Numan Kurtulmuş Milliyet'e konuştu

SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, Türkiye’nin 29 Mart’taki yerel seçimlerden sonra erken genel seçime gideceğini düşünüyor.

Numan Kurtulmuş Milliyet'e konuştu

"AKP o seçimde de kırmızı kartı görür" diyen Kurtulmuş, bundan sonra AKP’nin artık gerçek oy oranına geri döneceğini söylüyor. Fatih’in herhangi bir sokağındaki herhangi bir apartman. Hiçbir lüksü yok. Hatta “Acaba bu bir imaj çalışması mı?” diye düşündürecek kadar sade. Ama biraz dinleyince de anlıyorsunuz ki bu o kadar da sıradan değil, aslında çok önemli bir apartman. Kurtulmuş ailesi 80 yıldır burada yaşıyor. Doktor olan baba İsmail Niyazi Kurtulmuş’un muayenehanesi hâlâ ilk girişte aynen duruyor. Perşembe günleri tüm hastalara ücretsiz bakılan, Fatihlilerin baba ocağı gibi bildiği muayenehane... Şimdi Niyazi Bey sizlere ömür, ama apartmanın katları yadigârlarıyla dolu. Bir katında kızkardeşi, yani Numan Bey’in halası oturuyor. Küçük bir not; hala Fransızca biliyor. Ona da kendi babası Numan Kurtulmuş öğretmiş. Torunuyla aynı ismi taşıyan Numan Bey binbaşıymış, fakat asıl ünü cumhuriyet döneminin ilk ilmihal kitaplarından Amentü Şerhi’nin yazarı olması. Aile apartmanının diğer katı annenin. En üst katta da 26 Ekim’de SP’ye Genel Başkan seçilen Numan Bey ve ailesi yaşıyor. İşte bizim bu misafiri olduğumuz kahvaltı sofrası da o katta. Kahvaltı sofrasını Numan Bey hazırlamış. Mısır unlu-kıymalı bayram böreği, elmalı tart, Burdur ketesi, az kremalı bir pasta, hurmalı çörek, yumurta salatası, ev helvası (adı aklımızda kalanlar bunlar) Sevgi Hanım’dan. Bu kadar yoruldu diye üzülüyoruz, ama belli ki Sevgi Hanım için bunlar çocuk oyuncağı. Bayram namazından 40 kişilik cemaatle dönmek gibi sürprizler yapan Numan Bey eşini epey alıştırmış misafir ağırlamaya. Tahsil çok önemli Sevgi Hanım da Numan Bey de Eylül 1959 doğumlu. Ama Sevgi Hanım Burdur, Numan Bey Ünye. İkisi de İstanbul Üniversiteli. Ama Sevgi Hanım İktisat, Numan Bey İşletme. Sevgi Hanım, “Bir de benim ailem ticaret erbabıdır, Numan Bey’inki okumuş” diyor gülerek. Gerçekten Numan Bey’in iki ablası ve iki kızkardeşi ya doktor ya mühendis ya işletmeci ve hepsi bir dönem yurtdışında bulunmuş. Kurtulmuş ailesi için tahsil ve iyi bir meslek sahibi olmak çok önemli. Hele de doktor olmak... Evin büyük çocuğu Ayşe zaten tıpta okuyor. 16 yaşındaki İsmail de -bu arada İsmail pek yakışıklı- doktor olmak istiyor. Fotoğraf çektirmekten hiç hazzetmeyen Emir Bey ise şimdilik kararsız, zaten henüz 13 yaşında. Anne-babada olmayan, ama kendini çocuklarda gösteren bir başka aile özelliği de müzik. Emir bir yıl neyle uğraşmış; İsmail epey ciddi bir şekilde kanun çalıyor, Ayşe ise ut konusunda artık ihtisas grubunu bitirmek üzere. Ayşe’yle İsmail’in nasıl güzel çaldıklarını keşke duyabilseydiniz. Doğrusunu isterseniz hepsi son derece neşeli, samimi, belli ki birbirlerine karşı da aynen böyle davranan bir aile. Bize görünen tek tatsız durumları, bu bayram günü kimse kusura bakmasın, ama hepsi Fenerli. Bir yaşındaki çocuğa bile istemediğini giydiremezsiniz SP Genel Başkanı’yla üniversitede türban sorunu nasıl çözülür, siyasi midir, istismarı nasıl önlenir diye konuştuğumuz kahvaltı masasında gözümüz birden sessizce çayını yudumlayan Ayşe Kurtulmuş’a takılıyor. Ayşe 19 yaşında, Çapa Tıp’ta 3. sınıfa giden, başarılı, ayrıca her halinden çok narin olduğu belli olan, selvi gibi bir genç kız. Saçlarını genelde türban olarak tarif edilen, ama kendisinin