırasıyla 91 yorumu,
Refah Partisi davası, Fazilet Partisi davası, Leyla
Şahin davası ile devam eden ve çok şaşırtıcı biçimde AİHM'in "Dahlap-
İsviçre kararı"na (çok şaşırtıcı, çünkü söz konusu dava başörtülü bir öğretmenle ilgili, öğrencilerle değil) ulaşan atıf gezintisiyle örülen bu gerekçe gerçekten son derece sıkıcıydı.
Madem öyle, biz gelelim bundan sonrasına:
Bundan sonra izlenecek tek yol kalmıştır. Bu "
yol haritası" da, yeni bir anayasadan başka bir şey değildir. Milletin bu gidişle, genel olarak "hukuk", özel olarak "anayasa hukuku"ndan topluca yaka silkmesinin, "Anayasa Mahkemesi" adıyla anılan kurumların "
milli irade" karşısında "fasülyeden" kurumlar olduğu yolunda kesin bir kanaate varmasının önüne geçmek için yeni bir anayasa şarttır. Bu çerçevede atılacak başka bir adım kalmamıştır. Anayasa'nın bazı maddelerini değiştirmeye çalışarak ülkenin dayandığı bu büyük "siyasal-hukuksal" krizin aşılacağını sanmak boş bir hayaldir.
Bu hatırlatmayı MHP Genel Başkanı'nın dün gazetelere "Biz de
mahkemeyi esastan bozalım", "Biz de Mahkemenin yetkisini kısalım" gibi başlıklarla yansıyan önerisinin Ak Parti'yi –bir kere daha- heyecanlandırmaması için özellikle yapıyorum. Ak Parti, bu türden girişimlerin (10. ve 42. madde örneğinde olduğu gibi) varolan dertlere çare olmanın tam tersine ortaya yeni dertler açtığını görmüştür sanırım.
"Anayasayı benim çizdiğim sınırların dışına çıkarak değiştiremezsin" diyen bir Anayasa Mahkemesi'nin yetkilerini bir anayasa değişikliği ile ortadan kaldırmak!
Bu yolda bir girişimin nasıl daha güçlü bir kayaya çarpacağını şimdiden görmemek için MHP olmak lazım.
İsterseniz burada durup, bu yönde muhtemel bir girişimin gecikmeden karşılaşacağı yeni bir iptal kararının gerekçesinin ne türden gerekçeler barındırabileceği üzerine bugünden bir tahminde de bulunalım. Bana göre, bu iptal kararının gerekçesinde şöyle sayfalar göreceğimiz muhakkatır:
"Anayasanın 4. maddesi ile korunan ilk üç maddesinde belirlenen
Türkiye Cumhuriyet'nin değiştirilemez bir vasfı da 'hukuk devleti'dir. Günümüzün katılımcı
demokrasi anlayışı,
halk iradesinin kuvvetler ayrımı ilkesi çerçevesinde demokratik hukuk sistemiyle beraberliğini gerektirmektedir. Demokrasilerin ikinci dünya savaşı sonrasında sistemlerine dahil ettikleri anayasa mahkemeleri, bu halk iradesi-hukuk dengesinin korunması için vazgeçilmez kurumlar olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla, 61 Anayasası ile iç hukukumuza dahil olan anayasa mahkememizin söz konusu kanun ile yetkileri azaltırak anayasal sistemimizin tek başına bir çoğunluk demokrasisine dönüştürülmeye çalışıldığı açıktır. Bu nedenle çağdaş katılımcı demokrasimizde onarılması imkansız büyük yaralar açacak bu kanunun iptaline..."
İnanmıyorsanız denemek bedava...
KÜRŞAT BUMİN-YENİ ŞAFAK