Beklentiler daha ziyade
CHP’nin
iktidar alternatifi hâline gelmesi yönünde. Peki bu mümkün mü?
İlerleyen yaşına rağmen dimdik ayakta... Onlarca
kamera iki metre önünde, bir o kadarı da karşıda konuşlanmış… Ekranları başındakiler ve salonu dolduran topluluk huşu içinde ağzından çıkacak cümlelere kilitlenmiş. Kitle önünde olmanın rahatlığı, en çok da ilgiyi üzerinde hissetmenin verdiği narsistçe bir keyfiyle başlıyor konuşmasına. Manzara-i umumiye kötü görünse de, on defa yenilmiş olsa da bu keyif hiç kaybolmayacak gibi!
Belagat sanatının
siyasetteki birkaç üstadından biri sayılır; bir cümle için sabırla, ahenkle on dakika konuşabilir, o vurucu cümleyi sarf ettiğinde izleyicilerin bir kısmı öfkeyle, diğerleri de düşman hattına ağır bir gülle savurmuş olmanın coşkusuyla ayağa fırlar. Sesini usta bir tenor gibi kullanır; bazen fısıldar gibi alttan alır, bazen alaycı gülümsemeyle desteklediği esprileriyle, ama her daim çatık kaşlarıyla izleyicinin ilgisini hazır tutar. Acımasızlığı sevecenliğinden daha ağır ve inciticidir. Bir kongrede yarım saat konuşup o vurucu cümlelerinden birini kurduğunda, rakibinin nasıl da yerinden fırlayıp sahneye saldırdığı herkesin hafızasında.
CHP’NİN HIRÇINLIĞI
Partisinin on yıllardır süren iktidar hasretine,
baraj etrafında temerküz eden oy oranına, sosyal demokratların umutsuzluğuna, bürokratik seçkinlerin homurdanmalarına, demokratların çoktan sırt çevirmişliğine rağmen hâlâ popüler olması biraz da buna bağlı. Sadece üslup değil elbette. 60’lı yılların ikinci yarısında “ortanın solu” iddiasıyla
seçime giren ve oy kaybeden CHP’nin yeni politik söyleminin kafaları karıştırdığı bir anda, tahsilini
yurt dışında yapmış bir akademisyen sıfatıyla yazdığı
rapor imdada koşar. Evet, oylar düşmüştür ancak bu oylar az bile olsa belli bir zümrenin desteğinin alındığına işarettir, yani aslında CHP başarılıdır. Bu rapor ona parti kademelerinde hızla tırmanışın yolunu açar.
Bu bir Deniz
Baykal yazısı değil; ancak CHP meselesinde sözün başında ya da sonunda ona değinmek zorunlu. Baykal’ın siyaset etme tarzı ve söylemi, ülkedeki siyaset mekanizmasını işlevsiz kılması kadar ‘sol’un ve parti insanının elini kolunu da bağlıyor. CHP yöneticilerinin zamanla ‘bürokratlaştığını’ ya da zaten öyle olanların parti yöneticisi yapıldığını, en kötüsü de işlerin yolunda gitmediğini bir türlü anlatamayan parti muhiplerinin umutsuz sükûtu… Kral çıplak diyen ya da demeye hazırlanan bir kişi partiden o kadar hızlı uzaklaştırılıyor ki, çıkardığı ses, daha partiye ulaşmadan kendisiyle birlikte yok oluyor! Bu sırada, ‘ana muhalefet’ lideri o muhteşem konuşmalarından birini yapıyor oluyor.
Temsil ettiği kesimin taleplerine
kulak tıkaması ve
demokrasilerde elzem olan “muhalefet etme” görevini layıkıyla yerine getirememesi sebebiyle takviye kuvvetlere bel bağlaması da, CHP’de işlerin iyi gitmediğini gösteriyor. Parti liderinin askerle girdiği polemik, CHP’nin bir süredir bürokratik elit takımı temsil etmekten de aciz kaldığı, alttan alta artan güvensizliğin açığa çıkması şeklinde değerlendirildi ki, en az demokrasi dışı müdahalelere gösterdiği sonsuz rıza kadar şaşırtıcıydı.