başörtüsü dediği bir eşarpla örtmüş. Zaten o yüzden de hemen dönüp soruyoruz Ayşe’ye... Siz nasıl bu sorunla baş ediyorsunuz üniversitede? Ayşe: Mecburen açıp giriyorum. Numan Bey: Sınıfın kapısına kadar gidiyor, ama sınıfın kapısında açmak durumunda kalıyor tabii. İnciniyor musunuz Ayşe?.. Ayşe: Çok... Bir anda farklı kimlikte biri gibi hissediyorum kendimi. Sanki orada bir değişime maruz kalmak gibi... Sevgi Hanım: En kötü tarafı da başını umumi tuvalete gidip, orada açması. Yani bu çocuğun okulda sabahleyin ilk ziyaret ettiği yerin orası mı olması lazım? Sevgi Hanım, siz örtünmeyi tercih ettiğinizde kaç yaşındaydınız? Burdur’da ortaokuldan beri hafta sonları başımı örterdim, dışarıda örterdim. İstanbul Üniversitesi İktisat’ı böyle okudum. Böyle doçent oldum. 1988-93 yılları arasında Amerika’daki üniversitelerde de böyleydim. Sonra?.. Sonra rektörümüz Kemal Alemdaroğlu oldu ve bana “Ya başını aç, ya okuldan istifa et” dediler. Açmayınca da 1998’de okuldan uzaklaştırıldım. Profesörlüğüme çok az bir zaman kalmıştı. Kendimi hep iş hayatına göre kodlamıştım ve bir anda ev hanımı olmuştum. 16 yıllık tüm emeğim bir anda bitmişti. Galiba hemen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdunuz; hangi yıllar arasında sürdü dava? İnanın hatırlamıyorum. Hepsini unuttum. Sevmiyorsunuz bu konuyu... Hiç sevmiyorum, çünkü çok üzüldüm. Kendinizi kapının önünde bulmak gerçekten kolay değil. Hiç “vazgeçmeyi” düşünmediniz mi? Bir yaşındaki çocuğa bile istemediği kıyafeti giydiremiyorsunuz; ben o sırada 39 yaşındaydım. Peki başvurunuz AİHM’den niye geri döndü sizce? Hukukun siyasallaşması... Başka hiçbir açıklaması yok. Şimdi ne yapıyorsunuz; bitti mi okumalar, araştırmalar? Sivil toplum kuruluşlarıyla ilgileniyorum. 2006’da 40 küsur STK’yı toplayıp Filistin için aynı anda dört kermes yaptık. O kermes sayesinde Filistin’e içinde acil müdahale yapılabilen dört ambulans gönderdik. Pakistan’daki depremden sonra orada bir yetim köyü kurma projesi içinde yer aldık. Aynı şeyi Sumatra’da yaptık. Şimdi daha çok Numan Bey için kitap okumakla vakit geçiriyorum. En son ne okuyorsunuz? Müslümanlığı tercih eden İngiliz Winter’ın “Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak” ve İzzetbegoviç’in “Doğu-Batı Arasındaki İslam.” CHP, 27 Nisan ve 22 Temmuz’un gerekçesini bitirdi CHP “çarşaf” politikasıyla sizce iyi bir iş mi yaptı? CHP kendisi için de Türkiye için de çok iyi bir iş yaptı. CHP çarşaflı insanlara kapılarını açtığı anda hem 27 Nisan bildirisinin gerekçesi hem de 22 Temmuz seçimlerinde ortaya konmuş olan gerilim konusu ortadan kalktı. Sizce göstermelik mi, yoksa gerçek mi? Ben sonuca bakarım, niyetleri Allah bilir. Sonuç olarak da ben bu hareketin Türkiye’yi gerilimden uzaklaştıracağını düşünüyorum ve doğru bir şey olduğunu düşünüyorum. Ama tabii şimdi beklenti yükseldi. Şimdi soru şu: CHP başörtüsü yüzünden kapılardan dönen on binlerce genç kızımız için ne yapacak? CHP, bu sorunun ancak laiklikle ilgili endişelerin ortadan kalktığı bir dönemde çözülebileceğini savunuyor?.. Türkiye’de bu tür gerilimlerin, kamplaşmaların, hatta istismarın önlenmesinin tek yolu o konuyu özgürleştirmektir. Eğer korkumuz burada bir din istismarının yapılmasıysa yapılacak en akıllı şey dini hayatın ve düşüncenin özgürleşmesini sağlamaktır. Asıl o zaman kimse istismar edemez. Son olarak CHP’nin Sultanbeyli’deki imam adayına ne diyorsunuz? Bunun için bize “CHP sizin tapulu arazinize gecekondu konduruyor” diyenler bile