Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu üyesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Alpay Azap, 1 Haziran'dan itibaren normalleşme uygulamalarına geçilmesi kararı ile ilgili Pandemi Yönetimi Alt Kurulu'nun salgının tıbbı boyutuyla ilgili görüşler aktardığını, son kararı hükümetin verdiğini söyledi.
Duvar gazetesinden İrfan Aktan'a konuşan Prof. Azap, gevşetme tedbirlerinin uygulanmasının sıkılama tedbirlerinden daha zor olduğunu ifade etti.
Söyleşiden bazı bölümler şöyle:
Yetkili makam siz olsaydınız, 1 Haziran’a ilişkin kararları onaylar mıydınız?
Gevşetme tedbirlerini uygulamak, sıkılama tedbirlerinden çok daha zor. Sonuçta sıkılama tedbirlerinin, sokağa çıkma yasağı gibi kısıtlamalar içeren birkaç derecesi var ve o kararları alıp uygularsınız.
Anacak gevşetme çok daha fazla sayıda ve alanda çok farklı olasılıklar barındıran ve kontrolü çok zor bir dönem. Alacağınız her bir kararın sonuçlarını çok yakından izlemeniz ve sonuçlara göre kararları tekrar gözden geçirmenizi gerekir. Dolayısıyla gevşetme, karar vermenin çok zor olduğu bir süreç.
1 Haziran itibariyle 65 yaş üstü ve 18 yaş altı hariç herkes dışarıda olacak ama bu insanlar dışarıda enfekte olup akşam da 65 yaş üstü bireylerin yaşadığı evlerine dönecekler. O halde bu insanlara dışarı çıkma yasağı konmasının bir mantığı var mı?
Sonuçta 65 yaş üstü kişiler ne kadar az insanla temas ederlerse o kadar iyi. Dünya üzerinde vak’a sayısı 6 milyona yaklaştı ve gördük ki bu hastalık gerçekten özellikle yaşlılarda çok ağır seyrediyor. Ölenlerin yüzde 90’a yakını 65 yaşın üstünde.
Tüm dünya pamdemide ikinci dalgayı bekler ve buna hazırlık yaparken, 20 Mayıs günü Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, ikinci dalgayı beklemediklerini söyledi. Bu beyanat neye dayanılarak verildi?
-Sağlık Bakanı muhtemelen bunu yaz ayları için söyledi. Dünyada da ikinci dalganın yaşanma olasılığı var. Hatta hali hazırda yaşayan Güney Kore gibi, İran gibi ülkeler var.
Keza bu süreçte, düşük bir ihtimal olsa da virüsün ciddi bir değişikliğe uğraması da söz konusu olabilir. Yani tıpkı SARS’ta olduğu gibi, ciddi bir değişime uğrayarak insana bulaşma yeteneğinin çok azalması ve giderek sönümlenmesi ihtimaller arasında.
Bir diğer ihtimal de, yine çok ciddi bir değişime uğrayarak bulaşma hızının artması ve ikinci dalgaya sebebiyet vermesidir.
Önceki günlerde Dünya Sağlık Örgütü’nün önde gelen yetkililerinden Mike Ryan, birinci dalga bitmeden ikinci bir pik olabileceğini, önlemlerin gevşetilmesinde çok hızlı davranılması halinde bunların ikinci dalgayı değil, birinci dalga içinde ikinci bir pike yol açabileceğini söyledi. Türkiye’nin 1 Haziran kararlarını bu açıklama ışığında değerlendirdiğinizde, birinci dalga içinde ikinci bir pik yaşama riskiyle karşı karşıya kalabileceğimizi düşünüyor musunuz?
Bu ihtimal var tabii. Gevşetme sürecine girdiğinizde böyle bir olasılık doğal olarak gündeme gelir. Kritik olan, sizin bunu yakından takip edip, böyle bir eğilim gördüğünüz anda tekrar önlem almanız.
Mesela Güney Kore’yi de salgını kontrol altına aldı diye çok alkışladık, ancak orada yayılma tekrar başladı ve onlar da yeniden önlemlere başladılar. Japonya’da aynı şey yaşandı. İran’da günlük vak'a sayıları binlere kadar düşmüştü, şimdi tekrar 2 bin 500'e çıkıldı.
O yüzden gevşemeyi işin peşini bırakmak gibi algılamamak, gerektiği yer ve zamanda doğru müdahaleyi yapmak gerekiyor.
