Nasıl bir “first lady”?
Şimdi herkesin kafasını meşgul eden en önemli "sorun" Cumhurbaşkanı olduktan sonra Gül'ün karısının
türbanı dolayısıyla çıkabilecek
krizleri "nasıl yöneteceği"!
Anlaşılan
Hayrünnisa Gül de kendi üzerinden yürüyen bu kriz beklentisinden fazla yorulmuş ve usanmış ki, "Seni zora sokuyorum, istersen biraz yok olayım ortadan" demiş kocasına...
Hepimiz için ne kadar utanç verici bir durum... Ama kimilerine göre bu "Türkiye'nin realitesi" ve dikkate almak gerekiyor.
Abdullah Gül, özellikle ilk günlerde "provokatif davrandı" suçlamalarını savuşturmak için nasıl bir yol izler; nasıl incelikler bulur eder, bilemem; ama ne kadar dikkatli olursa olsun, nihayetinde karısını "ayıbını" saklar gibi saklamayacağını;
özürlü çocuklarını evde saklayan ebeveynler gibi davranmayacağını tahmin edebiliriz. Zaten ben kısa bir süre sonra bu sıkıntıların geride kalacağını ve herkesin Çankaya'nın yeni kiracılarına alışacağını tahmin ediyorum. Asıl yazmak istediğim ondan sonrası...
Acaba
Hayrünnisa Gül nasıl bir "first lady" olacak? Vivet Kanetti geçenlerde Gazeteport'taki köşesinde, bu konudaki beklentilerini çok hoş bir yazıyla koydu ortaya: "Cumhuriyetimizin örf ve adeti,
cumhurbaşkanı "eşleri"nin nötr, nerdeyse
hapishane duvarı gibi gri olmasıydı... Saç modeli, etek boyu, ruj tonu, gece kıyafeti, sarf edilen sözcüklerin toplamı inanılmaz bir ölçülülük ve düzlük arz etmeliydi... Kıyafetiyle jilet gibi çağdaş, ama ilk sinema filmleri gibi dilsiz ve
siyah-beyaz... İstiyorum ki, Cumhurbaşkanı eşi artık öncelikle feminist olsun... Rengi, kişiliği, hatta kusurları olan bir kadın... Ama illa ki feminist... Türbanlı ya da türbansız... Yeter ki Türkiye'de kadınların özgürleşmesi, insan haklarına, birey haklarına erişmesi için girişilmesi şart bir mücadelenin çok yönlülüğü iliklerine kadar hissetsin...
Bu özgürleşme savaşını sınırlandırmaya, şematikleştirmeye çalışanlara pabuç bırakmasın... Geçtiğimiz gergin süreç belki en çok buna yaradı: o makama eşlik edecek kadının "nötr" ve "dilsiz" olmasına razı olmak artık mümkün değil. Konuşan kadın istiyoruz. Her yerde. Cumhurbaşkanının yanında bile..." Ben de Vivet'le aynı duygular içindeyim. Ek olarak, Hayrünnisa Gül'ün first lady'lik döneminin ilave bazı "hayırlara da vesile olabileceğini" düşünüyorum. Nedir bunlar? Gül
ailesini yakından tanımıyorum. Ama dışarıdan edindiğim izlenim beni, Hayrünnisa Gül'ün "first lady"lik döneminin Türkiye'de bazı önyargıların yıkılmasında ciddi bir fırsat oluşturabileceği konusunda umutlandırıyor.
Biliyoruz ki, toplumun bir kesiminin -özellikle de "laikçi" kadınlarımızın - türban karşıtlığı sadece bu baş örtme biçimini siyasal simge olarak nitelemesinden değil; aynı zamanda kadının ikinci
sınıf oluşunun sembolü olarak görmesinden kaynaklanıyor.
Eğer Hayrünnisa Gül güçlü, kişilikli, özgüvenli, aile içinde eşiyle eşit ilişkiler kurmaya başarmış bir first lady portresi çizerse, böyle bir portre, tesettürlü kadının ille de "ezilen kadın" olacağını düşünen kesimin kafasını karıştıracaktır. Aslında çok yazdık çizdik; türbanlı kuşağın, muhafazakâr aile yapısı içinde tanıdığımız geleneksel başörtülü kadından farklı olduğunu söyledik; türbanlı
genç kuşağın geleneksel rol bölüşümü içinde kadına düşen "evinin kadını, itaatkar eş" rolüne karşı çıkarak aile içindeki konumunu değiştirmeye çalıştığını; İslami kimliğinden soyunmaksızın
modern hayata eklemlenmek gibi bir iddiası olduğunu; bu amaçla toplumsal hayata ve iş hayatına katıldığını; bu süreç içinde bireyselleştiğini ve önemli değişimler geçirdiğini anlatmaya çalıştık. İşte şimdi bütün bu anlattıklarımızın canlı bir örneğinin Hayrünnisa Gül'ün şahsında somutlaşması ve bütün dünya tarafından izlenmesi için bir fırsat çıkıyor karşımıza...
Ben onun bu fırsatı iyi kullanacağına inanıyorum. Çizeceği first lady modeliyle, çağdaşlığı başı açık olmakla özdeşleştiren kadın kesiminin önyargılarının yıkılmasına önemli katkılar yapabilir. Ama sadece bu kadar da değil. O aynı zamanda, muhafazakar kesimde yaygın bir biçimde varolan, gerçekten ezilen, gerçekten horlanan, eşinin gölgesi gibi yaşayan milyonlarca kadın için de bir rol modeli olabilir. Onlara ne dinin, ne de geleneğin kadının özgür ve bağımsız bir birey olmasının karşısında engel olmadığını gösterebilir.
GÜLAY GÖKTÜRK/BUGÜN