oldu, ama hayır, 72 milyonun tamamı bizim siyaset alanımız. Biz asla böyle bir kamplaşmanın içersinde olmayız. Bütün vatan hepimizin malıdır mülküdür, her yer bizimdir. Birçok AKP’li bile göğsünü gere gere AKP’liyim diyemiyor AKP’ye kaptırdığınız taban sizce geri dönecek midir? Daha fazlası dönecektir, çünkü AKP kendisine oy verenleri hâlâ bir siyasallaşma sürecine sokmadı. Kendine ait bir taban yaratamadı mı diyorsunuz? Tabii, çünkü partileşemedi AKP... Bir partiyi ne oluşturur; kırmızı çizgileri. Peki siz bilebiliyor musunuz AKP’nin çizgileri nedir? Karşımızda statükoyu değiştirmek üzere oy almış, ama “Ben değiştim” demekten statükoyu değiştirmeye terfi edememiş bir parti var. Bir tek söyleyebildiği “Ben muhafazakâr demokratım”; ama onun da literatürde bir karşılığı yok. Hele vatandaşımız için hiç anlamı olmayan bir şey. Yüzde 47 ne peki? Evet, AKP çok oy alan, liderinin karizması kuvvetli olan bir siyasi parti, ama dikkat edin AKP bir konjonktür partisi, sosyolojik tabanı yok. AKP’nin, “Ben Adalet Partiliyim”, “Ben CHP’liyim”, “Ben MHP’liyim” dercesine “Ben AKP’liyim” diyen geniş kitleleri yok. Tam tersine insanların anketlerde AKP’ye oy vereceklerini bile söylemediklerini gördük. Hatta dahasını söyleyeyim, AKP’nin içersinde olan birçok arkadaşımız bile göğsünü gere gere “Biz AKP’liyiz, bunları doğru yaptık, şunları biz başardık” demiyor. Asla bir polemik olsun diye söylemiyorum bunu, ama yıllardır içlerindeyim ve gerçek bu. Ayrıca belki de bunu kendileri böyle tercih ettiler. Niye tercih etsinler? Çünkü başlangıcından itibaren bir fikri temel üzerinde hareket etmiş olsalardı bu kadar geniş oy potansiyeline ulaşmaları mümkün değildi. Onun yerine gerilim siyaseti yaptılar. Bunu başkalarının da katkısıyla o kadar iyi yaptılar ki vatandaşı 22 Temmuz’da sandıkta tek bir soruya kilitlemeyi başardılar: “Eşi başörtülü olan biri cumhurbaşkanı olur mu olmaz mı?” Ne yoksulluk ne yolsuzluk konuşuldu, her şey bu sorunun gerisinde kaldı. Sizce 29 Mart’a damgasını vuran ne olacak? Ben AKP’nin “Doğuda DTP, Batıda CHP” gerilimini kullanışlı bir araç olarak gördüğünü düşünüyorum. Artık çok daha yaygın ve tehlikeli bir üslup izliyorlar. Yüzde 36-38 civarındaki kararsız seçmeni bir kere daha kendi etraflarında toplayacak bir yol olarak yine bu gerilim siyasetini uygun gördükleri anlaşılıyor. Oysa 29 Mart’a damgasını gerilimler değil, kriz vuracak. Halk 29 Mart’ta AKP’ye hissedilir bir şekilde sarı kartı gösterecek. Sonrası nasıl gelir? Sonra çok yakın bir süre içinde Türkiye erken genel seçime gider sanıyorum. AKP o seçimde de kırmızı kartı görür. Zaten aslında oyları 22 Temmuz’dan önce inmeye başlamıştı, bu cumhurbaşkanlığı seçimi sayesinde tepe noktasını buldu. Ama bundan sonra AKP artık gerçek oy oranına geri dönecektir. Ben AKP’yi ANAP’a çok benzetiyorum. Türkiye’de konjonktür partilerinin maksimum başarısı ancak rahmetli Özal’ın gösterdiği başarıdır. Siyasete fiilen ilk kez 1998’de atılan Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, FP kapanana kadar İstanbul İl Başkanı’ydı. Tüm ısrarlara karşın AKP’ye geçmedi ve 26 Ekim’deki son kurultayında SP Genel Başkanı seçildi. Kurtulmuş ailesiyle Fatih’teki evlerinde buluştuk. Adil düzen’ yerine ‘Helsinki Sözleşmesi’ SP’de neleri asla değiştirmeyeceksiniz? Üç şeyden asla vazgeçmeyeceğiz: 1- Bu milletin mefkuresinden. 2- Yeniden büyük Türkiye kurma idealimizden. 