Dünya ölçeğinde alınan tedbirlerin amaçlarından biri de aşı veya ilaç bulunana kadar zaman kazanmaktı. Bilim dünyası aşı konusunda nasıl bir aşamada?
Gevşetmelerin kaçınılmaz olmasının bir nedeni de aşının hemen bulunamayacak olması. Kısa sürede, tüm dünyada uygulanacak etkili bir aşı çıkmasını beklemiyoruz. Ama aşı çalışmalarının, insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar hızlı ve çok sayıda araştırmayla ilerlediğini de söylemeliyim. Bu araştırmaların bazılarında ön sonuçlar olumlu görünüyor.
Örneğin maymunlar üzerinde yapılan deneyde antikorun geliştiği görülüyor ama şimdi de o antikorların ne kadar süre koruduğu tartışma konusu. Fakat 2020 yılının sonuna kadar, insanlar üzerinde yaygın olarak kullanılacak, etkili ve yan etkileri tolere edilebilecek bir aşı beklemiyoruz. Hatta tarif ettiğim gibi bir aşı için birkaç yıl bile beklememiz gerekebilir.
Ayrıca aşı da salgını tümüyle durdurmaya yetmez. Çünkü Covid-19’un da tıpkı grip gibi sürekli değişime uğraması söz konusu olursa, aşı da kızamık veya suçiçeği aşısı gibi yüzde 100 koruyucu olmayabilir. Aşı, hastalığı kontrol etmemize çok yardımcı olacak, bu kesin. Ama virüs değiştikçe, tıpkı gripte olduğu gibi aşıyı sürekli güncellemek gerekecek.
Peki 1 Haziran itibariyle normale geçiş kararının arkasında sürü bağışıklığı hedefi yatıyor mu?
Böyle bir hedef söz konusu değil. Önlem almayarak sürü bağışıklığına gitmenin büyük bedelleri olur. Çok fazla insan kaybedersiniz. Kitle bağışıklığının doğru yolu, hastalığı geçirterek değil, aşıyla sağlanmasıdır. İsveç’i “kitle bağışıklığını mı sağlamaya çalışıyor” diye çok eleştiriyorlar ama oradaki yetkililer de bu iddiayı reddediyor.
Gerekli önlemleri aldıklarını ve hastalığın yayılması yoluyla kitle bağışıklığının sağlanmasına gidilmediğini söylüyorlar. Öte yandan enfeksiyonun da toplumlar içinde doğal bir seyri olduğu için “acaba kitle bağışıklığı oluşuyor mu?” diye tartışıyoruz.
Amacımız insanların bir an önce hastalığa yakalanıp geçirmesi ve kitle bağışıklığının bir an önce sağlanarak normal hayata dönülmesi değil. Çünkü bir yandan da virüs değişince, kazanılmış kitle bağışıklığı da azalmış olacak.
Dolayısıyla kitle bağışıklığına gitmek ölümle kumar oynamaktır. Bir tek İngiltere ilk başlarda böyle bir yönelimde bulundu ama onlar da bir hafta içinde geri adım atarak sıkı tedbirlere geçti.
Halen günde otuz-kırk insanımızı kaybediyoruz, 900-1.000 civarında günlük yeni vak'a tanımız var. Evet, salgın kontrol altında ama bu kontrolün sürdürülmesi bireysel tedbirlerle mümkün olabilir. Önlemlere uyulmadığı zaman, salgını hiçbir polisiye tedbirle önleyemezsiniz.
Polisiye tedbirlerin ne kadar sakıncaları olduğunu hepimiz görüyoruz. Az önce de söylediğim gibi, bunun tıbbi sakıncaları da var. İnsanlar sağlık hizmetine ulaşamıyor, hastaneye gidip muayene olmaktan çekiniyor, tedavilerini aksatıyorlar.
Normale dönüşün arkasında evet, ekonomik, sosyal kaygılar var ama inanın tıbbi kaygılar da var. Barsak tümörü olan hastalara ne oldu? Oysa her hafta sadece benim çalıştığım hastanede onlarca insan bu tür şikâyetlerle gelip ameliyat olarak sağlığına kavuşuyordu.
Böyle vak'aları neden şimdi görmüyoruz? Çünkü insanlar hastaneye başvurmaya korkuyor ve pek çok insan belki de önümüzdeki haftalarda ameliyat olma şansını kaybetmiş olarak karşımıza çıkacak.