Cumhuriyet tarihi kadar eski bu örtülü birlikteliğin birtakım sakıncaları değil, giderek belirginleşen ihtilaf partideki hırçınlaşmanın kaynağıydı belki.
NİYE DARBE OLMUŞ GİBİ DAVRANIYOR?
CHP, 367 no’lu
krizin bir numaralı taşıyıcısı olmuş, yargıya intikalle yetinmeyip
mahkeme üyelerine açık tehdit savurmuş, 27
Nisan e-muhtırasına ses çıkarmadığı gibi sonuçlarının tecelli etmesini beklemişti. 22 Temmuz sonuçlarına “bürokratik seçkinci” yaklaşımı, cumhurbaşkanlığı oylamasında
Meclis’i terk etmesi, parti binasından çok
Anayasa Mahkemesi’nde görülmesi...
AK Parti’yi
kapatma davasına “biz demiştik, siz dinlemediniz” yorumu, CHP’nin bir yıldır kazandığı mevzisine meşruiyet kazandırma amacı taşısa bile, partiyi, muhtemel bir ‘
darbe’nin habercisi algısından kurtarmıyor.
“Onlara darbe olacağı söylendi.” Bugünlerde çoğunlukla
Ankara mahreçli, sebebi anlaşılmayan fiil ve söylemlerle ilgili, ‘hakikati’ çarçabuk algılatan en sihirli cümle bu. “Yüksek yargı mensupları niye böyle davrandı? Türk demokrasisinin en köklü partisinin yapacağı iş mi bu? Aslında demokrat bir adamdı.” gibi cümlelerin sıklıkla kullanıldığı bir anda bu cümle imdada yetişiyor. “Biz 12
Mart’ta da, 12
Eylül’de de hem
örgüt, hem bireyler olarak
mağdur edildik, hapislerde yattık. Bu eleştirileri bize yöneltenler bir eli yağda bir eli balda dolaşırken, biz hapishanelerdeydik. Bizim darbeden medet ummamız mümkün mü?”
Yakın bir zamanda Meclis’teki odasında konuştuğumuz CHP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa
Özyürek böyle diyor, “Niye CHP ülkede darbe olmuş gibi davranıyor?” sorumuza karşılık. Pek çoklarının ‘yargı darbesi’ şeklinde yorumladığı AK Parti’yi kapatma girişimi CHP’de ‘beklenen anın nihayet tecelli ettiği kutlu bir gün” havasında karşılanmasa bile bir memnuniyet havasına yol açtığı şüphesiz.
Önder Sav’lı, Kemal
Anadol’lu
Anayasa Mahkemesi önünde çekilmiş ‘bir müracaat anı’ fotoğrafı ve o yüzlerdeki ciddiyet
tefsir edildiğinde, CHP’nin en azından bir süreliğine ülkeyi uçurumun kenarından
kurtarmak için savaş veren parti rolüne kendisini iyice kaptırdığı görülecektir.
2007 sonlarına doğru CHP meselesini konuşmaya başladığımızda daha Baykal “
Kuzey Irak’taki
Kürtler bizim kardeşimizdir” dememiş, bu konuda askerle polemiğe girmemişken bir siyaset bilimci, “CHP çok büyük bir krizde. Bundan sonra alakasız açılımlar, aynı anda birbiriyle çelişen söylemlere şahit olacağız, göreceksiniz.” diyor. Yüzde 65’i sağ, yüzde 35’i sol şeklinde özetlenen ülkenin politik aritmetiği ‘sol’un aleyhine değişirken CHP’nin Cumhuriyet’i kuran parti hüviyetine aşırı vurgusuyla belirginleşen tek parti özlemi ‘her ne pahasına olursa olsun’ bürokratik elitle iş tutmakla sonuçlanıyor.
“Kriz anlarında kurumlar gibi
siyasi partiler de kuruluş dönemlerine ve şartlarına dönerler. CHP’de yaşanan bu.” Siyaset bilimci Murat Yılmaz, parti farkında olsun ya da olmasın krizin CHP’yi tek parti dönemi reflekslerine ittiğini düşünüyor. Dolayısıyla asker-
sivil bürokrasiyle kurulan bağ ve onun devletçilik-laikçilik-milliyetçilik sacayağındaki siyaset anlayışının yeniden hayat bulması bununla açıklanabilir. Bu, mekân ve zamanla ilgili gerçeklik duygusundan kopuştur ki CHP, ne
Türkiye’deki toplumsal dönüşümü, ne de dünyada olup biten değişimi algılayabilmektedir.
Erdal İnönü’nün dediği gibi, “özlemlerle gözlemler” birbirine karışmıştır. Öyle ki, yüzde 20 oy aldığı bir seçimden yüzde 40’lar bekleyebilmekte, hukuk dışılığı malum olanı ‘hukukun üstünlüğü’, antidemokratik önermeleri ‘demokrasiyi kurtarma’, açık darbe girişimlerini ‘vatan millet
Sakarya’ ile savunabilmektedir. Sosyal Demokratlar kitabının yazarı ve uzun yıllar CHP'yi ve
Deniz Baykal'ı takip eden Fatin Dağıstanlı'ya gör
e devletin zihninde nasıl bir
politika geçiyorsa Baykal da böyle bir politikayı kamuoyuna deklare ediyor. Ve bu da daha çok Deniz Baykal'ın şahsi izlenimleri ile şekilleniyor. "Dolayısıyla CHP'nin vakti zamanında yaptığı
Kuzey Irak ve
Güneydoğu açılımı, böyle bir reflekstir yani aslında bu CHP'nin değil devletin açılımıdır. "
CHP’de hep seçim sonrası başarısızlıkla ilgili bir söylem sorunu baş gösterir. 99 seçimleri sonrasında Deniz Baykal’ın anlattığı hikâye manidardır. Hikâyeye göre bir nine,
Süleymaniye’nin açılışında Mimar
Sinan’a cami minaresinin eğri olduğunu söyler.
Mimar Sinan da minareye halat bağlatarak nineden düzeldi sözünü alıncaya kadar sureta uğraşır. Sonra da “Nineyi tatmin etmeseydik caminin adı eğik minareli cami kalırdı.” der. Deniz Baykal kendisini Mimar Sinan’a, seçmeni de nineye benzetir; yani seçmenin söz ve tercihlerini dikkate almak yerine alıyormuş gibi görünmeyi yeğler.
2007 seçim sonuçlarını ‘halkın izansızlığı’ ile açıklayan parti, bugün daha ileride. CHP üst
yönetimi katıksız bir Kemalist blok demek artık. Sosyal demokrat, liberal, AB’ci,
köylü,
Alevi ve Kürt gibi CHP’nin her zaman taşıyıcısı olmuş kimlikler yok.
Kürtler toplu hâlde, liberaller tek tek, köylüler ‘efendi efendi’ partiden uzaklaştırıldı. Devamında, CHP önde gelenlerinin, bilerek ya da bilmeyerek, 70’li yılların ‘cuntacı’ sol milliyetçiğine yaslanan ulusalcı ideoloji gölgesinde bir ‘kurtuluş savaşı’ vermeleri ya da bu psikolojiye bürünmeleri, partiyi ‘demokrasi’ için sorunlu hâle getirdi.
CHP APOLİTİK
Kamuoyu yoklamalarına göre CHP’ye oy verenlerin yüzde 65’i, cumhuriyet ve
laiklik için partiye oy vermiş. Tarhan
Erdem’e göre ise oy verenlerin yüzde 70’i AK Parti’ye vermemek için CHP’ye oy verdi. Bu ne demektir? Hasan Bülent
Kahraman’a göre CHP bugün itibariyle bütünüyle
sınıfsız, dolayısıyla siyasetsiz bir alanda ilerliyor: “Sadece
türban diyen, ekonomiyi, yoksulluğu, gelir dağılımını, sosyal güvenliği, tarımı, sanayiyi konuşmayan, yok sayan bir CHP var ortada. İşte bu rastlantı değil. Çünkü, Kemalizm apolitik bir ideoloji. Varlığı, siyaseti ve sınıfları reddetmeye dayanır.” CHP’deki siyaseti reddetme teamülü tek partiye dönüş demek aslında. CHP 1946’da parti tüzüğünün “sınıf farkı, sınıf çıkarları ve bölgecilik düşüncelerinin propagandasını yapmak amacıyla birlikler kurma”yı yasaklayan 22. maddesini iptal eder. Yani o vakte kadar gündemine almadığı köylülere, çiftçilere,
küçük esnafa seslenmesi, rakibi karşısında siyasi argümanlar üretmesi gerekecektir. Oysa CHP Hasan Bülent Kahraman’ın dediği gibi hâlâ tek parti alışkanlığını sürdürüp sınıfı reddeden apolitik bir tutum içinde.
HALKTA OLUŞAN ALERJİYİ TELAFİ ETME ÇABASI!
Çok partili hayatla birlikte siyasete ısınan CHP’nin ilk açılımları, bugün en sorunlu olduğu alanları oluşturuyor hâlâ. 1945’te çok partili hayata geçiş hamlesi, tek parti alışkanlıklarıyla halktan oy alınamayacağını düşünen CHP’de en başta dine karşı tutumlarını gözden geçirme zorunluluğu doğurur. 20 yıllık tek parti döneminin halkta oluşturduğu alerjiyi telafi etme niyeti de taşıyordu bu. İlk işareti 1941’de silahlı kuvvetlere askerî vaizlerin girmesine izin verilmesiyle gelir. 1947 kongresinde, parti ideolojisini oluşturan Altı Ok’un yeniden yorumlanması gündeme gelir. Sözgelimi inkılâpçılık ilkesi
devrimci-radikal değil ‘evrimci gelişme’ şeklinde vurgulanmalıydı. Reformlar artık yukarıdan dayatılmamalı ve sadece halkın kabul ettiği reformlar uygulanmalıydı. En büyük
tartışma laiklik meselesinden çıkar. Sonunda kongrede partinin
İslam’a karşı
militan politikayı terk etmesi kararlaştırılır. Yine aynı yıl CHP Büyük Divan’ında alınan kararla okullarda din eğitimi serbest bırakılır. Mehmet Ali Aybar, “Bu ana kadar inkılâpçılık ve laiklikle övünen bu parti, politik yaşamının en kritik döneminde, kurtuluşu dine sarılmakta buldu.” diyecektir. CHP 1950’lere doğru giderken uçlara savrulur, bir yanda jakoben Recep Peker, diğer yanda İslamî eğilimleri olan Şemsettin Günaltay tek partinin başbakanı olur. İnönü’nün etkisiyle, biraz da DP’nin asla kazanamayacağı inancıyla bu badire atlatılır. Nitekim dönemin Cumhuriyet
gazetesine göre CHP açık ara önde gitmektedir!
Çok partili hayat elbette bir yanılsamadan ibaret değil! Kondisyonu eksik bir sporcunun ‘kulvar’ değiştirerek yarışı önde bitirme gayreti ve bu bunu alışkanlığa dönüştürmesi seyircinin dikkatinden kaçmaz elbette. CHP’nin siyasi alanın meşruiyetini sulandırdığını düşünen siyaset bilimci Tanju Tosun, sosyal demokrat mücadele içinde bulunmamış, ‘bürokratik’ tipli kadroların 1990’larda partiyi ele geçirmesini CHP’de halihazırda esmekte olan tek parti rüzgarının baş müsebbibi sayıyor.
DYP İLE YAPILAN KOALİSYONUN CHP’YE ETKİSİ
1992’de CHP’nin Türk siyasi hayatına yeniden dönüşü, 1970’lerde yüklendiği sosyal demokrat çizgiden bir hayli uzakta seyreder. CHP’nin darbe sonrası değişimi ile ilgili Murat Yılmaz’ın ilginç bir tezi var. CHP’nin darbe öncesi sosyal demokrasi istikametinde elde ettiği kazanımların yitirilmesinde 90’lardaki DYP ile yaptığı
koalisyonun büyük bir etkisi olur. Bu koalisyon o zaman
Kürt meselesi üzerinde yükselen
terör dolayısıyla millî güvenlik devleti rejimine teslim olur, teslim olduğu ölçüde kendi iddialarından vazgeçer. Öyle ki daha üç yıl öncesinde kapsamlı bir Güneydoğu
reformu öneren parti kadroları (SHP) on küsur yıl boyunca Kürt kelimesini bile kullanmazlar parti programlarında.