3- Herkesin özgür bir şekilde katıldığı, sömürünün olmadığı bir dünya anlayışından. Peki neler değişecek? Siyaset günün şartlarına uygun bir şekilde halkın beklentilerine cevap verme, onların ihtiyaçlarını karşılama sanatıdır. Biz pergelin bir ucu sabitse, diğer ucuyla da toplumun tüm kesimlerini kucaklamaya çalışacağız. Bu anlamda sözün doğru olması yetmez. Doğru sözü, doğru bir üslupla, doğru zamanda ve doğru insanlar eliyle ortaya koyacağız. Ya mesela IMF konusundaki düşünceleriniz? Şimdi Başbakan siz olsaydınız şu durumda IMF’yle ne yapardınız? Bir kere biz olsaydık zaten ekonomi bu duruma gelmezdi, ama gelmiş olsa bile asla bir anlaşma imzalamazdım. İşte şimdi işadamlarını ürküttünüz... Tam tersine, onların hakkını savundum. IMF 2000’den beri bizim işadamlarına “Üretmeyin” diyor. Biz ise işadamlarının daha fazla üretebilecekleri, maliyetlerinin azalacağı, reel ekonominin güçleneceği bir ekonomik sistem öneriyoruz. Peki yine “adil düzen” diyor musunuz? Ben bu konuda tüm insanlığı 1975 tarihli Helsinki Nihai Sözleşmesi’ne davet ediyorum. “Adil düzen” yerine “Helsinki Sözleşmesi” yani... Lafın nasıl söylendiği önemli değil, önemli olan adaletin sağlanması. Helsinki Sözleşmesi de bu anlamda tüm insanlığın kabul edebileceği çok ileri bir metindir. Bir konu daha var böyle çok önemli: D-8 mi yoksa AB mi? D-8 projesinin ne kadar doğru olduğunu özellikle BOP’tan sonra çok daha ciddi bir şekilde anlamış olduk. AB’ye gelince, birincisi “AB bizim için bir medeniyet projesidir” lafı yanlış. AB ne bizim ne de Avrupalılar için bir medeniyet projesidir; bir ekonomi projesidir. Ekonomi projesi olarak onaylıyor musunuz? 2020’de AB’nin kalıp kalmayacağı belli mi? Eğer AGİT konusunu aşamazsa ciddi bir duraksama dönemine girecek ve büyük bir olasılıkla da çözülecek. Yani üyesi olmaya çalışmayalım mı? Biz önce bölgesinde güçlü bir ülke olmaya çalışalım. Zaten bunu yapamadığımız sürece bizi AB de almaz. İktidarda olsanız müzakereleri sürdürmez miydiniz? Bu üslupla bize dayatılmış olan bir süreci asla devam ettirmek istemezdim. Üslupları değişirse? AB bundan başka bir üslup benimsemez. Peki RP mi, FP mi; sizce hangisi daha iyi bir partiydi? En iyisi Milli Selamet Partisi’ydi (MSP). “1969 ruhu” yani? Kesinlikle kastettiğim bu. Karar veren, yol gösteren, tanzim eden, muktedir bir parti olmak. Parlamentoda 24 kişiyle sanki 250 kişilik bir grubu varmış gibi hareket edebilmek. Liberaller mi, ulusalcılar mı; hangi kesimle daha çok ortak noktanız var? Özgürlükler konusunda liberallerle uyuşuyoruz, ama aslında ben bu cepheleşmenin yanlış olduğu kanaatindeyim. Kim adalet, refah, özgürlük istiyorsa bizim onunla ortak alanlarımız var demektir. Bizim siyasetimiz Hz. Ali’ninki gibi olmalı “Aşağı yukarı 13 asırdır farklılaşmış iki tane siyaset tarzı var. Bizim siyasetimiz bunlardan Hz. Ali’nin siyaseti gibi olmalıdır. Yani ilkeli, kendi aleyhine bile görünse doğruyu söylemekten vazgeçmeyen. Bakın, Hz. Hüseyin Kerbela’ya giderken diyorlar ki, ‘Ey Hüseyin, gideceksin ve öleceksin, niye gidiyorsun?’ Hüseyin’in orada söylediği çok güzel bir söz var: ‘Bu dünyada zalimlere karşı birileri var dedirtmeyelim mi?’ Yezid’in siyasetine boyun eğmeyen bu tavır muhteşem bir şeydir. Bizim siyaset anlayışımız da bu. Harun gibi gelip Karun gibi gitmemek, Musa gibi gelip firavunlaşmamak, ‘reel politik’ adı altında egemenlere kul olmamak... Güç bulduğu zaman kullanmak, güç gördüğü zaman geri çekilmek; bu asla bizim siyasetimiz olamaz.”
<< Önceki Haber Numan Kurtulmuş Milliyet'e konuştu Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER