Uzun zamandır merakla beklenen
Başbakan Erdoğan-ABD Başkanı
Bush görüşmesi nihayet dün Beyaz Saray'da gerçekleşti. Sadece süresinin planlanandan tam 1 saat daha fazla uzamasına bakacak olsak bile, bu görüşmenin verimli bir atmosferde geçmiş olduğunu tahmin edebiliriz. Şunu hemen belirtmeliyim ki, doğası gereği bu tür ikili görüşmelerde sadece bir tarafın beklentilerine yüzde yüz
cevap bulması beklenemez. Tam tersine bu tarz zirvelerde başarı ölçeği, tarafların sözkonusu beklentilerine mümkün olduğunca yüksek seviyede cevap alabilmesidir. Bu yaklaşımla Erdoğan-Bush görüşmesinin hangi ölçüde başarılı olduğunu, bu görüşmeden ne beklendiğine ve sonuçlarının bu beklentileri hangi ölçüde karşıladığına bakarak
analiz edebiliriz.
Türkiye,
terörle mücadele konusunda çok taraflı yeni mekanizmalar kurarak yeniden zaman kaybetmeye artık tahammülü olmadığını görüşme öncesinde defaetle deklare etmişti. Erdoğan-Bush görüşmesinde
PKK terörüne karşı yeni bir koordinasyon mekanizmasının kurulmasına karar verilmiş olmasına rağmen bu mekanizmanın niteliği Türkiye'nin mesajının
Washington tarafından net bir şekilde anlaşıldığına işaret ediyor. Kurulması kararlaştırılan yeni üçlü mekanizmanın ise daha önce devrede olan Ralston-Başer koordinasyon mekanizmasından çok farklı olduğu hemen göze çarpıyor.
Çünkü, hem Ralston, hem de Başer aktif görevde bulunmayan
emekli generaller olmasına rağmen, yeni mekanizmada görev alacak Türk
Genelkurmay 2. Başkanı Gen.
Ergun Saygun, ABD Genelkurmay 2. Başkanı Gen. James E. Catwright ve
Irak Koalisyon Güçleri Komutanı Gen. David
Petraeus halihazırda çok etkin ve aktif konumlarda bulunan güçlü isimler.
Kuzey Irak'ta PKK kamplarına ve PKK'nın Irak topraklarındaki
terörist faaliyetlerine karşı koordineli birşeyler yapmak için kurulması elzem olan bu tür bir koordinasyon mekanizması için bu üç isimden daha iyisi düşünülemezdi. Bir ayağını Irak'lı temsilcinin oluşturduğu önceki üçlü mekanizmayla mukayese etmek gerekirse, aralarında Iraklı bir temsilcinin bulunmadığı yeni mekanizmanın doğrudan eyleme yönelik olduğu hemen farkediliyor.
Yeni mekanizmaya bakıldığında Türkiye'nin taleplerinin eskiden olduğu gibi muhatap bulmakta da güçlük çekmeyeceği anlaşılıyor. Doğrudan Bush'un ağzından "Terör
örgütü PKK, Türkiye'nin olduğu kadar ABD ve Irak'ın da düşmanıdır" mesajını veren Washington, Türkiye'nin teröre karşı mücadelesinde Irak'ı ilgilendiren her konuda Ankara'nın yegane muhatapı haline gelmiş bulunuyor. Bu,
Bağdat Yönetimi'nin ve
Kuzey Irak'taki Bölgesel
Kürt Yönetimi'nin Türkiye'nin
terörle mücadelesinde oynayacağı olumlu ya da olumsuz her türlü rolden doğrudan Bush Yönetimi'nin sorumlu olacağı anlamına da geliyor. Gerek Bağdat Yönetimi'nin, gerekse Mesud
Barzani'nin PKK terörüyle mücadeleye yaklaşımını Türkiye'nin terörle mücadelesinin gerektirdiği bir çizgiye çekmek de ABD'nin yükümlülük alanına girmiş bulunuyor.
Kuzey Irak'taki terörst PKK kamplarının dağıtılması, bölücü örgüt liderlerinin yakalanarak Türkiye'ye teslim edilmesi, PKK ya her türlü
lojistik desteğin kesilmesi olarak belirlenen hedeflere ulaşmada şüphesiz Barzani liderliğindeki Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'ne önemli roller düşüyor. Hatta, Barzani'nin harekete geçmemesi durumunda, PKK'nın
bölgedeki varlığını sona erdirmek için Türkiye'ye geniş çaplı bir askeri harekattan başka bir seçenek kalmıyor. Oysa, yeni mekanizmanın da etkisiyle, Barzani'nin ABD tarafından söz konusu hedefler çerçevesinde PKK'ya yönelik net bir tavra zorlanması ve Türkiye'nin işini kolaylaştıracak adımlar atmaya "
teşvik" edilmesi PKK'nın sonunu getirebilecek bir süreci bile tetikleyebilir.
Barzani'nin kol kanat germediği, en azından faaliyetlerine göz yummadığı, bir PKK'nın artık kolay kolay bir komşu ülkede konuşlanması, ihtiyaç duyduğu her türlü lojistik desteği kolayca sağlaması, silahlı eğitim imkanlarını devam ettirmesi artık mümkün olmayacaktır. Çünkü, PKK'nın
İran ve Suriye'den yoğun
destek bulduğu 1990'lı yılların aksine, Türkiye'nin benimsediği "Komşu Ülkelerle
Sıfır Sorun Siyaseti – KÜSP) ile ülkemizle belki de tarihlerinin en iyi ilişki düzeyine ulaşan hem İran, hem de Suriye'nin - ilişkilerde çok radikal bir kötüleşme olmazsa- bugün terörist PKK'ya destek vermeleri sözkonusu bile olamaz.
Barzani'nin himayesinden çıkacak bir PKK'nın bölge ülkelerine dağılmaktan, kısmen Türkiye topraklarına çekilmekten ve dolayısıyla etkinliğinin azalmasından başka bir şansı olmayacaktır.
Tarihi Erdoğan-Bush görüşmesinin gerçekten başarılı olup olmadığının zaman içerisindeki en kritik
test alanını da işte bu nokta, yani ABD'nin PKK'ya karşı Barzani'yi nasıl bir tavra zorlayacağı, oluşturuyor.