28
Şubat ve
27 Nisan tarihî dönemeçlerinde CHP’nin, partinin 27
Mayıs öncesinde başlayan asker sivil bürokrasiyle kurulan ‘zimni’ ortaklıkla sağ partileri yıpratma politikasına döndüğü gösterecektir. Ancak bu ‘seçkinci ve bürokratik’
ittifak son seçimlerde CHP’ye bir şey kazandırmadığı gibi bu ittifakın ‘yok’ olması isteği siyasi
muhalif AK Parti’nin ampulünü aydınlatmıştır. “Sanki kriz çözülmemiş gibi adeta 27 Nisan’da bir bürokratik darbe olmuşçasına politika yapmaya devam ediyor. Burada CHP’nin seçmenden ve dolayısıyla demokrasiden kopan ve kendi içine hapsolmuş adeta bir cemaat anlayışına yaslandığını görüyoruz.”
CHP VE DONKİŞOT
“Yüzü Türkiye’nin politik arenasına yönelik değil. CHP parti içine dönük bir siyasi çizginin varyasyonlarını yapıyor. Her girdiği seçimde yenilen bir yönetim kadrosu hiçbir seçim başarısı kazanamayan genel başkan ve halktan kopuk kadrolar, sayısız kongreden birini atlatmakla meşgul sadece.” 1960’ların sonlarından beri CHP’yi izleyen
Mehmet Barlas’ın parti ile ilgili ilk elden tespiti bu. CHP ne 80’lerde muhtevası değişen sol ve sağ kavramlarının ötesinde bir ‘oynak merkez’i, ne toplumsal değişimi fark edebilmişti. Aynı şekilde CHP ne Sovyetlerin
sistem değiştirmesini okuyabilmiş ne de
Özal’ın Türkiye’de tedavüle sunduğu, ama
Alman sosyal demokratların 60’lardan beri keşfettiği ‘orta
direk’i anlayabilmişti.
“30’ların söylemlerinin 21. yüzyılda geçerli olacağı sanılıyor. Zaman değişir, mekan değişir, insanlar ölür, CHP’nin Donkişot politikası devam eder.
Abdullah Gül cumhurbaşkanı olur, hükümet kurulur, bunlar sanki hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ederler. Türkiye’de
12 Eylül darbesi CHP’yi kapattı, 28 Şubat darbesi de CHP’yi barajın altına itti. Onlar da biliyor bunu. Ama önemli olan Deniz Baykal’ın sayısız kongrelerden birini daha atlatmasıdır.” Barlas bir CHP klasiği babında partide genel başkan olmuş, zirvelere tırmanmış ne kadar isim varsa hepsinin
tasfiye edildiğini hatırlatıyor.
CHP 2011’DE TÜKENEBİLİR
CHP’nin, varlığıyla alternatif bir hareketin doğuşuna mâni olması da rahatsız edici bulunuyor. CHP eski MYKY üyesi, şimdilerde AK Parti’nin ‘sosyal demokrat’ kanadının temsilcilerinden
Haluk Özdalga’ya göre böyle giderse CHP yerel seçimlerde büyük darbe alacağı gibi uyguladığı politikalar nedeniyle 2011 seçimlerinde bu partiyi Meclis’te görmek mümkün olmayabilir. “AK Parti demokratikleşmeyi, daha çok
özgürlük ve insan haklarını, dünyaya açılmayı temsil ediyor, milliyetçilik bayrağı ise MHP’nin elinde. 2002 sonrasında uygulanan yanlış siyasetle CHP’nin temsil ettiği belirgin bir siyasi alan kalmadı.”
Özdalga, kendine yeni bir pozisyon arayan Deniz Baykal’ın Kuzey Irak hadisesinde olduğu gibi askerden bile geri düşmesini “bu arayışlardan bir şey çıkmaz” şeklinde özetliyor. Ona göre 2002 seçimlerinden sonra CHP bir plan uyguladı, başarılı olmayacağını düşündüğü için
Tayyip Erdoğan’ın başbakanlık yolunu açtı. Başta ılımlı ama giderek sertleşen, iyi kötü ne varsa eleştirerek yıkıcı bir muhalefet izledi,
cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştığında da laiklik ekseninde bir kutuplaşmayı
tahrik etti ve başarısız oldu.
Özdalga’ya göre CHP henüz bir muhalefet stratejisi oluşturabilmiş değil, o nedenle Baykal’dan
sürpriz çıkışlar beklemek abes olmaz. “Hemen her konuda birbiriyle çelişen ve ters istikamette, kâh demokrasi ve özgürlükler yönünde, kâh en tutucu ve aşırı milliyetçilik doğrultusunda çıkışlar yapabilir. Ama bunlar kaçınılmaz akıbetten kurtulmasını sağlamayacak.” Bu akıbet ise kendini
yenileme kabiliyetini yitiren partinin tümüyle tasfiyesi, tükenişidir. “CHP’nin çıkış şansını göremiyorum. İlk aşamada CHP’den önemli kopmalar ve ciddi bir parçalanma olabilir. Yapılacak ilk genel seçimlerde, muhtemelen 2011’de, CHP seçim barajının altında kalacaktır. Bu da CHP’nin tükenmesi demektir.”
İKİNCİ CUMHURİYETÇİLERİN MARİFETİ
CHP kurultayı yaklaşırken pek çok
aday olmasına rağmen hiç kimseye şans verilmiyor. Ayrıca Türk siyasi hayatında genel başkan kendiliğinden bırakmadığı sürece hiçbir kongreyi kaybetmiyor.
Mustafa Özyürek’e göre, CHP’nin demokrat olmadığı, Kürtlere ve özgürlüklere karşı olduğu iddiaları AK Parti ile ittifak kurmuş İkinci Cumhuriyetçilerin marifeti. “Ülkenin gündeminde ne varsa onu konuşuyoruz.
PKK’yı, Kuzey Irak’ı, terörü konuşuyor olmamız özgürlüklerden vazgeçtiğimiz anlamına gelmez.” Özyürek, Baykal’ın grup toplantılarında söylediği şeylerin basının ve televizyonun ilgisinden kaçtığını; ancak bir gazete manşetiyle kamuoyuna yansıtıldığını ifade ediyor.
CHP’nin genel çizgisinde farklı bir yerde duran Güneydoğu söyleminin aslında devletin yeni stratejisi olduğu,
emekli generallerin bile daha ileri açıklamalar yaptığı, CHP’nin aslında değişen devlet politikası minvalinde pozisyon aldığı görüşünün dillendirildiğini sorduğumuzda şu cevabı alıyoruz: “Komplo çok. Çok nadiren bilgilendirmeler dışında bizim devlet kurumlarıyla bir alakamız yok. Dikkat ederseniz her şey ortada. Laiklik ilkesiyle ilgili bizim ödün vermez bir tavrımız var. Pek çok noktada paralellik olabilir, bundan
doğal bir şey yok.”
Bir CHP yetkilisine soracağımız daha çok soru, alacağımız daha çok
cevap olmalı elbette. CHP’nin yaşadığı ‘siyasi kriz’in bir geçmişi, geçmişte de aldığı dersleri var. İsmet İnönü’nün 1962’de demokratik sürece yapılmak istenen müdahalelerle ilgili sarf ettiği sözler örneğin. “
Atatürk reformlarının sadece kapalı bir rejimle korunabileceğini sanmak büyük bir hatadır. Kapalı bir rejim altında başarılan reformlar, ancak demokratik bir rejimde çıkan fırtınalara dayanabilirse yaşayabilir. Özelliği ne olursa olsun kapalı bir rejimin yaratılmasına asla izin vermeyeceğim. Böyle bir kapalı rejimde asla yer almayacağım. Buna karşı durup savaşacağım. Aynı şekilde, maliyeti ne olursa olsun, cumhuriyetimizin temelini oluşturan Atatürk ilkeleri, Batılı hayat tarzı, ifade ve düşünce hürriyeti konusunda hiç kimseye hiçbir taviz asla vermeyeceğim.”
Tarih tekerrürden ibaret sözü ‘demokrasi’ lehine tecelli ederse ne âlâ… CHP için de, Türkiye için de..
AKSİYON